–Benim için endişe ediyorsunuz, biliyorum, sizlere tekrar tekrar teşekkür ediyorum; ama ben intihar edecek kadar zayıf biri değilim. Eğer asarsam, komutanı asarım!-dedi ve güldü.
Komşu masadan birisi:
–Kancık geliyor.
Gelen Tabur Komutanı idi. Ustaların masasına yaklaştı ve selam vererek:
–Akademik, bu masada oturman için vakit erken değil mi?
Ağa, Akademik’in konuşmasına fırsat vermeden gözünün birini kısıp Tabur Komutanı’nı aşağıdan yukarı doğru süzerek:
–Komutan, var git kendi işinle meşgul ol, önümüzdekini zehir-zıkkıma döndürme, yoksa tabağı kaldırır kafana geçiririm.
Tabur Komutanı:
–Usta niye sinirleniyorsun, ben Akademik’le konuşuyorum?
–Sana söyledim bir kere! Bunu da iyi anla, biz gideceğiz, gittikten sonra Akademik’in incittiğini duyarsak, nerede elimize geçersen orada yakalayıp horoz gibi öttüreceğiz, anladın mı?!
Tabur Komutanı çekine çekine:
–Anladım!
Kriminolog odaya girdiğinde Savcı telefonda birisiyle konuşuyordu ve asabı son derece bozuktu:
–Sana söyledim ya, elimizden geleni yapıyoruz, konunun üzerindeyiz ve durmadan çalışıyoruz. Yahu koskoca Amerika’da elli yıldır Kennedy’nin katilini bulamıyorlar, şimdi sen iki ayağımı bir pabuca sokup üç günde böylesi bir cinayeti aydınlatmamı mı istiyorsun? Şerlok Holms bile cinayeti üç-beş güne aydınlatamamış. Sonra benimle böyle bir tonda konuşmayın lütfen, ne sizin emrinizdeyim, ne de çocuğunuzum, tam otuz yıldır savcılık görevini yürütüyorum. Savcı olduğum zaman sen tıfıl bir askerdin ve tuvalet temizliyordun. Şimdi general olmuşsun, gel de tepemize çık bari! Eğer o birlikte meydana gelen olayları aydınlatmama izin verseydiniz durum bu kerteye varmazdı. Peki, askerler öldüğü zaman niçin böyle yırtınmıyordunuz? Onlar insan değil miydi? Ağızlarından henüz süt kokusu gelen tertemiz yavrulardı. Onların bedduası Albay’ı çarptı. Endişelenmeyin, o yavruların kanı bir gün bizi de boğacak. Bize zarar vermese de çocuklarımızın karşısına çıkacak!-telefonu kapadı, aynı asabi tonla da Kriminolog’a: -Kolundan mı tutup oturtacağım be adam, otursana!
Aynı hiddetle zili bastı:
–Kız, gelip şu zıkkımı değiştir. Allah’ın bir bardak çayını bile rahatça içmeğe müsaade etmiyorlar-dedi ve masadaki bardağı alarak karşı duvara fırlattı.
Kriminolog ilk defa Savcı’yı böylesine hiddetli görüyordu.
Savcı:
–Sigaran var mı?
–Siz içmiyordunuz ama?!
–İçerim veya içmem, sigaran var mı diye soruyorum?
Çıkarıp Savcı’ya bir sigara verdi, kendi de yaktı. İki nefesten sonra Savcı öksürük nöbetine tutuldu, sigarayı Kriminolog’un önündeki kül tabağında söndürdü. Bir hayli öksürdü.
–Yahu, bu mereti nasıl içiyorsunuz?!
Sekreter iki bardak çay getirdi, sonra da yerdeki cam kırıklarını almak istediğinde Savcı bırakmadı:
–Sonra toplarsın.-dedi ve gelip Kriminolog’un karşısındaki koltuğa oturdu; -Hıı, kendin duydun oğlum, anlat bakalım.
Savcı’nın oğlu yoktu. İki kızı vardı ve ikisi de evli idi, elemanlarına hep “oğlum” diye hitap ederdi.
Kriminolog dosyasını çıkardı:
–Sayın Savcım, birkaç ihtimal var ve hepsini göz önünde tutuyoruz; ancak biraz vakit alacağını sanıyorum.
–Oğlum, vaktimiz çok az. Duydun. Bu üç-beş günde belki de otuz defa telefon etmişler. Bunu aydınlatamaz isek ikimiz de yandık. Zaten benim yaşım geçmiş, yükümü de istediğim kadar tutmuşum, sana acıyorum. Şimdi ihtimalleri sırala bakalım.
–Birincisi, namus konusuna benziyor. Üzerinde çalışıyoruz; ama bana göre bu cinayetin namus konusu ile ilgisi yok.
Savcı:
–Peki neden…Niçin tam orasından vurmuşlar?
Kriminolog güldü:
–Sayın Savcım, burası İtalya değil, ağzını açıp dişlerine bir de çiçek sıkıştırsınlar. Ya tesadüftür, ya da öldüren kimse kurşunu içi yandığından dolayı yakından sıkmış, kısaca, sen erkek değilsin demek istemiş. Onun kaç kadınla ilişkisi olduğunu öğrendim, öylesine ciddi bir şeye rastlamadım. Telefon defterinde bir tane bile herhangi bir kadına ait numara yok. Sürücüsü de Pazar günü hariç hep komutanla birlikte imiş; ancak şimdiye kadar onun herhangi bir kadınla birlikte olduğunu veya ilişkisini hissetmemiş.
–Peki, ama Belediye Başkanı neden, “ne vakit ararsan saunada buluyordun” diyor.
–Başkan olaya kendi açısından bakıyor, saunaya da kadınlarla birlikte olmak için gidildiğini zannediyor. Siz de her hafta saunaya gidiyorsunuz, kadınla mı oluyorsunuz?
Savcı gülmeğe başladı:
–Belki de gidiyorum, nereden bileceksin?
–Gitmiş olsaydınız sizin için de konuşurlardı.
Savcı kalktı, odada bir o tara bir bu tarafa biraz gezindi. Pencerenin önünde durup sokakta futbol oynayan çocuklara bir hayli baktı. Çocuklar odasının penceresinin camlarını defalarca kırmış olsalar da hiçbir zaman kızmamıştı. Her seferinde nöbetçi çocukları kovmak istediğinde ona engel olmuştu:
–Dokunma, bırak oynasınlar, sen camcıyı sesle gelip yenisini taksın.
Çocuklar pencereden bakan Savcı’yı görünce durdular ve ona sevinçle el sallayarak seslediler:
–Savcı amca, Savcı amca!
O da gülümseyerek çocuklara el salladı, sonra dönüp koltuğuna oturdu:
–Doğru diyorsun, o geçmişte kaldı, şimdi insanlar kadın için değil birbirini para için öldürüyor. Peki, ticari ilişkileri falan? Belki de ortakları ile aralarında problem oluşmuş.
–Öğrendik. Ticari hiçbir uğraşısı yok.
Savcı:
–Nasıl yani yok? O büyüklükte askerî birliğin ticari tarafı yok mu? Her askerin yemeğinden günde birkaç dolar keserse ayda otuz bin dolar eder. Bunun benzinini, diğer şeylerini demiyorum. Karargâh Komutanı ile olan kavga-gürültüleri de bu yüzdenmiş zaten.
–Karargâh Komutanı tam anlamıyla subaydır. Komutan’ın yanlış hareketlerine hiç mi hiç katlanamıyordu.
–İyi, devam et.
–Son sekiz ayda askerî birlikte üç önemli olay olmuş. Askerin birisi kendini asmış, birisi kendi silahıyla intihar etmiş, biri de tabur komutanı ile üç askeri kurşunladıktan sonra intihar etmiş. Bu olayların hepsini kapatıp, üstünü örtmüşler. Komutanın ölümünü de burada aramak gerekir.
–Ara işte!
–Asıl problem şu, bu olayı bizim savcılık yürütmemiş. Konuyla ilgili belgeler bizde değil. Onları Bakü’den yollamaları için yazı yazmalısınız.
–Git yazıyı hazırla getir imzalayayım.
Karargâh Komutanı’nın odasında oturmuşlardı, önlerinde de birer bardak çay.
–Komutanım, Albay’la neden sık sık tartışıyordunuz, hatta birbirinize