Aben içinden, “Anlaşıldı, küçük de olsa patron olmak istiyorum diyorsunuz… Her halükarda yardımcım bu işe balsın, gerçekten de haksızlığa uğramış olabilir.” dedi. Bunları düşünürken eline kalemini aldı, açık yatan not defterini önüne doğru çekti.
– Soyadınız?
– Koybağarov… Koybağarov Aman Koybağaroviç.
– Peki, isminizi aldım.
Aben Koybağarov’un kendi hakkındaki uzun hikâyeye tekrar başlamasını engelledi ve “Aman” isminin Kazakça hürmet ifade edecek varyasyonunu düşünmek için bir an bekledikten sonra, sesini yükselterek:
– Abeke, isminizi aldım. İşinizi ilgilenmeleri için gerekli yerlere aktaracağım. Şu anda fazla zamanım yok. Başka bekleyenler de var.
Koybağarov, bir anlık sessizlikten sonra meselesinin çözüleceğine inancını yitirmişçesine, hayalleri suya düşmüş bir şekilde geveleyerek vedalaşıp, odadan morali bozuk olarak çıktı.
İçeriye yardımcısı girdi.
– Merkez Komiteden aradılar. Sizin burada olup olmadığınızı sordular, dedi.
– Kim?
– Sekreter yardımcısı.
– Beni niye aramıyor? Aben masasındaki kırmızı telefona “Bunun yüzünden mi yoksa?” diyen şaşkın bakışlarla baktı.
– Bilmiyorum, ikinci kez arıyorlar. Giderse bize bildir diye tembihlediler bana.
Aben saatine baktı. Yedi buçuk. Bugünün Cuma, yani kısa mesai günü olduğunu hatırladı, ama işkolik biri için ofis evden evladır. Eve gittiğinde televizyondan başka eğlence yok zaten. Ellerini nereye sığdıracağını bilmeden sersem sersem dolaştığı günlerini bilir. Ofisteyse kendini suda yüzen balık gibi hisseder.
Aben bir iki saat daha oturmaya niyetlenmiş ki, “Girsin,” dedi bir kez daha kapıyı gözüyle göstererek…
Saat sekizde “Kremlyovka” çaldı. İkinci kez çaldığında Aben ahizeyi kaldırdı.
– Alo.
– Aben İlyasoviç?
Aben sekreterin sesini tanımıştı.
– Dinliyorum.
– Bana uğrarsanız.
– Tamam.
Sekreter başka hiçbir şey demeden telefonu kapattı.
Aben düğmeye basarak yardımcısını çağırdı ve:
– Araba duruyor mu? Dedi, önündeki kâğıtları toplarken.
– Duruyor.
Aben kabul odasına girdiğinde sekreter yardımcısı yüzünde esrarengiz bir ifadeyle koltuğu göstererek:
– Oturun biraz, hemen çağıracak.
Aben, sekreterin bu işine alınarak, “Şu anda kimse yok ki içeride. Kapısının önünde iki dakika da olsa bekletmekten zevk mi alıyor acaba?” diye düşünürken, içeriden ikinci sekreterin yardımcısı çıktı ve Aben’i görünce çok sevinen bir insan havasıyla:
– O, Aben İlyasoviç nasılsınız? Diyerek elini tekrar tekrar sıkarak memnuniyetini izhar etti.
“Artist”.
– Girin.
Aben, duvarları oymalı ahşapla kaplı salonvari büyük bir odaya girdi. İki büklüm şekilde bir şeyler yazan sekreter, Aben girdikten sonra da işine devam etti. Bir müddet sonra kalemini kapattı, koltuğuna yaslandı ve aklı başka bir yerde olan insan edasıyla Aben’e, uzaklara bakar gibi bakarak:
– Durumlar nasıl?
– Durumlar bir iki cümleyle anlatılacak gibi değil ki, dedi, Aben gülerek.
Sekreter ne diyeceğini şaşırmış gibi bir an sessiz kaldı. “Boş oturacağımıza havadan sudan dem vuralım.” dermişçesine bir ses tonuyla:
– Sağlık sıhhat nasıl?
– İyi, dedi Aben, muhatabına hayretler içerisinde bakarak:
– Bu sene izne çıkmış mıydınız?
– Hayır.
Sekreter masaya doğru eğilerek:
– Yaa… O zaman şöyle yapalım, dedikten sonra yine sessizliğe büründü ve:
– Bakan olarak kaç yıldır görev yapıyorsunuz? Dedi.
– Altı sene.
– Mmm… Altı sene az bir süre değil. Çok çalıştınız. Kimse inkar edemez bunu. Evet, ama… Siz de biliyorsunuz, hayat aynı yerde durmaz. Zaman değişiyor. Dünün işi, dünün aklı bugün için yetersiz…
Daha önce hiçbir şey anlamayan Aben’in içi aniden cız etti.
Sekreter sözüne devam ederek:
– Geçen size de gösterdim, hakkınızda şikâyet çok… Sizi bundan önce de uyarmıştık. Bir neticesi olmadı, ama belki yorulmuşsunuz da. İnsan demir değil ki. Hiç kimsenin alnında yazılı değil hiçbir makam. Yarın hepimiz gideceğiz sıramız gelince. O yüzden ağır da olsa söylemem lazım…
Sekreter, “Söyleyeceklerime sinirleri dayanır mı acaba?” dermiş gibi Aben’in yüzüne mütecessis bir şekilde bakarak devamla:
– Sizin bu işten kurtulmanız lazım… Önünüzde bir ömür var. Bir süre sonra bir iş buluruz.
Aniden böyle bir şeye uğrayacağını tahmin etmeyen Aben dondu kaldı. Bir şeyler demek istedi, ama ağzı kurudu, bir ses çıkaramadı.
– Siz de biliyorsunuz, her zaman özveriyle çalıştım, eksikler var belki, ama kimde yok onlar? -Aben bir sure önce yanına gelen adamın lafını tekrarladığını hissedince şaşırdı.– O kadar aksayan bir şey de yok gibi zaten. Siz de biliyorsunuz. -Sesinin acıklı bir şekilde çıktığını, ruhuna işkence ettiğini, söylediklerine değil sekreterin kendisine bile inanmadığını fark etti, ama söylediklerinin yalan olmasından değil, betinin benzinin atmasından.– Başka iş diyorsunuz… Nasıl yani böyle aniden… İzin verirseniz eğer çalışmaya devam etmek isterdim…
Aben birden durdu; çünkü feleğinin şaştığını, laflarının anlamsızlaştığını açıkça hissetti.
Sekreter:
– Kıdemli birisiniz, durumu anlamanız lazım.
Aben yenilmesini bilmeyen akılsız bir çocuk gibi durumu anlamak istemedi, çığlıklar kopararak:
– Suçum ne söyleyin lütfen! Kimin yolunu kapatıyorum? Kime lazım oldu yerim?
Sekreterin içi cız etti, zira Aben’in son lafları, kendisini bir çıkmaza sokmuş gibi oldu. Geçenlerde önemli bir müessesenin müdürü beni kaydırmak için dosya hazırlanıyor diye ikinci sekretere çıkışmıştı. İkinci sekreter çare kalmayınca Öyle bir dosya yok, demek zorunda kaldı. Hâlbuki böyle bir dosya hazırlığı vardı. Bunu genel dairede çalışan biri anlatmıştı. Resmi bir cevap verilince dosya yürürlüğe konmadı, müdür de yerinde kaldı. Onun yerine genel dairedeki kişi işten çıktı.
Bunları düşünen sekreter bu işin sonu hayra varmayabileceğinden korktu. “Biraz cebelleşmek zorunda kalacağız.” dedi içinden bakanın kolay kolay pes etmeyeceğini anlayarak. Sekreter hiçbir şey demeden sessiz bir şekilde Aben’in diyeceklerini dışa vurup, krizin geçmesini bekledi.
Kendisinin emeğini,