Tölen Abdik Hayatı ve Seçme Eserleri. Анонимный автор. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Анонимный автор
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6981-94-2
Скачать книгу
yaklaştığı, yaşam çemberi daralan bir hayvanın çaresiz haline düştüğünü anladı, iyice apışmaya başladı.

      Sekreter sinir savaşını kendisinin kazanmak üzere olduğunu hissederek uzlaşmacı bir sesle:

      – Aben, biliyorsunuz ki, siz de biz de mayın arayan asker gibiyiz. Her hatamızın en son hata olması lazım. Açıkça konuşayım, sizin bir değil birkaç hatanız oldu… Geçen seneki işçi grevi. O olayın duyulmasına izin vermeden bastırdık, ama böyle bir olayın olduğunu biz biliyoruz. Acısay fabrikasındaki yangın. Kendini asarak intihar eden muhasebeci. Sel gibi akan isimsiz mektuplar. Bunların her birinin kurumuş ot gibi azıcık bir ateşle büyük bir yangına dönmesi işten bile değil. Eğer bu iş böyle uzayacaksa, meselenin yarın daha farklı bir mecraya akması mümkün. Şu an en müsait zaman. Bu yüzden çocukça davranmayın.

      Sekreterin sesi eskisinden daha yumuşak olarak devamla:

      – Biz seni tamamen başıboş bırakmak niyetinde değiliz ki, biraz sabredersen bir şeyler ayarlarız…

      Sekreter bu laflarıyla meseleyi tamamen kapatamasa da, esas itibarıyla halledeceğini ummuştu, fakat Aben o arada dinlenmiş gibi tekrar şaha kalktı.

      – Yoook, orda bekleyin, işçi grevi, her şeyden önce, suçluların organize ettiği iş. İkinci olarak, grevcilerin talep ettiği şey benim değil sizlerin çözeceği şeydir. Beni taaa şeydeki Acısay yangınının suçlusu yapmak istiyorsunuz, ama benim yerimde olsaydınız siz ne yapardınız? Hiçbir şey yapamazsınız. Muhasebeci ise, özür dilerim, ama ailevi problemleri yüzünden şey etti… Onun faturasını da mı bana çıkartacaksınız? En son olarak da imzasız mektuplara nasıl önem verebildiğinizi hiç anlamıyorum. Eğer onu yazan gerçekten haklıysa ismini niye saklasın?

      Aben kendisine destek çıkacak bir insan arıyormuş gibi etrafına bakındı.

      – Ne derseniz deyin imzasız mektupların yüzde 75-i gerçek çıkıyor. İkinci olarak da, sizin alanınızda işlenen suçlardan, sizden başka sorumlusu yoktur.

      – Tamam, sorumlusu ben olayım, ama meseleyi illa bu şekle çevirmeye ne gerek var? Genel olarak plan hedeflerine ulaşıldı mı? Ulaşıldı. Demin konuşulan şeyler diğer bakanlıklarda yok mu? Anlatayım… Diye parmağını bükmeye başlayan Aben’i, sekreter durdurdu.

      – Peki, peki, gerek yok ona. Şimdiki konuşmamız sizin hakkınızda.

      – Ya niye bir tek benim hakkımda? Açık açık söyler misiniz bana kimin için yandıracaksınız beni? Hayır, bu işi böyle bırakamam. Dilekçe de yazmayacağım!

      Sekreter sesini ilk defa sertleştirerek:

      – Yazacaksınız!

      İyice coşan Aben, hiç taviz vermeden

      – Yazmayacağım! Çıkarıyorsanız çıkarın, ama yarın birinciye gideceğim.

      – Gidip de ne yapacaksınız?

      – Orasını bana bırakın. Sizden başka da iş çözen insanlar var.

      Sekreter yabancı bir sesle Rusça konuşarak:

      – Bak, Çocuk değilsin, bakan olarak ilk sene çalışmıyorsun. Anlaman lazım ki, şeref sadece kazanmak için değil kaybetmek için de lazımdır. İnsan kaybetmesini de bilmeli, saçma sapan hareketlere lüzum yok.

      Sekreterin Rusça lafları, gerçeklerin yüzündeki perdeyi tamamen açan, meseleyi doğrudan anlattı. Deminden beri konuşulanlara nazaran çok daha etkili oldu, savaşın en sonu için saklanmış gizli bir silah gibi Aben’i hemen ayılttı. Birinin ahmaklığını yargılar gibi kafasını sallayarak:

      – İmayı anlamayan hiçbir şeyi anlamaz…

      Aben ya hayret ya da korku dolu bir sesle.

      – Patronun talimatı mı? Dedi.

      Sekreter Aben’i deler gibi sesiz bir şekilde baktı. İşin aslını Aben o zaman anladı; takatini yitirmiş, bir tek gölgesi kalmış gibi iki büklüm bir şekilde, başını kaldırmaksızın elini uzatarak bir gün öncesinden hazırlamış gibi bir sayfa beyaz kâğıt ile kalemi eline tutuşturdu. Aben yarı şuurlu bir şekilde, özensiz bir el yazısıyla, kendi isteği üzerine işten ayrılma dilekçesini yazdı. Sonra tam uyanmamış biri gibi sessizce yerinden kalktı, sekreterle vedalaşmadan, odadan çıktı, bir şeyler diyen yardımcının dediklerini anlamadan sallanarak dışarı çıktı.

      İşte o anda his ve düşünce dünyası alt üst oldu. Daha demin şu binaya bakan olarak giren insan, şimdi bakan sıfatını yitirerek dışarı çıktı. Sadece kendisi değil bütün hayat değişmiş gibiydi. Sırada biri olarak nasıl yaşayacağını bilemeyip buhran geçiriyormuş gibi durdu yerinde. Arkadaşlarından bir bakanın makam koltuğundan ayrılıp ilk defa evine arabasız dönmek zorunda kaldığında, hangi toplu taşıma aracına bineceğini bilmediği için “Eyvah eve nasıl gideceğiz şimdi?” dediğini duymuştu. Şimdilik emrinde bir araba varsa da, yarın bu durumun kendi başına da geleceği açık. “Sahi bizim eve hangi otobüs gider acaba?” der gibi yol kenarındaki giderek uzaklaşan durağa ilk defa dikkatlice baktı.

      Aben, arabaya nasıl bindiğini de hissetmedi. Şoförü:

      – Aben İlyasoviç, bir yerinizde ağrı mı var? Dediğinde “Sen de nereden çıktın?” der gibi gözleri fal taşı gibi açılmış, hayretler içerisinde baktı.

      Aben bir tarafı ağrıyan biri gibi acıdan inlediğini kendisi de duydu. Şoförünün sorusuna ne cevap vereceğini düşünürken acıdan yine inledi. Sonra hayatında hiç sızlamayan dişinin sızladığını hissetti. Niye inlediğini şimdi anladı.

      Aniden bir şeyi hatırlamış gibi:

      – Dur! Dedi.

      Çöllere düşmüş ve sonra gönlünde bir ümit ışığı parıldar gibi olan bir insanın sesiyle; “Moskova’yı niye aramıyorum? Merkez bakanlık bekleyin derse buradakiler ne yapabilir?” Fakat bu düşüncesi fazla sürmedi. Arabayı durdurdu, yüzünde soru işareti ifadesiyle bakan şoföre bir şey diyecekti ki, gözüne arabanın saati ilişti. Gece saat on. Hiç kimseyi arayamazsın. İşte o zaman Aben, adamların işlerini çevirmek için haftanın son günü Cuma’yı boşuna seçmediklerini, bütün bunların olaydan sonra hiçbir yere telefon açılmaması için, dışarıdan kendilerine telefon açtırmayı engellemek için yapıldığını ve bunların önceden planlanan büyük bir oyunun parçası olduğunu anladı.

      Dişi yine sızladı.

      – Gidelim, dedi şoförüne hafifçe.

      Bakanın sesinin patron eminliğini kaybettiğini, tanımadık bir yolcunun ricası gibi yumuşak çıktığını şoför de fark etti.

      Eve gelince karısına ne diyeceğini bilemedi. Alt üst olan ruh dünyası bundan sonra eve geçeceğini, eski anlayış, eski moralin değişeceğini hissettiğinde bir şeyler kopmuş gibi sarsıldı. Bazen arkadaşlarıyla konuşurken “Yarın bakanlığı bırakacağım zaman,” konulu şakalar yapsa da bu durumun bu kadar ağır geleceğini, tüm hayallerini suya düşürüp tüm ışıklarını söndüreceğini tahmin etmemişti. Bu dehşetli his yavaş yavaş geçmenin yerine, kendisinin nasıl bir şeye uğradığını daha iyi anlarken, büyük fırtınalar koparıyor, iç dünyasını paramparça ediyordu.

      Dilekçe yazıp sekretere bıraktığını karısına söylemeye iki üç defa yeltense de cesaret edemedi; çünkü ondan sonra sil baştan başlayacak olan buhran, çok ağır gelecek gibiydi. Eskiden kısa bir süreliğine bakan yardımcılığı pozisyonundan düşürüldüğünde karısı, bütün gece böğürerek ağladığında, işten atılmanın nasıl bir trajedi olduğunu o zaman iyi anlamıştı. “Onun için biraz bekleyeyim, hiç olmazsa kendime