Büyük burunlu zayıf delikanlı, elindeki kâsedeki bozoyu tıpkı susamış buzağının suyu sümürmesi gibi burun delikleri iri iri açılarak iştahla içiyordu. Sonra sağa sola sallanarak konuşmaya başladı:
“Güzel sözler! Aferin!” Bunu söyleyen kendisini çok yüksekte gören kara bıyıklı adam idi. Geriye doğru yaslanarak uzun boylu adamın omzuna vurup onu övmeye başladı. Baban da böyle çok iyi bir insandı. Cenicok kadar büyük şair olmasan da senin de aşağı kalır yanın yok. Sende şairlik yeteneği varmış; devam et oğlum, devam et. Büyük burunlu delikanlı, bozo sunan kadına göz kırparak daha canlı şarkı söylemeye başladı.
Bozo sunulan kâseniz ağaçtan değil mi yenge?
Bize şarkı söyleten bozonuz keyifli değil mi yenge?
“Hey, hey keyifli değil mi yenge?” diyerek kaşı kirpiği sarı delikanlı şarkıya eşlik etmeye başladı. “Milletin önüne çıkmalısın, sende yetenek var dostum.” dedi.
Sarı kadının kâsedeki bozoyu sunduğunu hesaba katmazsak oturanların umrunda bile değildi. Yüzü, onları hoş gördüğünü ya da sevmediğini belli etmiyordu. Ama ara sıra içiniz, bitireceksiniz der gibi bakıyordu.
Dört gözlü pencereden ışık girmesine rağmen içeri aydınlanmıyordu. Pencerelerin gözlerinden aşağıdakilerin iki camı da yoktu. Birincisine resimli bir derginin kalın sayfası yapıştırılmış, diğerine ise giyilmeyen eski bir şapka konulmuştu. Bundan dolayı, öğle vakti eve giren insana evin içi karanlık gibi akşamı andırır ve hemen nem kokusu burnuna gelirdi.
Bu gece kibirli görünen adam, sırayla sunulan bozo kâsesi kendisine geldiğinde bozodan yudumladı. Sarı kadına birazcık gülümseyip ve kırmızı kan çanağına dönen gözleri ile bakarak; “Şekercan bozon soğumuş, bunu biraz daha ısıtsana Şekercan.” dedi.
–Çoro Abi’nin dedikleri doğru, dedi büyük burunlu delikanlı. “Korkma parasını ödeyeceğiz, ne kadar oldu?” diye sordu.” Otuz kâse dedi. Şeker, cebine elini sokup bir şey aramakta olan delikanlıya “ne çıkacak acaba?” der gibi sanki kedinin fareye baktığı gibi baktı. Daha ne kadar ekleyeyim?
–Kovandakinin hepsini! Duyuyor musun? İstediğin kadar para veririz. Sadece sana değil, üç bozocuya yetecek kadar paramız var!
–“Kökö neredesin?” diye kadın bağırmaya başladı. Hemen kapıdan zayıf bir çocuk girdi.
–Efendim, Şeki Anne!
–Ocağa çalı çırpı koy, bozo ısıtalım. Odun getir başımın belası, git hemen!
Yüzü sarılık hastası gibi sararmış; bir deri bir kemik kalmış Kökö, verilen emri yerine getirmek için burnunu çekerek ve koşarak dışarıya çıktı.
Biraz sonra bozo süzgeci hazır oldu. Çalı çırpı da getirildi. Şeker, çam ağacından yapılan kovada kaynamakta olan bozoyu başka kovaya da doldurdu:
–Lanetli seni hiçbir şeyi beceremezsin! Süzgeci tut diye çocuğu azarladı.
Çocuk burnunu çekerek kadının yüzüne korku dolu bakıyordu.
–Canı çıkasıca! Şu burnunu iyice bir temizlesene! Kadın öyle sert bakıyordu ki o anda gözünde ok olsaydı onu atıp çocuğu öldürebilirdi. Boyu devrilesice!
Kökö, omuzlarını içine çekip, gözlerini suçlu köpek yavrusu gibi kıstı. Gribe yakalanmıştı galiba. Boynu başı kirli, kolları tırnakları morarmış, saçları, tüyleri düşmekte olan kirpinin tüyleri gibi uzamış, gözlerini kapatıyor ve kulaklarını kaplıyordu.
Zavallı çocuk bu sırada bir daha burnunu çekti ve giysisinin koluyla sildi. Vücudunun her yeri kaşınıyordu. Bozoyu ısıtmakla uğraşan Şeki Annesi’ne gizlice bakıyordu. O bakışıyla sanki “Çenesini kırsam da, bana nasıl bağırırmış.” diyordu. Şeki Annesi bu bakışı fark etmedi. Bozoyu hazırlayıp hemen evdekilere yöneldi. Dizleri yamalı olan delik pantalonunu yukarı çekti, kaşınarak eve girdi.
Şeker, birazdan yine, “başımın belası gel buraya!” diye bağırmaya başladı. Kazan yine dolduruldu. Az önce hazırlanan bozo hemen bitmişti.
Delikanlı şarkıcı değildi. Üç dört defa şarkı söyledikten sonra ağzını bile açmadı. Diğer ikisinin şarkı söylemek umrunda bile değildi. İçmekten gözleri kızarmış, birbirine bakarak ağızlarına ne gelirse konuşuyorlardı. Kökö, hâlâ ocağın yanındaydı. Ara sıra ateşe tükürüyor, bütün vücudunu karınca kaplamış gibi her yerini kaşıyor ve burnunu çekiyordu.
Aniden “Kökö” dedi Çoro, “Gel buraya bozkurdum, gel diyorum sana!” diye uyuşmuş kanlı gözlerle gülümseyerek çağırdı.
Bacaklarını sürekli kaşıyan Kökö, burnunu çekti. Kararsız bir şekilde öylece bekledi.
–Hadisene! Başımın belası! diye Şeki Anne’si öfkeyle çocuğa baktı.
Kökö, iki arada bir derede kaldı. Giderse geçenki gibi zorlayacaklarını biliyordu. Gelmiyorum dese de Şeki Anne’si ona sert sert bakıyordu. Çocuk, “Bu kurnaz bıyıklı adam ne yapacak acaba!” diye düşünüyordu.
–Bu düşüncelerle Kökö, geliyorum, diyerek Çoro’nun yanına yaklaştı.
–Kabaca otur! dedi. Çağırınca hemen gelmediği için çocuğa kızıyordu.
–Ne…
–Otur! Otur! deyince “Niye hemen oturmuyorsun?” diye Şeki Anne’si maşa ile çocuğun omzuna vurdu.
Kökö, ses çıkarmadı. Yavaşca omzunu silkti. Dizini büküp yere oturdu. Çocuğun cesareti ve uysallığı Çoro’nun hoşuna gitti, yumuşadı. “Bozkurdum benim.” diyerek kâseyi çocuğun ağzına doğru kaldırarak “iç”, dedi. Kökö, önceden de bozonun tadına alışmıştı. Önce iştahla içmek istedi, ama ne der diye Şeki Anne’sine baktı.
–“Sümsük, içeceksen iç, içmezsen defol git! Allahın belası haram!” dedi Şeki Anne’si.
Çoro yüzünü öfkeyle buruşturdu, iri cüssesiyle çocuğa bakıp çocuğun üzerine doğru yürüdü.
–İç dediğim zaman içeceksin! Yoksa seni yumruğumla ezerim. Tamam mı! İç diyorum sana!
Her taraftan azarlanması çocuğu kızdırdı.
–İçmeyeceğim! İçmezsem dövecek misiniz! diye suratını astı.
–İçeceksin! diyerek kara bıyıklı Çoro, daha da sertleşti.
–İçmeyeceğim!
–Hey, çocuk büyükler iç derse iç! Bozo seni yer mi, yoksa öldürür mü? diye seslendi peynir gibi sarı adam.
–Allah belanı versin haram! İçersen belanı iç! Çık dışarı! diye Şeki her zamanki gibi bağırıyordu.
Kökö, suratını asarak kâseyi eline aldı ve kimseye bakmadan bir nefeste bozoyu içip bitirdi. Hiç konuşmadan dışarıya çıkmak üzereyken Çoro, çocuğun pantalonunun paçasından yakaladı. “Dur, şimdi kurdum! Hiçbir yere gidemezsin. Kâsemi bitirdin, bedelini nasıl ödersin?”
“İşte böyle yapacağını biliyordum senin!” der gibi Kökö, Çoro’ya nefretle baktı.
–Gideceğim! dedi.
Bozoya doyan şarhoşlar eğlenmek istiyordu. Kökö’nün olması bunların işine yaradı. Çoro’nun aklında çocuğu sızlatarak dövmek yoktu; ama biraz sinirini bozup dalga geçmek istedi.
Çoro, bıyıklarını bükerek; “Hadi bakalım, nasıl ödeyeceksin, ya parasını kabul edip