Aydın daha fazla sabredemedi ve onun sözlerini kesti:
“İşimiz neden ibaret, sen bize en nihayet onu söyle!”
“Fabrikada yol inşaatında çalıştırılan değişik makinelerin en hacımlı kısımları üretiliyor. Biz canavar dedikleri cila makinesiyle çalışacağız ve kaynakçıların bıraktıkları pürüzleri defedeceğiz. Ne diyeceksiniz?”
“Sorun yok!” dedi Hasan.
“Sormaya gerek mi var!” diye ilave etti Aydın.
Nihayet Mümün ayağa kalktı:
“Bu akşam Koşukavak yöresinde bayağı kimselerin kulakları çınlamıştır. Ama tatlı sohbete doyum olmaz arkadaşlar. Yarın akşam yine devam ederiz. Beş saat sonra iş başında olmamız lazım. Artık yatalım. Ne diyeceksiniz?”
Ne diyebilirlerdi, hemen yattılar. Lakin heyecandan gözlerine uyku gelmek bilmiyordu. İş sorunu çabuk halledildi, yatacak yerleri var.. Diğer taraftan ise yarın sabah tanımadıkları kimselerle birlikte çalışacaklar. İş ellerinden geliyor, lakin dili bilmiyorlar ve her şeyi tercüme etsin diye Mümün’ün gözlerine sık sık bakıp duracaklar. Bu dil sorunu hele Hasanı çok düşündürüyordu. Uykuya dalmazdan önce sordu:
“Almancayı az çok anlamaya ve konuşmaya başladın mı Mümün?”
“Hasan, ne diyeyim, bizim insanların bir lafı var, sopa yiyecek kadar becerebiliyorum işte!”
Gülüştüler.
Aydın da, Hasan da, yatak içinde sağa ve sola bayağı dönüp durdular. Nihayet uyku üstün geldi ve sakince nefes almaya başladılar.
-5-
Fabrika kapısından girdiklerinde her ikisi de heyecanlıydılar. Gözlerine çarpan ilk şey etraftaki temizlikti. Aydın etrafına bakınarak sordu:
“Bu gün Almanya’nın milli bayramı mı var, yoksa fabrikaya yüksek yerden mısafirler mi gelecek?”
“Bugün bayram yok, lakin fabrikaya hakikaten de çok mühim mısafirler geliyor.Nasıl anladın?”
“Etrafta çok büyük bir temizlik var. Her yer silip süpürülmüş.”
“Bizim memlekette olduğu gibi yani?”
“Evet. Ziyarete kimler gelecekmiş?”
“Bulgaristandan iki şahıs.”
“Öyle mi?! Adlarını biliyor musun?”
“Hasan ve Aydın. Fabrika bugün onları karşılıyor!”
Mümün bunu öyle ciddi bir sesle söyledi ki, alayı ilk anda ikisi de sezemediler. Nihayet Aydın yerinde mıhlandı kaldı:
“Yabancı yerde acemi ve korkak korkak davrandığımızı gördün ve bizimle her adımda alay etmeye başladın değil mi?”
Mümün gülümseyerek izah etti: ”Burada temizliğe her zaman dikkat edilir, yani fabrika içi daima temiz tutulur… Karşımızdaki kişi bizim ustabaşı. Buyurun, onun yanına gidelim.”
Gittiler.
“Guten morgen! Sie sind die neuen Arbeitern!”1 dedi Mümün.
“Guten Morgen!” diye cevap verdi karşılarındaki. Sonra ilave etti: “Wilkommen Sie! İch bin Hans!”2
“Er ist Hasan und er ist Aydın.”3
“Danke!”4
Ustabaşı bir daha tekrarladı:
“Wilkommen Sie!”
“Hoş geldiniz!” diyor” diye izah etti Mümün. “Dan-ke!” diye cevap verin”
“Danke! Danke!” diye tekrarladılar hep bir ağızdan Aydın ile Hasan.
“Wie geht es İhnen?”
“Nasılsınız’ diye soruyor. “Danke, Gut!” deyin bu defa.
“Danke, Gut!” dedi Hasan. Ardından Aydın da aynisini tekrarladı.
“Olmayacak sözler söylettirmeyesin bize hey!” dedi Aydın Mümün’e. “Sonra rezil oluruz!”
“Was sagt er?”5 diye sordu ustabaşı Mümün’e. O, sözü değiştirmeye çalıştı:
“Nerede çalışacaklarını soruyor.”
Ustabaşı daha birşeyler dedi ve yürüdü. Mümün hemen tercüme etti:
“Yürüyün ardımdan!”
Yürüdüler. Az sonra:
“Şurada bekleyin!”dedi ve bir kapı ardında kayboldu. Çok geçmedi, iki kat iş elbisesiyle döndü.
“Giyin şunları.”
Verilen iş elbiselerini giydiler.
Ustabaşı iki metal cilalama aletiyle geldi ve onları tekrar ardına takarak fabrikanın cila bölümüne götürdü. Elindeki aletle nasıl çalışılması gerektiğini uzun uzun izah etti ve pratik şekilde gösterdi. Nihayet aleti Hasan’ın eline tutuşturdu ve çalışmasını dikkatle izledi. İki dakka sonra Mümün’e döndü:
“Aleti eline sefte almıyor. Şimdiye kadar gözlük ve eldiven kullanmasını küçümsemiş. Acele etmesin, hele gene gözlüklere alışıncaya kadar!”
Aydın’la da aynı şekilde hareket etti. Birkaç dakka sonra aletlerin çıkardığı gürültüyü bastırabilmek için Mümün’ün kulağına haykırdı:
“Acele etmesinler! İşlerini yakından izle! Az sonra yine geleceğim!”
Yarım saat sonra hakikaten de geldi. Aletleri durdurmalarını işaret etti ve cilaladıkları kısımları dikkatle gözden geçirdi. Nihayet Mümün’e döndü:
“İkisine de izah et, acele etmesinler. Orada burada pürüzler kalmış. Dikkat etsinler. Daha iyi cilalamaları gerekiyor.”
Mümün başustanın sözlerine biraz da kendinden ilave etti:
“Bulgaristan’da olduğu gibi çalışmanızı istemiyor. Dikkatle çalışın, kaliteye büyük dikkat ayırın. Usta, her geçtiğiniz yer cam gibi yalabık olsun diyor!”
O bunları söylerken Aydın derin derin pufladı, ceplerini karıştırdı ve sigara kutusunu çıkardı. Mümün hemen ihtarda bulundu:
“Kutuyu hemen cebine sok! Burada her yerde ve her zaman sigara içilmiyor. Bu, yalnız dinlenme zamanında ve hususi ayrılmış yerlerde oluyor!”
Aydın isteksizce kutuyu cebine çevirdi ve burnu altından hımırdandı:
“Gözlerim kararmaya başladı artık. Nezaman gelecek bu sigara vakti?”
O anda Hasan da ceplerini karıştırıyordu. Aydın’ın ne yaptığını görünce sigara kutusunu çıkarmaktan vazgeçti. Mümün saate baktı:
“Gelecek… Sigara zamanı da gelecek. Kırk üç dakka sonra zil çalacak.”
Aydın gevezeliğine devam etmekten kendini alamadı:
“Gözlerim iyice kararacak o zamana kadar! Hem kırk dakka değil, elli dakka değil. Tam kırk üç dakka sonra! Bu kadar da tam hesap tutmak…”
“Korkma. Ne gözlerin kararır, ne gene başka bir şey olur…”
“Hem ‘zil çalacak’ dedin.