Aradan iki yıl geçti. Kabul Komisyonu benim üyelik başvurumu değerlendirmeye almadı. Ben de suskunluğumu korudum. Komisyon Başkanı, Birliğimizin İkinci Sekreteri İlyas Yesenberlin, böylece Zeynolla’dan alacağı intikamı benden almış oldu.
“Sen ne zaman üye olacaksın? Sen Edebiyat Fonu Müdürüsün, bu nasıl oluyor? Başvurunu yapsana.” dedi bir gün Anvar Alimjanov.
“Belgelerimi sunalı tam tamına iki yıl oldu, Yesenberlin bana sırtını döndü.”
“Nasıl? Neden?”
“Referanstan birini Zeynolla Serikkaliyev’den aldığım için.”
“Tüh, İlekende ne tuhaf adam.” dedi ve omuzlarını büküp ellerini sallayarak güldü Anvar.
Ertesi gün Zeynolla ile görüştüm. Şundan bundan söz ederken:
“Alnı beyaz lekeli siyah atlı Kambar”ın beni üyeliğe kabul etmeyeli beri iki sene oldu, büfeye gidip onu “ıslatalım” hadi.”dedim.
Şaşkınlığını gizleyemeyip “İleken neden öyle yapmış ki?”
dedi.
“Seninle “dostluğu” sıkı olduğu için.”
“Haa… Referanstan birini başka bir yazardan alsanıza… Ben, nedense o tarafını düşünmemişim.”
“Ona ikimizde kafa yormayalım, yorulacak kafa “Alnı beyaz lekeli siyah atlı Kambar”da var ya, o yeter.”dedim. Zeynolla her zamanki gibi sessizce güldü.
Anvar, “İleken de ne tuhaf adam” dedikten üç gün sonra Birlik Üyeliğine kabul edildim. Bir ay sonra da Anvar’ın elinden üyelik belgemi aldım. Anvar’ın odasında İleken ile Dördüncü Sekreter Kalavbek Tursınkulov varmış, onlar da kutlayıp elimi sıktılar. Belgemi elime alıp özellikle büyük bir ilgiyle inceledim ve:
İleken tarafına bakış atarak. “Kabı kıpkırmızı, çok güzel ve yepyeni bir belge. Bundan iki buçuk yıl önce almış olsaydım şimdiye eskimişti.” dedim. Şakamın özünden Kalavbek’in de haberi varmış, Anvarla ikisi güldü, İleken ise güzel tebessümüyle bana bakıp:
“Sen kırk yıllık olayı unutmazmışsın.”dedi.
“Size çekmişim.”dedim. Dördümüz yarışırcasına güldük…
İleken, acele etmeden konuşan sabırlı bir insandı. Edebiyat Köyü’ndeki atışma ve tartışma türündeki etkinliklere katıldığında kızdığını, sesini yükselttiğini hiç görmemişimdir. “Hızlı olan değil, sabırlı olan kazanır” atasözümüze tam bir örnektir. Öyle olmasına rağmen, Anvar’ın yeni önerilerine, iyi kararlarına bazen karşı çıkıp “Anva-a-ar bu böyle olmamalı, şöyle olması gerekir” deme alışkanlığı olduğunu fark etmiştim.
“İlyas Yesenberlin” denen iki kelimeyi duyduğumda İleken’in iki andaki görüntüsü canlanır gözlerimin önünde. O sırada konuştuklarımız aklıma gelir hemen.
Bir keresinde İleken, rahat adımlarla yürüyerek Kirov Sokağı tarafından (şimdiki Bögenbay Batır Sokağı) aşağı doğru iniyormuş. Ben “Çocuk Eşyası” mağazasından çıkmıştım. Yazarlar Birliğibinası önünde karşılaştık. İleken, çok da neşeli görünüyordu. Selamlaştıktan sonra:
“İleke sevincinizi paylaşmak isterim, anlatsanıza.”dedim. O, samimi bir şekilde gülümseyip koluma girdi ve içeri geçtik.
“Evet sevinçli haberim var, söyleyeyim. Dimaş’ı5ziyaret ettim. Desteklediğini, Moskova’yla görüşeceğini söyledi. Liyonyasına bir kelime söylese yeterli olur zaten” diye neşeyle güldü.
“Ne güzel. Şimdiden tebrik ederim.” dedim dış kapıyı açıp geçmesini beklerken…
İkinci an da Allah’ın işine bak ki yine aynı yerde, Yazarlar Birliği binası önünde yaşandı. Bir iş için dışarıya çıkmıştım. İleken yine aynı yoldan geliyormuş. Acele etmeden yürüyordu. SSCB Devlet Ödülü için sunulan eserler yarışmasında Gürcü yazar Dumbadze’nin Hikâyeler Kitabı yarışmayı kazanıp İleken’in “Köşpendiler (Göçebeler)” kitabının dikkate alınmadığını televizyon ve radyodan öğrenip tansiyonlar yükseleli iki gün olmuştu. Moskova’ya uçakla gidip at arabasıyla dönmüş hâlde olan İleken’e doğru yürüyüp yavaşça:
“Selamünaleyküm ağabey.” dedim.Yorgun görünen İle-ken kafasını kaldırıp durdu ve elini uzatarak:
“Gabbas sen misin? Nasılsın? Ben dün geldim. Duymuş, öğrenmişsinizdir. Olmadı… Dimaş kimseyle konuşmamış, Gabit ise orada bulunalı bir hafta olmasına rağmen komite toplantılarına katılmamış. Beni bir tek Cengiz Aytmatov destekledi, ancak o tek başına ne yapabilir ki?” diye içini anında döküp elini sallayıverdi. Ben ne diyebilirdim ki, çekine çekine:
“Adaletsizlik oluyor işte” dedim. İleken ilgisizce kıs kıs güldü ve:
“Evet oluyor,”diye yoluna devam etti…
Dinmuhamed Konayev, “Liyonyası” yani dostu Liyonid Brejnev ile neden görüşmedi? Brejnev’in gerçekten de bir kelime işi çözmeye yeterli olmaz mıydı? Peki Gabit Müsirepov’a ne olmuş? Ödül Komitesi’nin itibarlı üyesi değil mi? İleken’i savunmassa savunmasın, Kazak milletinin beş yüz yıllık tarihini ele alan üç ciltli romanı değerlendirme toplantılarına neden katılmamış? Güzel milletim benim…
Daha sonra sağdan soldan duyduğumuz haberlere göre Moskova’ya Dumbadze’nin peşinden iki vagon üzüm ve şarap gitmiş, Yesenberlin’in peşinden ise iki vagon şikâyet.
O haftanın Cuma günü benim odamda üç dört arkadaş sohbet ederken şair Ötejan Nurgaliyev gelerek:
“Evet arkadaşlar, sohbetiniz hoş, dostunuz bol olsun. Sohbetinizin tadını kaçırmadım değil mi?” diye gülümseyerek selamlaştı. Küçük gözleri yuvarlak bir hâl alır, yüzüne tebessüm gelir ve rahat bir şekilde konuşurdu genelde.
“Buyur. Moskova’ya İlyas Yesenberlin’in peşinden vagonlarca şikâyet gittiğini duyduk da onu tartışıyoruz” diye ortaya şaka attım.
“Evet, orada benim de payım vardır. Üç koç ağabeyim beni dördüncü olarak ekledi ve çok güzel şikâyet yazısını iletiverdik” diye yaptığı iyiliği övünerek anlatır gibi içten güldü. Anlattığına inanıp inanmayacağımızı bilemeyip biz de güldük…
Güzel İlyas ağabeyimiz… Seçtiğiniz meslek jeolog olduğu gibi edebiyatımızın tarih konusunu seçerek, nice eski ve yararlı kaynakları, gerekli bilgileri kaydederek halkına armağan ettin. Ya biz?.. Öncelikle “Göçebeler” romanının şereflendirilmesine engel olduk; ardından kendimiz çok bölümlü film yapmak yerine değerli hazinemizi yabancıya yem olarak verip eserin değerini düşürdük. Söz konusu değerli eserin Rusçaya, özellikle de İngilizceye yapılan çevirilerinde yanlışların az olmadığını bağıra bağıra söyleyeli 10 yıl oldu… Eminim ki gelecek nesil ruhuna saygı duyacaktır.
KALEMİ SİLAH, 3HAKİKATİ BAYRAK YAPTI
Yeryüzünün her yerine izini bırakmış,