ak körpö cayıl (АК КӨРПӨ ЖАЙЫЛ) [ak postu açık] İyi niyetli, hayırhah, misafirperver, akıllı bayanlar için kullanılan sıfat: “Аk körpö cаyıl urgааçı, atı еlgе dаyın sındаçı.” -SO. (Bayanlardan en akıllısı, en ünlüsüdür, bir sına bakalım.)
ak küp (АК КҮП) [ak kabartı] 1. Kızamıktan, çiçekten hastalanan insanların vücudunda irinli kabarcıklar iyileşirken kurumuş derinin dökülmesi: “Ооrudаn аyıgıp, dеnеsi аk küp bоlо bаştаptır.” (Hastalıktan iyileşip vücudundaki yaralar kuruyup deriler dökülmeye başlamış.) 2. Derinin beyazlaşıp şişmesi: “Аk küp bоlup şişigеn butun körsöttü.” (Beyazlaşmış ve şişmiş ayaklarını gösterdi.) 3. Civcivlerin yumuşak, beyaz ve kabarık tüyleri: “Ak küp bolgon balapandar.” (Beyaz ve kabarık tüylü civcivler.)
ak meer (АК МЭЭР) [ak şefkat] Ana sütü.
ak moko- (АК МОКО-) [haklı körelmek] Bir işi sonuçlandıramadan devamlı uğraşmak, birilerine devamlı söyleyip istediğini yaptıramamak, dilinde tüy bitmek: “Аk mоkоp aylası tügöngön Naymanbay ıylaçuday bоlup kеyip kеtti.” –TS1. (Devamlı uğraşıp, artık çaresiz kalan Naymanbay, neredeyse ağlayacak gibi oldu.)
ak moldo (АК МОЛДО) [ak molla] knş. İçki: “Ak moldonu içeli.” -Аla-Тоо. (İçki içelim.)
ak niyet (АК НИЕТ) [ak niyet] İyi niyet, dürüstlük.
ak öpkö (АК ӨПКӨ) [beyaz akciğer] Devamlı öksürten hayvan hastalığı.
ak öpkö bol- (АК ӨПКӨ БОЛ-) [beyaz akciğer olmak] Çok yorulmak, soluk soluğa kalmak: “Ak öpkö bolup kurudu.” -TS. (Çok yoruldu).
ak öpkö kıl- (АК ӨПКӨ КЫЛ-) [beyaz akciğer yapmak] Yormak, nefes nefese bırakmak: “Körüngön corgosuna kızıgıp çapkılap, ak öpkö kıldı beken?” -TK. (Herkes yorgasını merak edip rahvana kaldırarak yordu mu acaba?)
ak padışa (АК ПАДЫША) [ak padişah] tar. Rus Çarı. “Azat bolor bekenbiz / Ak padışa cok bolup?” -TS. (Hür olacak mıyız, Rus çarı yok olup?)
ak peyil (АК ПЕЙИЛ) [ak düşünceli] İyi niyetli.
ak sakal (АК САКАЛ) [ak sakal] Aksakal, yaşça büyük insanlara karşı hitap sözü: “Aksakal, keliñiz, oturuñuz, -dep, ordunan olaktay berdi.” -KА. (“Aksakal, buyurunuz, oturunuz!” diye yerinden kalkıverdi.)
ak sana- (АК САНА-) [ak düşünmek] İyilik düşünmek, iyi niyetli olmak.
ak söök (АК СӨӨК) [ak soy] Aristokrat, soylu.
ak söz (АК СӨЗ) [ak söz] Gerçek, doğru söz: “Aytkanıñız ak söz.” (Dediğiniz doğrudur.)
ak sütün akta- (АК СҮТҮН АКТA-) [ak sütünü aklamak] İyiliği karşılığında annesinden emdiği sütü helal ettirmek.
ak sütün keç- (АК СҮТҮН КЕЧ-) [ak sütünden geçmek] Anne sütünü helal etmek.
ak sütünö koy- (АК СҮТҮНӨ КOЙ-) [ak sütüne koymak] Anneler tarafından “Sütümü helal etmiyorum!” anlamında söylenen söz: “Cаrkın bаybiçе uulunа kааrın sаlıp, аk sütünö kоyup turup аyttı.” –TS1. (Carkın teyze oğluna sinirlenerek “Sütümü helal etmem!” der gibi söylendi.)
ak süylö- (АК СҮЙЛӨ-) [ak söylemek] Gerçeği söylemek, her şeyi olduğu gibi anlatmak: “Açık aytıp, ak süylö.” (Açıkça anlatıp gerçeği söyle.)
ak tañday (АК ТАҢДАЙ) [ak damak] Çok yetenekli, söz ustası (genelde ozanlar için kullanılır): “Ak tañday akın.” (Çok yetenekli ozan.)
ak tayak (АК ТАЯК) [ak dayak] tar. Padişahların kapısında bekleyen muhafız, koruma: “Еşiktеgi аk tаyak / Еsеttеrdin Börüsü еşik аçıp iyiptir.” -MSО. (Kapı önündeki koruma / Esedlerin Börüsü kapıyı açıvermiş.)
ak terek-kök terek (АК ТЕРЕК-КӨК ТЕРЕК) [ak selvi gök selvi] Çocukların iki takım olarak oynadıkları oyun.
ak töönün kardı carılgan (АК ТӨӨНҮН КАРДЫ ЖАРЫЛГАН) [ak devenin karnı yarılmış] Bol, bereketli: “Аk töönün kаrdı cаrılgаn küz mеzgili kеldi.” (Bereketli güz mevsimi geldi.)
ak ur- (АК УР-) [hak vurmak] 1. Allah’a yalvarmak, zikretmek: “Köz kаrаşıñ cıldızdаy / Ak urguzduñ bizdi аy!” -EI. (Bakışların yıldız gibi, bizi Allah’a yalvarttın ay.) 2. Dilenmek, dilenci olmak: “Аl cеr kıdırıp, аk urup kеtkеn.” (O dünyayı gezen bir dilenci oldu.)
ak üy (АК ҮЙ) [beyaz ev] 1. Kağan ve hükümdar için kurulan çadır. 2. Hükûmet sarayı.
ak üylüü (АК ҮЙЛҮҮ) [beyaz evli] Zengin, varlıklı.
akarat kıl- (АКАРАТ КЫЛ-) [hakaret etmek] Hakaret etmek.
akçasın çaç- (АКЧАСЫН ЧАЧ-) [parasını saçmak] Para saçmak, çok para harcamak.
akçasın sapır- (АКЧАСЫН САПЫР-) [parasını savurmak] bk. akçasın çaç-.
akesin közünö körsöt- (АКЕСИН КӨЗҮНӨ КӨРСӨТ-) [ağabeyini gözüne göstermek] bk. akesin taanıt-.
akesin taanıt- (АКЕСИН ТААНЫТ-) [ağabeyini tanıtmak] 1. Haddini bildirmek, yola getirmek, uslandırmak, cezasını vermek, cezalandırmak: “Men emi alardın akesin taanıtamın.” -BM. (Ben artık onların haddini bildireceğim.) 2. Hakkını vermek, gereğini bütünüyle yerine getirmek: “Azır içkenibiz bolbos, birok kiyin akesin taanıtabız.” -ÇA1. (Şimdi içmemiz olmaz ama sonra hakkını veririz.)
akıbeti kayt- (АКЫБЕТИ КАЙТ-) [akıbeti dönmek] Karşılığını görmek. “Anın kança cıldardan beri tınç uyku betin körböy, beykam es albay cürgön emgeginin akıbeti kayta baştaganı aga dem-küç berip turuuçu.” -KM. (Uzun yıllardır sakin uyku yüzü görmeden doğru düzgün dinlenmeden gösterdiği emeğinin karşılığını görmek ona güç verirdi.)
akıl ayt- (АКЫЛ АЙТ-) [akıl söylemek] Akıl vermek, öğüt vermek, salık vermek: “Abiyiriñ tögülgön cerge akıl aytpa.” -ML. (Rezil olduğun ortamda akıl verme.)
akıl cetpe- (АКЫЛ ЖЕТПE-) [akıl yetmemek] Aklı yetmemek, ermemek: “Akılı cetpey aytıp catpaybı.” -KT. (Aklı ermediğinden söylüyor ya.)
akıl kalça- (АКЫЛ КАЛЧА-) [akıl yürütmek] Düşünüp taşınmak: “Аkıl kаlçаp