Bu arada Vurgun, Azerbaycan İlimler Akademisinin başkan yardımcılığına tayin edildi (1954). Aynı yıl Moskova’da yapılan Sovyetler Birliği Yazarlarının II. Kurultayında “Genel Sovyet Poeziyası Hakkında” ilk bildiriyi o sunmuştur.
1955 yılı Ekim ayında ülkeyi temsilen Vietnam’a giderken yolda hastalandı, Pekin’de hastaneye kaldırıldı. Birkaç hafta süren tedaviden sonra Bakü’ye döndü.
1956 yılının ilk günlerinde şairin ellinci doğum gününü kutlama hazırlıkları başlatıldı. Azerbaycan Yüksek Sovyeti ilk olarak Samet Vurgun’a “Azerbaycan Halk Şairi” unvanını verdi. Bu unvanla Samet Vurgun Azerbaycan’ın ilk millî şairi ilan edilmiş oldu. Ayrıca fahri filoloji ilimler doktoru unvanına layık görüldü.
21 Mart 1956 günü kendisi katılamadan ellinci doğum günü kutlaması töreni yapıldı. Ne yazık ki, iki ay sonra 27 Mayıs 1956 günü hayata gözlerini yumdu. Devlet töreniyle Bakü’de Azerbaycan ve başka ülkelerden gelen on binlerce insanın katılımıyla “Fahri Hiyaban”da, görkemli şahsiyetlerin defnedildiği mekânda toprağa verildi.
Sovyetler Birliği Dönemi Azerbaycan şiirinin banilerinden olan Samet Vurgun aynı zamanda yazar, mütercim ve mütefekkir olarak Azerbaycan edebiyatı tarihinde önemli bir yere sahiptir. Devrin, milli hassasiyetlerden uzak edebi eser yazma talebine rağmen o, halkının özgün hasletlerini, millî meselelerini ve millî beklentilerini açık veya örtülü bir şekilde eserlerinde işlemeyi başarmıştır. O daima halkın vicdanının sesi olmuştur.
Vurgun, Azerbaycan halkının geçmişinin, millî kahramanlık tarihinin ve devrinin dramatik ruhunu terennüm etmiştir. O, düşünce dünyasının merkezine Azerbaycan’ı alarak uluslararası boyutta düşünen bir fikir adamı olmuştur.
Onun edebî mirası, muhteşem bir Azerbaycan halısı gibidir. Dağların cüyürü, ceylanı; göllerin sunası, göklerin turnası, yaylaların gülü, çiçeği; ormanların kurdu, kuşu; obaların ozanı, kopuzu; halkın toyu, yası; hülasa halkın gülüşü ve gözyaşı ilmek ilmek bu bedii halının nakışlarını oluşturmuştur.
Vurgun, Bakü’nün derdine yanarken Tebriz’i de unutmamıştır. O, Azerbaycan’ın “anasının” bir yanda “balasının” diğer yanda kaldığının şuurundadır. Bunun için o, hem ananın nefesiyle hem de balanın sesiyle melemiştir. Yad ellerin elinde olan “Tebriz Gözeli”nin gözleriyle yollara bakmış, henüz dirçelip ayağa kalkamamış balanın efkârıyla dumanı başından çıkmıştır.
Vurgun, Azerbaycan tarihinin ibretamiz bir dönemini oluşturan Karabağ Hanlığı’nın 18. yüzyılda Kaçarlar tarafından işgal edilip Başvezir Molla Penah Vakıf’ın idam edilmesi meselesini, 1938 yılının göz gözü görmeyen kanlı tufanlı günlerinde kısa sürede kaleme alıp “Vaqif” adlı dramıyla dikkatlere sunmuştur.
Dede Korkut’un düşman eline düşen Egrek ile onu kurtarmak için giden kardeşi Segrek misali bu iki kardeş ülkenin de bir gün el ele verip bir olup, birlikte olacakları inancını taşımıştır.
Vurgun, Azerbaycan halkının temel değerlerini, dilini, vatanını, kültür ve medeniyetini her vesileyle mevzu edip bunların önemini, gereğini anlatmış, bu değerler sayesinde hür ve bağımsız yaşanabileceğini anlatmıştır.
2. Vurgun ve Millî Değerler
Milletine vurgun, milletine pervanedir Hamiyetperverdir Vurgun, ona perva nedir?
Yaşamak bir yolculuktur. İnsan daha yolun başında hem yola hem yolculuğa hem de nasıl yol gidileceğine dair kararlar vermelidir. Kararın verildiği vakit, yaşamanın başı değildir. Belirlemenin, belirleyebilmenin, seçimin ve iradenin başlangıcıdır. Yolculuğun bundan sonraki kısmı sadece canlılık ve yaşamak değil, insanca yaşamak, adam olmak, adam gibi yaşamak kısmıdır. Hâl böyle olunca, insan evvelâ adamlığı, kimlerin adam gibi olduğunu, adam gibi olmak için sahip olunacak, benimsenecek, insanoğlunu adam eden değerlerin neler olduğunu, bu değerlere nasıl sahip olunacağını ve nasıl korunacağını tespit etmelidir. İnsan, hangi vasıfları değer ve değerli belleyeceğine, değerli sayılan değerlere sahip olmak ve bu değerleri korumaya çalışmakla kendini belirlemiş olur. Kendiyi belirlemek ve beyan etmek ise eylediklerinin kıstasları oluverir bundan sonra. Ya kendi bilinciyle hareket eder, eyledikleri kendiyle hemâhenk olur ve hem adam olur hem değerleriyle tutarlı olduğu için değerli olur yahut riyakâr olup her dem galat eyler.
Samet Vurgun, neye değer vereceğine, neyi değerli tutup ona göre yaşayacağına, hangi değerleri koruyacağına karar verirken kendini ve hayatını asla solmayacak, silinmeyecek hatlarla belirlemiştir. Bu hatlar onun yaptıklarıyla, yazdıklarıyla ve anlattıklarıyla her geçen gün daha da netleşmiş, netleştikçe başka hatlardan, başkalarının sınırlarından daha da iyi ayrışmıştır. Sınırlar ayrıştıkça, içeride olmanın, içeride kalanın kendini tanımasını, bilmesini sağlamış ve dışarıda kalanlardan farkını anlamasına imkân tanımıştır.
Samet Vurgun, daha yolun başında değerlinin milleti olduğunu ve değerlerin de milletinin değerleri olduğuna karar vermiş ve bu karar doğrultusunda yaşamıştır. Onun hayatı il içindir. İl’in şuurunda ve şuuruyla yaşamış, yazdıkları ve eyledikleriyle il’e vurgun olmuştur.
Türkçede “il” kelimesi üç unsurludur ve aynı zamanda her üç unsuru da ifade eder: Millet, vatan ve devlet. Son birkaç yüzyılda bütün dünyada ayrı ayrı kavramlar olarak çok büyük ölçekli edebiyatlar oluşturulmuş olan “vatan”, devlet” ve “millet” kavramlarının hepsinin anlamını birden taşıyan “il/él” kelimesi hem muhteva hem de mana itibarıyla fevkalâde mühimdir.
Türk milleti kendi sınırlarını belirlerken iki mefhumu esas almıştır. Birincisi “il”, ikincisi ise “töre”dir. Töre, devlet milleti için olsun ve doğru adım atabilsin, adaleti sağlasın diye belirlenmiş, korunması şart sayılmış değerler bütünüdür. Hem milletin hem devletin doğrusunun mihenk taşıdır. İl, üç unsurun hepsine sahip olduğu vakit atılan her adım töreye göre belirlenir, töreye göre yapılır ve töreli olunur, töreli olunca il kutlu olur. İl töre içindir ve töre için, töreye göre oldukça kutlu olur, töreden ayrılınca ve töresiz olunca kutunu kaybeder. Üç unsurdan devlet olmadığı zamanlarda ise millet töresine sahip çıksın, kendini bilsin ve devletine kavuşmak için gereken şartları sağlamaya gayret etsin diye Türk ili olarak, kendi bilinciyle hareket edilir. İl’in unsurlarından yoksun kalınabilir, lâkin il için ve yeniden bütün törenin bilinmesi kâfidir. Meşhur, “İl gider, töre kalır.” deyişi bunu ifade eder.
Türk milleti ya da bu milletin bir kısmı, zaman zaman başka devletlerin hâkimiyeti altında kalmıştır, fakat kendini, töresini bilerek tekrar özgürlüğünü kazanmış ve ilin bütün unsurlarına sahip olmuştur.
Samet Vurgun’un yaşadığı dönem de böyledir. Milletine ilinin iki unsurunu ve töresini, değerlerini sürekli anlatmıştır. Devletten yoksunluğu, bir çaresizlik olarak görmemiş ve hiçbir vakit ümitsizliğe kapılmadan milletine nasıl bir millet olduğunu, vatanının nasıl da milletinin olduğunu bütün yöntemleri kullanarak, bıkmadan usanmadan hatırlatmış ve yadda tutmuştur. Bu sebepledir ki, o ilinin