İlk kavga, tabii ki, azıcık anlaşamamaktan çıktı. Sonra büyüdü, büyüdü. Sonuç… (Sonucu hikâyenin sonunda öğreneceksiniz). İlk başta o ufak anlaşmazlığın neden çıktığını, sorunun aslını astarını dosdoğru belirlemek, çok hassas ve zor bir konudur. Biz, tabii ki, gizleyecek değiliz ya, Kazak olduğumuz için doğrusunu yanlışını dikkate almadan, kan çeker ya, skandalın çıkış sebebini başka türlü değerlendirebiliriz. Ancak biz, eski Sovyet vatandaşı değil miyiz? Yani enter… nasyonalist. Ayrıca bugünkü ülkenin sahibi. Yani çok uluslu; sırası gelmişken, çok azınlık tek uluslu bir devletin başlıca ve en önemli temsilcisiyiz! Ülkedeki huzur ve istikrarlılık benim, yani Kazak halkının sabrına, sağduyusuna, tahammül gücüne ve siyasetine doğrudan bağlıdır. Bunların hepsini dikkate almak suretiyle, içe dönük, dar görüşlü milliyetçi zihniyetimizden sıyrılıp gerçeği, doğruyu anlatmaya gayret edeceğiz.
Evvel zaman içinde, Büyük Ekim Sosyalist Devrimine kadar… Affedersiniz, alışmış ağız saçmaladı, daha düne, yani ülkemizin egemenliğine kadar Rahman Ata, Almatı civarındaki tek Kazak köyü olarak biliniyordu. Çünkü çoğunluk Kazak. Çoğunluk değil, neredeyse hepsi Kazak. Hepsi de diyebiliriz ama tamamı değil. Beş yüz haneli köyde dört Rus, üç Alman, iki Koreli, bir Uygur, bir Yahudi ve milliyeti kesin olarak bilinmeyen bir kişi daha olmak üzere toplamda Kazak olmayan on iki aile vardı. Kalan dört yüz seksen sekiz aile Kazak. Eskisi gibi olsaydı, resmî verilerde Rahman Ata köyünde yedi Sovyet halkının temsilcileri bir arada mutlu bir şekilde yaşamakta, diye yazardı. O kalabalığı oluşturan Kazaklar, sosyalizmi hallederek komünizme doğru emin adımlarla yol alan yedilinin sadece bir parçasıdır. Buna göre Rahman Ata’nın tamamen bir Kazak köyü olmadığını kabul etmek gerekir. İşin aslına esasına bakılırsa, değil tamamına yakını veya yarısı, yalnızca yedi milletten biri demeleri bile sırf laf olsun diyedir. Köydeki bütün idari yazışmalar ve evrak işleri, büyük Rus halkının kudretli dilinde yürütülüyor. Resmî toplantılar, görüşmeler, törenler, tabii ki, tamamen Rusça. Bu doğru da: Böyle büyüklü küçüklü toplantılara hiç değilse iki üç Rus’un veya Kazakça anlamayan bir iki kişinin daha katılması mümkün ya! Peki, ya tek Rus’u istese bile bulamayacak olan çobanlar kurulu? O da Rusça. Kışın kumlara açılan, yazın dağlara çıkan vahşi çoban varsın bir şey anlamasın; özellikle çağrıldığı için konunun hayvancılıkla ilgili olduğunu kavrayamayacak kadar cahil değil ya! Üstelik günümüz çobanı Rusça bilmese bile, Kazakça okuma yazması var; gerekli sözü (tabii ki yüce Rus dilinde yazılan sözü) bir kâğıda yazıp verseniz, kürsüye çıkarak tane tane okumaya hepsinin de gücü yeter. Demek ki dil-vasıta konusunda hiçbir sıkıntı yok. Hülasa bütün işlerde komünizm fikirleri saltanat sürüyordu. Bu bağlamda, Rahman Ata köyünün Kazaklarla ne yakından ne de uzaktan bir ilgisi var. Bir tek okul. Karışık. Karışık derken, on sınıf Kazak, yirmisi Rus sınıfı. Dil bakımından. Diğer bakımdan, daha az önemi olan, okuldaki dokuz yüz çocuğun sekiz yüz doksan biri Kazak, kalan dokuzu ise üstün milletlerden olup iki Rus, dört Alman, bir Koreli, iki Uygur çocuğu var. Bir zamanlar işte bu üstün ırkların, baskın kardeşlerin isteği üzerine yarısı veya çeyreği Rusça olan sınıflar açılmıştı; zamanla Kazak çocuklarıyla tamamlanıp doldurularak ve sayıca giderek artarak bu kadar parlak bir seviyeye ulaştı. Komünizme yaklaştığımız her saat Kazakça sınıflar azalarak sonunda tamamen yok olmaya mahkûm idi. Rahman Ata köyünün, o zamanlar tabii ki adı farklıydı, ya Falanca-skoye ya da Filanca-ka; bu Falancanın kim olduğunu, Filancanın ne gibi anlam ifade ettiğini kimse bilmez fakat her şey hak ve hukuka göreydi, işte bu Fal-Fil-skoye-ka köyünün parlak geleceğinden kimsenin kuşkusu yoktu.
Derken nasıl olduğunu yine kimse bilmez, yerküreyi titreten, dünyanın yarısının dizginini elinde tutan süper güç sovyet devletimiz tarumar oldu. Darmadağın oldu. Tarumar olması bir şey değil, biz ayaktayız. Darmadağın olması da bir şey değil, biz bir bütünüz. Uğursuzluk bu ya, en üstte oturan Kanlıkafa Parlakbaş çarın ahmaklığından faydalanan, ondan bir basamak daha aşağıda olmasına rağmen, yiğitliğine yenik düşen Basıkburun Kalınsaç knyaz, Büyük Rusya’yı zihniyeti farklı Baltık milletlerinden, mizacı farklı Kafkasya’dan, dini farklı Orta Asya’dan azad, bağımsız ülke olarak ilan etti. Parlakbaş ile Kalınsaç, aralarında sürüp giden taht kavgalarına kendilerini kaptırınca Kazakistan’ı unutuvermişler. Peki, biz ne yapmalıyız? Moskova’yı dize getirip her şeyi yerli yerine koymaya gücümüz yetmiyor. Öyleyse başka çare kalmadı… Biz de özgürüz! Egemen Ülke olduk, yaşasın!
Bu tarihî olay hakkında o gün, o hafta, o ay Rahman Ata köyü duydu veya duymadı fark etmez, kimse sevinmedi; kimse de üzülmedi, eskiden olduğu gibi uyuklamaya devam etti. Ancak devir, insanı kendi başına bırakır mı hiç? Çok geçmeden Rahman Ata halkı, egemenliğin anlamının farkına varmaya başladı. Kendinin değil, başkasının egemenliğinin.
İlk önce bir Yahudi gitti. Uzaktaki tarihî vatanına dönecekmiş. Yetmiş yedinci atası bundan iki bin yıl önce baskı altındayken oradan göç etmek zorunda kalmış. Öylece Avrupa’yı aşıp Rusya’yı geçip bize ulaşmış. Şimdi ise niyeti, yeniden kurulan eski ulusunu geliştirmekmiş. Rahman Ata köyü, iyi yolculuklar diledi.
Ondan sonra üç Alman. Yedinci ataları, bundan iki yüz yıl önce mutluluk peşinde göç etmişler. Önce göç etmişler, sonra onları göç etmeye mecbur etmişler. Sonunda bize gelip yerleşmişler. Şimdi ise bir parçası oldukları, oldukça zengin ve güçlü vatanlarına kavuşma niyetindeler. Rahman Ata köyü, gözü yaşlı vedalaştı.
Daha sonra dört Rus. İkisi, elbette kendileri değil üçüncü ataları, bundan yüz yıl önce bu bölgeyi yerli yabanilerden temizlemek üzere gelmişler. Üçüncüsü, elbette kendisi değil babası, her ne kadar yoğun faaliyetler yapılsa da, bir türlü temizlenmek bilmeyen bölgeyi nizama sokmak ve düzen vermek üzere bundan yetmiş yıl önce gelmiş. Biri de, dedesi veya babası değil kendisi, çorak, ıssız ve uçsuz bucaksız bozkırı bayındır hâle getirmek, cehaletten arınamayan yerli halkın elinden tutup uygarlığa ulaştırmak üzere bundan kırk yıl önce gelmiş. Bunlara da teşekkürler. Tarihî misyonlarını yerine getirdiler. Artık eski yurtlarına dönmek istemişler. Çok zor oldu. Bütün köylüler, dil döküp caydırmaya çalıştılarsa da, durduramadılar. Gittiler. Rahman Ata köylüleri ile kadehlerini tokuşturup eklemleri gevşeyip ayrıldılar.
Şimdi de iki Koreli… Diğerlerini uğurlamakla meşgulken yüzleri kendilerininkine benzeyen kardeşlerin nereye gittiklerini kimse fark etmemiş. Rahman Ata köyü, küstü. O arada köydeki tek Uygur da kayıplara karıştı. En yakın olanı da oydu sanki hiç olmazsa vedalaşmaya tenezzül etmemiş. Rahman Ata köyü, dargındı. Ancak hiçbirine karşı kin beslemedi, neyse, yolları açık olsun, dedi.
Böylece, bizde yedi ulusun temsilcileri var, diye hava atan köyde kala kala iki ulus kaldı. Eskisinden de sayısı artarak altı yüz kırk haneye ulaşan kalabalık Kazak nüfusu ve tek hane -genç karısı ve hastalıklı, küçük kızı olan, soyu sopu, sülalesi, ırkı belli olmayan ama Kazak olmadığı kesin şoför Marat. Soyadı ya Mirzoyev, ya Mirzoyan, ya da Mirzozade, belki de Mirzopulo. Adı Marat. Evet, bunu söyledik. Sosyalizm platformundaki bütün uluslara ortak, hem güzel hem de heybetli bir isim. Marat Mirzo… Milliyeti belirsiz olduğu için, kendi de pek dikkate alınmıyordu. Eskiden beri. Şimdi iyice dikkatlerden uzak kaldı. Yani burada tamamen Kazakların yaşadığına kanaat getiren Rahman Ata köyü, enternasyonal görevini unutmuştu. Ancak çok geçmeden aklı başına geldi.
Kimisi üç yüz yıl der,