Manaplar, aslında kendi halkı üzerinde oldukça otoriter bir yönetim kurmuşlardı. Bunlar, yeri geldiğinde halkın her bir üyesinin işine müdahil olabilirlerdi. Meselâ uruu veya uruk mensuplarından biri evinde bir koyun veya keçi kesmişse, etin bir parçasını oradaki çoñ manap’a veya orto manap’a “ooz tiygizüü” (ağız tadımlığı) için veya avcılar avdan döndükten sonra vurdukları hayvanın bir kısmını manaplarına hediye etmek mecburiyetinde idiler. Onların bu ikram ve hediyeleri hem bir saygıdan hem de onlara itaatten ileri geliyordu. Aksi takdirde manaplar arasında onların mallarına el koyabilenler ve “ençi”sine (kendi üzerine) geçirebilenler çıkabilirdi. Bunun yanında gelen misafirler halk ve aileler tarafından ağırlanmadığı takdirde, âdeti bozdukları düşüncesiyle manaplar tarafından hoş görülmeyebilirdi114.
Sayaklarda manaplardan sonra yönetimde etkili olanlar arasında “aksakal”ların mevcudiyeti dikkati çekmektedir. Aksakallar, uruular arasındaki ve uruu içindeki büyük anlaşmazlıklara bakan ve aynı zamanda zor durumlarda idarecinin ilk başvurduğu kimseler veya danışmanlar olarak karşımıza çıkmaktadır115. Uruular arasında meydana gelen büyük anlaşmazlıklar ancak aksakalların araya girmesiyle çözülebilirdi. Bu gibi büyük olaylar meydana geldiğinde, biyin kararına pek uyulmayacağından, halk “Aksakaldar çeçsin” veya “Kalıstar söz kessin” (Âdil olanlar söz kessin) derlerdi. Zira, aksakal tabiri, yaşlı anlamından ziyade, doğruyu söyleyen, âdil ve saygılı olan kimse anlamına geliyordu. Bu bakımdan aksakalların resmî bir idarî yetkisi olmamasına rağmen, toplumdaki manevî değerleri, manaplardan daha büyüktü. Hatta uruularla ilgili en önemli konularda manapın ve biyin değil, aksakalların sözü daha tesirli olabilirdi.
Uruuların yönetiminde “baatır olarak bilinen kişilerin önemli bir yeri vardı. Baatırlar, doğuştan pehlivan olan, kahraman ve cesareti ile tanınan kişilerdi. Hatta bazı baatırlar, uruuların bizzat yönetimine de bakarlardı. Nitekim XIX. yüzyılda Dörbölcün’deki Sayak grupları arasında Kasımbek ve Musakoco gibi uruu idarecileri olmasına rağmen, Taylak ve Atantay adlı iki büyük baatır kardeş, içinden çıktıkları urukların idarelerini kendi ellerine almışlardı116. Ayrıca Hokand Hanlığı ve Çin ile olan çetin mücadeleler esnasında bu iki baatır, idarî açıdan halkın en çok güvendiği şahsiyetler olarak karşımıza çıkmaktadır. Baatırların kahramanlığı, daha çok düşman baskınına uğranıldığı zamanlarda ve “cut” olarak bilinen kıtlık yıllarında ortaya çıkardı. Kıtlık yıllarında onlar, nerede ise âdet haline gelen “cılkı tiyüü” yani at hırsızlığına çıkarlar ve böylece zor durumda olan halkının geçimini sağlarlardı117. Bu âdete göre, bir uruunun baatırları, diğer uruuların veya kavimlerin “örüş” (otlak) dedikleri yerlerinde otlattıkları at sürülerini çalarlar ve getirip halka dağıtırlardı. Bazan çalınan atların sayısı 100-600 arasında olabilirdi. Bu âdet daha çok kıtlık zamanlarında yapılır ve halk nazarında bir hırsızlıktan ziyade, eskiden beri devam eden bir gelenek olarak görülürdü.
İKİNCİ BÖLÜM
SOSYAL YAPI VE EKONOMİK FAALİYETLERİ
A) SOSYAL YAPILARI
Aile Yapısı
Aile, toplum olma anlayışının başında gelen en küçük ve temel bir birimdir. Kırgızlarda anne, baba ve onların çocukları bir aileyi oluşturmaktadır (bk. Resim. 2). Akrabalığın belirlenmesinde baba tarafı ve babanın erkek nesilleri önemli bir rol oynamaktadır. Baba tarafından oluşan akrabalığa “uruk” adı verilirdi. Baba tarafındaki kız çocuklar ise evlenip gittikleri ailenin uruk mensupları olarak kabul edilirlerdi. Türkçede “sülale” diyebileceğimiz birimin karşılığı olan urukların meydana getirdiği birime ise “uruu” adı verilmektedir.
Resim 2: Bir Sayak ailesi ve komşuları (F. Fiyelstrup, XX. yüzyıl başı)
Kırgızlarda aileye “üy bülöö” denirdi. Buradaki “üy”ün “ev”, “bülöö”nün “aile üyesi” anlamına geldiği belirtilmelidir. Üy bülöö kurmak, aileyi oluşturmak sorumluluk gerektiren bir işti. Hatta halk nazarında ailenin ne kadar önemli olduğu “Üy bülöö kiçine bir mamleket” (Aile küçük bir devlettir) ifadesinden de anlaşılmaktadır.
Kırgız ailesinde evin sahibi veya reisi baba idi. Ailede otorite babanın elinde bulunmakta idi. Ayrıca ailenin geçiminin sağlanması, korunması, yetişmiş evlatların evlendirilmesi gibi ailevî büyük sorumluluklar baba üzerinde toplanmıştı. Baba, ailenin birlik ve dayanışma içinde yaşamasını sağlardı. “Atañ barda el taanı / atıñ barda cer taanı” (Baban varken halkı tanı / atın varken dünyayı tanı) veya “Atanın sözü ok” (Babanın bir dediği iki edilmez) gibi halk arasındaki sözler, babanın aile ve toplumda önemli bir yere sahip olduğunu gösteren ifadelerdir. Bunun yanında, babanın erkek çocukları üzerinde üç özel görevinin olduğu bilinmektedir. Bu görevleri şu şekilde sıralamak mümkündür: “Uulga at cana cakşı tarbiya berüü” (Oğula ad verme ve iyi terbiye etme), “Uuldu sünnötkö oturguzuu” (Oğulu sünnet ettirmek) ve “Uulga ayal alıp berüü” (Oğulu evlendirmek). Halk nazarında bu üç şart veya görev, her babanın oğulları üzerinde yapmak zorunda olduğu asıl görevlerdi. Bu üç görev arasında yer alan uulga ayal alıp berüüden sonra, baba oğluna “men atalık mildetimden kutuldum” (ben babalık vazifemi yaptım) derdi. Bu da evlenmiş oğulun bir hane sahibi olduğunu, artık babasından ziyade kendisinin bir aile geçiminden sorumlu bulunduğunu belirten bir ifadeydi.
Bazı ailelerde “çoñ ata” (dede) ile “çoñ ene” (nine) de bulunurdu. Çoñ ata ile çoñ enenin bulunduğu ailenin teşkilinde şöyle bir yol izlendiği görülmektedir. Bir baba ile annenin erkek çocukları “tun” olarak bilinen ilk çocuktan veya büyükten başlayarak evlendiklerinde ayrı bir evde otururlardı. “Kence”118 adı verilen en küçük çocuk ise evlendiğinde anne ve babasının evinde oturur ve böylece çoñ ata ile çoñ enenin oturduğu aile vücut bulurdu. “Karısı bardın ırısı bar” (Yaşlısı olan evin kısmeti yüksektir) veya “Karının kebin kapka sal” (Yaşlı sözüne değer ver) gibi atasözleri, yaşlısı olan evin toplum gözündeki değerini belirtmektedir. Bu gibi ailelerde gelinler, evde devamlı yaşlı kimseler bulunduğu için, daha sakin, hoşgörülü ve aile kurallarına bağlı olurlardı. Tabiî olarak bu arada çocuklar, evde çoñ ata ile çoñ ene sayesinde temel aile değerlerini alırlardı.
Ailede babanın yanında anneye büyük bir değer verilmekteydi. Nitekim toplum içinde söylenen “Ayal cakşı er cakşı, vazir cakşı kan cakşı”119 (İyi kadın kocasını iyi