–“İyi oldu, kafanı eğ şimdi. Ne olacak sanki! Beynin mi darbe alır, sende beyin mi var!” diyerek Şeki de diğerlerini destekliyordu.
–“Bıraaak!… Bıraaak!.. pantalonum yırtılacak” dedi Kökö. Çoro’nun elinden kaçmaya çalışıyordu.
–Bıraaak!
Bir anda onun eski pantalonunun paçası yırtıldı. Bir parça kumaş Çoro’nun elinde kaldı. Ansızın Kökö’nün bacakları sızladı. Şeki Anne’si elindeki kepçeyi çocuğun bacağına fırlatarak:
–Pantolonu yırttın eşek! derini mi giyeceksin? diye Şeki Anne’si bağırdı! Kökö’nün omzuna vurarak Çoro’nun karşısına itti. Abilerinin şakasını anlamayan haram!
Körkütük sarhoş olan Çoro, çocuğun kafasını koltuğun altına alarak birkaç defa matek attı.
–Ha ha ha… Saçlarını uzatmayıp kesseydin ya! İyi olurdu, engel oluyor ha ha ha…
–Gel şimdi sıra bende diye sarışın adam, Kökö’ye doğru yöneldi.
Kökö, torbaya kapatılan kuş gibi zıpladı. Rastgele her şeyi tepip kaçmaya çalıştı. Sonunda bacakları bağlı ipini koparan oğlak gibi kaçtı. Hiç kimse onun bu kadar sinirleneceğini düşünmemişti… Herkes gülmekten yere yattı. Kökö’nün gözyaşları sel oldu. Gözlerinden yaşla beraber içindeki nefretini de çıkardı. Adamların kendilerine, yakınlarına, bütün sülalelerine tek tek sövmeye başladı. Ortalık aniden buz kesti.
–Ne yaptım ben size! diye ağlayan Kökö, Çoro’ya bir daha sövdü.
–Sen niye büyüklerine laf ediyorsun, ulan? diye büyük burunlu adam, çocuğu bacağından tutup “kendinden büyüklere dil uzatmaya utanmıyor musun?”
Şeker de bir yandan bağırdı! Bana bırakın der gibi eliyle işaret etti. Onun bakışlarında “çocuğa biz takıldık, suçluyuz” diye bir düşünce yoktu.
–Sus şerefsiz! Babanı gösteririm şimdi sana!
–“Ha… Gösterirsin.” diye Kökö de inat etti çekinmedi. Babama laf etme! Senin gibi ayyaş değil! Ayyaş!
Çoro, çocukla tartışırsa rezil olacağını fark etti. Sahte tebessümle Kökö’nün babasına laf edip, çocuğu ezmeye başladı.
–Ne, baban benim borcuma mı kefil olmuştu? Baban kimsesiz yerlerde tabutu gömülmeden kaldı, kefensiz gitti, etini kuşlar yedi, gözünü kargalar deldi. Sen ne diyorsun, lanetli yetim!
Kökö, “Ha seninki doğru, sen bilirsin.” diye Çoro’yu destekledi…. Başka cevap bulamadı. Kökö’nün kalbi yandı, kül oldu. Eğer gücü, kılıcı olsaydı Çoro’yu yüz bin defa parçalardı, o zaman bile kini bitmezdi.
–He he… Babam diyor yine. Çoro, sadece bunları diyebildi. Göz açıp kapanıncaya kadar eski bir kerpiç yüzüne ok gibi çarptı, gözlerinden ateş çıktı sanki. Kerpiç kazandaki bozoya düştü. Bozo yanındaki Şeker’e sıçradı. Şeker masallardaki cadıya dönüştü sanki, bağırarak yerinden kalktı. Ama Kökö, çoktan kaybolmuştu ortadan.
Kökö, babası askere gittiğinde annesinin karnındaydı. Babası Yusuf savaşta öldü. Annesi Ayım, askerden kalan tek evladına yel bile dokundurmadan büyüttü. Okula da verdi. Ne yazık ki “oğlumu okutup büyütsem…” diye hayal eden zavallı annesi, amacına ulaşamadan dört sene evvel hastalıktan dolayı vefat etti. Böylece bir ailenin yalnız sevimli evladı olan “Kökö yetim!”, “Kökö yetim!” diye adlandırıldı. Akrabaları çocuğu Şeki’ye verdiler. O zamanlarda Şeki üçüncü kez evlenmişti. Taş-Kömür’de kalıyordu. Bir gün “Kökö’yü kimsesizler yurduna götüreceğiz.” diye hoca gelmişti. Şeker ikna olmadı.
–Allah Allah, siz ne diyorsunuz! Kököm yetim değil, babası öldüyse babası gibi eniştesi var; annesi yoksa anne gibi cefâkâr ben varım! Sokakta kalmaz! diye hocayı göndermişti. Kökö’yü de ikna etti.
–Gördün mü? Seni yetimhaneye götüreceğim, diyor. Yetimhanesi yerin dibine girsin! Orasını ben iyi bilirim. Kimsesizleri toplayıp hepsini hırsız yapacaklar. Bitanem, ben seni onlara nasıl vereyim? Eğer ben yokken bir daha gelirlerse “gitmem!” de. Hepsine küfret! Tamam mı? Yeter, o şerefsizlerin okuluna da gitme! Okuyanları görüyoruz, okuyup bitirenler de işsiz geziyor. İyisi, sen ev işlerini yap.
Kökö’nün kaderi böylece çizilmişti. Şeker, aslında çocuğu olmayan bir kadındı. Çocuk sahibi olamadığından dolayı mı yoksa huyundan dolayı mı bu sene de yazın eşi ile ayrıldı. Abisinden kalma eski eve taşınalı üç ay oldu. Milletle beraber kolhozda da çalışmıyordu. Bozo satıp geçiniyordu. Şimdi de Çoro diye birisinin ilgisini çekmekte olduğu gerçekti, ama evleneceğini Çoro hiç belli etmiyordu. Şeker’e laf atıp bozo içerdi. Köydekiler ona maden işçisi diyordu. O, Taş Kömür’e giderse hiç çekinmeden kolhoz adamıyım diye övünür, ter dökmeden kazanmayı sever, çalışmaktan kaçardı. Bazen de gizlice tüccarlık yapardı. İşte Çoro böyle birisiydi. Bir yere dikili ne ağacı ne de evi vardı. Derviş gibi hep gezer, dolaşırdı.
2
Göçe yetişemeyip çölde kalan aksak tay gibi olan yetim Kökö, tek başına yol kenarındaki ağacın altında oturuyordu. Sanki büyük bir işi başarmış insan gibi iki bacağını uzatmıştı. Bazen derin nefes alarak suratını asıyor, bazen çocukluk hayalleri ile neşeleniyordu. Anne gibi cömert sonbahar rüzgârları esiyor, ağaçlardaki sarı yapraklar dallarından ayrılıyordu.
“Hani dövmeyeceğim demişti! Döversem babamla evleneyim. Yemin ediyorum, demişti. Göreceğim babasıyla evlenir mi?” diye çocuk her şeyi hatırlıyordu. Yüzünde üzüntüsü belli olmasa da içi hüzünle doluydu. Bu kavgalar onun için alışkanlık haline gelmişti. Teyzesi hep Çoro’nun tarafını tutuyor, başkasına bozo değil hatta suyu bile bedava vermiyordu. Şimdi ise Çoro’ya tavuk kesip, yumurta kavuruyordu. Çoro istese ölürdü.
Bir gün Çoro, çocuğa “yakında enişte olacağım boz kurdum!” demişti. Bunu hatırlayınca çocuğun siniri bozuldu:
–Sen mi enişte olacaksın? Sana asla enişte demem!
Geçen günkü kavgadan dolayı Çoro’dan nefret ediyordu. O zaman çektiği zorlukları yetmezmiş gibi Şeki Anne’si de çocuğu kandırıp yakalamış, ağaç dalı kırılana kadar dövmüştü. Çocuk, bunların hepsinde Çoro’yu suçlu buluyordu. Şimdilik çaresiz olduğunu kabullenip hiçbir şey yapamadı.
–Dev olsan da sana gösteririm Çoro! Göreceksin büyüdüğümde seni hapse attıracağım!
Böylece kendini avuttu. Okuldan bir sürü çocuk çıktı. Kökö, onlara özenerek bakıyordu. Biraz oyalandı, sonra da:
–Rasul diye seslendi.
–Ne?
Kökö, çocuklardan arkada kalan birisine çoktan beri elinde tuttuğu bir şeyi övünerek gösterdi.
–“Baksana!” Çocuk biraz durdu ve geri döndü. Şaşıracak bir şey yoktu. Kökö’nün elinde sadece bir ip ve ucunda bir mısır bağlıydı.
–Bunlar da ne?
–Görmüyor musun? Mısırı iğne ile deldim. İpi bu delikten geçirip öbür ucuna düğüm attım. Diğer ucunu da bağladım. Şimdi bu buradan hiç çıkmaz, diyerek yaptığı şeyden gurur duydu. Sen bilmezsin bununla bacaklı balık tutacağım, dedi.
–Bacaklı