Şarkılar düşmezdi dilimizden,
Geceydi, gün ışırdı, at arabaları,
Korku kaçardı yarınki neşemizden.
İşimiz zordu, acıydı, belki de gaddar,
Ayşığı güzel, tütün acı kokardı.
Sorarım, ne vardı bizi kıskanacak,
Ayışığı güzel, tütün acı kokardı
.
Şimdi aldılar tarlalarımızı elimizden,
Çocuklarımız ufka hüzünle bakacak.
Toprak uysal, toprak dilsiz ve sağır,
Güneş biraz daha erken batacak.
Yorulur, dalarım düşlerime
Kitaplarımla baş başa kalırım
Yalnızlık korkusu girerken yüreğime
Robinson Kruzue’yi anarım
Törenler, top ve tanklar, alkışlar
İnsanlar birbirini sevmelidir
Donkişot ne isterdi hayattan
Şanzo Panzo hâlâ gülmektedir
Çalıkuşu’nu çocukça seviyorum
Öğretmen dediğin böyle olmalı
Munise’nin dişleri apak hâlâ
Zeyniler köyüne birlikte gidiyorum
Nasrettin Hoca kendi gülmez hiç
Göle kaşık dolusu yoğurt atar
Dillerden düşmez belki de hiç
Akşehir’de şimdi sessiz yatar
Keloğlan bir iyiliksever delikanlı
Anacığını pek sevmektedir
Nereye varsa bir kötülük, haksızlık
Hepsinin hakkından gelmektedir
Köroğlu, yiğitlik, Ayvaz
Bolu dağları inlemektedir
Nal sesleri, kılıç şakırtıları
Gece uykularıma girmektedir
Baharı nasıl sevmem
Uyanır tüm hayvanlar
Yeşerir doğa bütün
Çiçeklenir ağaçlar
Yaz, çiftçinin umudu
Karıncalar çalışır
Güneş kavurur bizi
Ambarlar kışa hazır
Sonbaharda yapraklar
Hüzün veriyor bana
Okullar açılırken
Neşe dolar her yana
Kışı hep soğuk derler
Karlar, buzlar, yağmurlar
Kötü günler görmeyen
İyi günden ne anlar
Bir resim yaptım anne
Evler, dağlar, bulutlar
Kuşlar uçtu havada
Yaprak döktü ağaçlar
Dere üstünde köprü
Arabalar geçerdi
Altındaki sularda
Ne ördekler yüzerdi
Alanlarda çocuklar
Uçurtmalar bulutta
Yanımda sen vardın hep
Sevgilerim dorukta
Ağaçlar orman orman
Kuşlar nasıl sevinçli
Bulut yaptım üstüne
Yağmur yağdı durmadan
(Rahmi Ali, 1960’lı yıllarda sohbetimsi bazı düşünce ve köşe yazıları yazmış olmasına karşın gerçek anlamda deneme yazılarına Şafak dergisinde başladı. Çok sayıda denemesi bu dergide yer aldı. Aşağıda bu köşe yazılarından bir; denemelerinden de birkaç örnek veriyoruz)
Bilmem dikkat ettiniz mi? Çeşitli yaş ve mesleklerde beş yüz-altı yüz kişi bir film seyrediyor, bunların içinden hiçbir kişi çıkmıyor ki, kötü kişi rolünü oynayanı alkışlasın. İyi kişi rolü oynayanın başı dertteyse herkeste bir telâş, bir heyecan… Yeri gelip da kötü kişi, iyinin karşısında yenilgiye uğrarsa seyircilerde bir rahatlama oluyor. Bu durum, bütün sinema salonlarında böyle… Herkes,,iyiye dost; kötüye düşman. Kötüyü haklı bulan hiçbir kişi yok seyirciler arasında. Demek ki iyiliğe doğru bir meyil var insanlarda. Bu bir gerçektir. Ama hırsızlıklar, kavgalar, adam öldürmeler yine bu seyirciler arasından çıkmıyor mu? Bu da bir gerçek değil midir? Nasıl oluyor da filimde bir çocuğun öldürülüşüne göz yaşları döken bir kişi bir çocuğun katili olabiliyor. Bu, ayrı ve geniş bir davadır.
Aslında herkes hür, korkudan uzak, sevilen bir kişi olarak, ailesi ile birlikte neşe içinde yaşamak ister… Öyleyse neden insanlar arasında devamlı bir geçimsizlik hüküm sürüyor? Bunun nedeninin, başkalarının haklarına saygı göstermemekte aramalıyız. Bütün anlaşmazlıklara çekilen yollar buradan başlar. Eğer insanlar keseri hep kendi taraflarına yontmak istemeselerdi, dünyamız muhakkak ki bugünkü durumundan çok daha sakin ve o kadar da refah içinde olacaktı. Ama, yok mu şu keseri hep kendi tarafımıza yontmak?.. Sen böyle düşünüyorsun, ben öyle düşünüyorum, öteki öyle düşünüyor, daha başkaları da aynı şeyi düşünüyor… derken bir ip çekmece başlıyor; ya senin tarafa, ya benim tarafa!.. Sonu gelmiyor bu çekişmelerin. Uzadıkça uzuyor, huzurlar kaçıyor.
Bakıyorum, iki kardeş arasında bir miras davası, iki komşu arasında bir duvar, iki köy arasında bir örü davası… Dargınlıklar, kavgalar ve mahkemeler… İki taraf da huzursuz… İki taraf da sadece kendini haklı, karşı tarafı haksız görüyor. Halbuki normal düşünüp iki taraf da karşısındakinin hakkına saygı gösterse bu çekişmelere hiç de lüzum kalmıyacak, gül gibi geçinilip gidilecek…
Madem ki hepimiz kin, nefret ve kavgadan uzak, huzur içinde yaşamak istiyoruz; öyleyse ne yapıp yapıp başkalarının haklarına saygı göstermesini öğrenelim. Çünkü, ancak bu şekilde özlemini çektiğimiz huzura kavuşabiliriz.
Uzamıştı adamın sakalı ve düşünceliydi. Kadının biri: “Miskin” diye geçirdi içinden.
Adamın tıraş olmaya parası yoktu.
Bir ana, dört saatlik dağ yolundan inerek ateşler içinde tutuşan çocuğunu sırtına bağlamış, doktora yetiştirmeğe çalışıyordu; bazıları gülmüş olmak için güldüler kadına.
Biri “Tam aradığım erkek”, biri de “işte adın bu” dedi içinden. Ama bunu birbirlerine açamadılar. Öylesi daha iyiydi; çünkü ikisi de evliydiler.
Kadının biri:”Hu uu!..” diye bağırdı komşusuna,”duydun mu, Arabacı Arif’in