“Ne var, yine mi yanlışlık kaçırdık işimizde?”
“Zil çaldı! Mola istiyordun ya! Gidelim, hem kahve içelim, hem de sigaralarınızı dumanlatın! Kararmış olan gözleriniz belki açılır!”
“Oh be! En nihayet!” diye haykırdı sevinçle Aydın ve aleti hemen bıraktı. Sigara içilen yerde sigarasını tatlı tatlı dumanlataraktan konuştu lakırtıya devam etti, durdu:
“Burada okul öğrencilerinden beteriz. Sinyalle işe başlamak, sinyalle dinlence, herhalde öğle yemeğine gitmek de sinyal verilmeden olmuyor.”
Mümün gülümsedi:
“Tam öyle! Yemeğe de sinyal verildikten sonra gideceğiz… Sen yemeğe kim ne zaman isterse ozaman gidiyor diye mi düşünüyordun?.. Nasıl, işi beğendiniz mi? Çok yoruldunuz mu?”
Hasan çok sakindi. Dudak bükerek cevap verdi:
“Yorucu değil. Gürültü çok. Bakıyorum, bizden başka daha sekiz kişi aynı işi icra ediyor. Hepimiz birden canavarları çalıştırınca çok büyük gürültü kalkıyor. Kulaklıkları takmasak sağır olmak işten değil.”
“Akşam söyledim, işimiz hem yorucu, hem gürültülü, hem de etrafımızda fazlaca toz kalkıyor. Lakin böyle olmasa bu iş bize değmezdi.”
Hasan ve Aydın ikinci sigaraları yakmışlardı ki, zil yine çalmaya başladı. Mümün hemen hatırlattı:
“Haydi iş başına! Atın sigaraları!”
Aydın tekrar gevezelenmeye başladı:
“Tam şimdi yaktım be Mümün! Daha yarı olmadı. Sigaranın ise sonu en datlı. Sabret, bitireyim. Ondan sonra çok daha büyük hamleyle çalışırım.”
“At!”
“Şu mereti sadece iki defa asılabildim! Tam en tatlı yerine varmıştım…”
“At, dedim!”
İsteksiz isteksiz sigaraları attılar ve canavarları tekrar kavradılar.
İs günü sona erip eve döndüklerinde Aydın üzerinde çok ağır bir şey varmış gibi ikide bir kollarını silkip duruyordu. Aynısını Hasan da tekrarlıyordu, ama daha seyrek.
Mümün sordu:
“E, ne diyeceksiniz? İşe alışabilecek misiniz?”
“Telaşlanacak bir şey yok,” diye cevap verdi her ikisi de.
“Kollarınızı neden öyle sık sık silkip duruyorsunuz?”
“O canavar mereti bukadar ağır olduğunu bilmiyordum.” Dedi Hasan ve gülümsedi. Aydın’ın ise hiç de gülümseyecek hali yoktu:
“Hakikaten de ağır. Hep daha ellerimde bulunuyor ve kulaklarımda uğuldayıp duruyor gibi hissediyorum.”
“Canavarla işlemeye de alışacağız, disiplini korumaya da. Öğrencilerin okulda geçirdikleri saatler gibi.” diye hımırdandı Hasan
“Daha beter!” dedi Aydın. ”Daha beter! Asker usulü!”
Mümün ikisini de sakinleştirdi:
“Burada nizam ve intizam var. Bizde olduğu gibi iş zamanında sohbet etmek ve sigara içmek yok.Bunları hiç bir vakit unutmayın.”
Hasan bir dakka sonra sigara kutusunu kavradı ve kendini yatak üzerine attı:
“Şimdi artık sakince ve istediğim kadar sigara içebilirim!”
“Tam öyle!” diye ilave etti Aydın. Mümün gülümsedi:
“İçin içebildiğiniz kadar. Lakin yatak üzerinde değil, taraçada!”
“Sen galiba bize mangabaşı tayin edilmişsin. Lakin bu vazifeye iş saatinden sonra da mı devam etmek istiyorsun?” diye hımırdandı Aydın.
“Mangabaşı değilim, ama sizi yaşam ve çalışma kaideleriyle, nizam ve intizamla tanıştırmakla görevliyim. Günde yirmi dört saat emrime amadesiniz. Örneğin, biraz dinlendikten sonra, sizi şehrin merkeziyle tanıştırmam gerekiyor. Arzu etmiyor musunuz yoksa?”
“Cevap veremiyeceğim. Şimdi dinlenmek zamanı!” dedi Aydın ve sigara elinde taraçaya çıktı.
Şehirin merkezinde bayağı gezindiler. Merkez meydanı ve etraftaki binaları büyük bir ilgiyle seyrettiler. Eve dönerek yataklara uzandıklarında Hasan’ın aklına ilk gelen şey ona her akşam kızı Ece’nin “Yiğin geceler, tatlı rüyalar babacığım!” demesiydi. Artık üçüncü akşam oluyor, beş yaşındaki Ece’nin sesi çınlamıyordu kulağında. Gülümsedi ve kendi kendine fısıldadı:
”Bir süre böyle olacak kızım. Gereken parayı biriktirir biriktirmez annenle ikinizin yanına döneceğim. Arzu ettiğimiz gibi bir ev yükselteceğiz. Sonra bir otomobil alarak taksicilik mi yapacağım, yoksa başka bir işle mi meşgul olacağım, ama sizden bir gün bile uzak kalmamaya bakacağım....”
Böyle sayıklarken uykuya daldı gitti.
Uyandığında etraf iyice aydınlanmış, güneş doğmak üzereydi. Saate baktı. Bakarken de Aydın’ın sesi duyuldu:
“Uyandın mı Hasan?”
“Uyandım.”
Saat kaça vardı acaba?”
“Altı oluyor.”
Üçüncü yataktan Mümün’ün sesi geldi:
“Saatlerinizi ayarlayın. Beş olması gerekiyor. Burada vakit Bulgaristan’a bakarak bir saat geri. Yani uyku için daha altmış dakka vaktimiz var.”
“Ben artık uyuyamam.” dedi Hasan ve akşam gece lambasının yanında bıraktığı sigara kutusunu el yordamıyle aradı. Bu defa Mümün’den daha evvel Aydın sesini çıkardı:
“Sigara içeceksen, taraçaya! Ben de sigaracıyım, ama yattığım odanın acı tütüne kokmasından hiç hazetmem!”
“Taraçaya sigara içmeye karısından korkan kimseler gidermiş.”
“Sen korkmadığın için mi karından af dileyip duruyordun az öncesi?”
“Aydın, boşuna lakırdayıp durma!”
“Hiç de lakırtı değil. Uyanmazdan önce rüya mı gördün, yoksa sayıklıyor muydun bilmem, ama karına seni af etmesi için yalvarıp duruyordun. İyi ki seni hemen uyandırdım. Başka türlü kimbilir daha neler konuşacaktın.”
“Uydurup durmasan ya Aydın!”
“Ne uydurması. Düşün bakayım, rüya görmedin mi?”
“Gördüm, ama karımla değil, kızımla konuştum.”
“Yalan söyleme. Mümün de işitti ne dediğini!”
“Ben hiç bir şey işitmedim! Rica ederim, susun, ben az daha uyumak istiyorum!” dedi Mümün, battaniyeye sarılarak diğer tarafına döndü.
Ustabaşı birinci gün olduğu gibi ikinci sabah da iş saati başlar başlamaz yanlarına geldi ve çalışmalarını birkaç dakka seyretti. Sonra Mümün’e bir şeyler söyledi ve uzaklaştı. O gitti, on dakka sonra bir başkası geldi. O da iş elbiseleriyle ve korunma gözlükleri boynunda asılıydı. Beş-altı adım uzakta durdu ve çalışmalarını bir hayli seyretti. Sonra Mümün’ü omuzundan dürttü ve ardından gelmesini işaret etti. İlkin Aydın’ın yanına gittiler. Yeni gelen kişi makineyi onun elinden aldı ve maharetle cilalamaya başladı. Sonra yine Aydın’a iade etti ve bir şeyler dedi. Mümün tercüme etti:
“Makineyi işte böyle, benim gibi kullanacaksın,”