–Her şey normal yolunda seyrediyor Komutanım, üç veya dört aya biter. Bir de yoldaş Komutan, fabrika yaptıran dostumuz var ya, yirmi-otuz asker istiyor, ne diyorsun, yollayalım mı?
Albay ayağa kalktı:
–Elli tanesi kendi işimizi yapıyor, on-on beş tane de ona yolla. Gözün de şu Akademik’in üzerinde olsun. Yine sağa sola yazarsa seni cezalandırırım.
Bahçenin ortasında kocaman gövdeli bir dut ağacı vardı. Bir dalına salıncak asılmıştı; ancak yıllardır kimse binip sallanmamıştı. Çocukların salıncağa binme yaşları çoktan geçip gitmişti; lakin onu açıp bir tarafa bırakmıyor, torunları için saklıyorlardı. Ağaçların tomurcuklanıp çiçek açmasından başlayıp ta yaylaya çıkana kadar…
…Kaç yıldır dağları düşman eline geçtiğinden yaylaya hasret idiler…
…Havalar ısınınca bu ağacın altına göçüyorlar, burada yiyip-içiyor, çoğunlukla misafirleri bile burada ağırlıyor, buradan da yolcu ediyorlardı.
Ağacın altında eski-püskü bir demir karyola vardı, kışın da dışarıda yağmurun, karın altında bırakıyorlardı. Üzerine eski bir palas yaymışlar, bir yatak, bir de büyük yer yastığı koymuşlardı. Baba, havaların ısınmasından başlayıp, suratını asarak her bir şeye soğuk soğuk bakıncaya kadar burada yatardı.
Dut ağacının altında oturmuşlardı. Evin hanımı öğlenden sonra pişirmeye başladığı bozbaştan1 bir kap alarak eşinin önüne koymuş, kendisi de çayını yudumluyordu:
–A Kişi, dört-beş ayı geçti çocuk askerdedir. Şuradan-şuracığa olsun bir defa bile yanına gidip yoklamadın. Komşumuzun oğlu da onunla aynı zamanda asker oldu, her hafta sonu eşini takıyor koluna çocuklarını görmeğe gidiyorlar. Bir defa da izin alıp evlerine getirdiler, çocukları tam bir hafta yanlarında kaldı. Var git komutanıyla tanış, ufak-tefek de olsa cebine bir şeyler kıstır, gözü çocuğun üzerinde olsun. Yoksa evladımızı sahipsiz zannederler. Tanrı’ya şükür durumumuz herkesten iyidir.
Adam elindeki ekmeği önündeki kaba doğraya-doğraya:
–Allah aşkına bırak da yemeğimi yiyeyim, yine başlama. Kalk da bir kuru soğan getir, soğansız bozbaş mı yenirmiş?
Ana, söylene söylene kalkıp soğanı getirdi:
–Kendin soğansız bozbaş yemiyorsun; ama çocuk orada ne yiyor umurunda bile değil.
Baba, yumruğu ile vurup soğanı ezdi ve cücüğünü çıkardı, alıp elma gibi ısırdı:
–Herkes ne yiyorsa o da onu yiyor. Tatile gitmemiş ki, asker olmuş. Ben iki yıl Çita’da hizmet ettim, anam-babam yanıma mı geldi?! Yoksa bize sabahları paça, akşamları da bozbaş mı yediriyorlardı? Kışın yazdığım mektubun cevabı yazın bin-bir güçlükle gelip bana ulaşıyordu.
Ana söylenmeği bırakmadı:
–O devir başka idi, herif. Buradan Çita’ya bir ay yol sürüyordu. Çocuğun yanına gitmek için ise bir saat gerekiyor. -Söylenmekten bir sonuç çıkmadığını görünce tavrını değiştirdi; -Kurbanın olayım Kişi, bundan otuz beş yıl öncesidir diye düşün ve beni görmek için buradan ta Bakü’ye gidiyorsun. Şimdi de beni özlemişsin diye var say. Ben de Bakü’de değil, bak şu görünen dağın öbür tarafındayım. Vallahi rüyada gördüm…
Adamı galiba zayıf yerinden yakaladı, Baba gülümsedi:
–Peki, yarın oğlanı yollarım, istersen sen de git.
Yine kafasını salladı:
–Komutan’la ben mi konuşacağım?
–Gidip görüşürsünüz. Komutan da nereden çıktı, oğlumuz çocuk mu?! Üniversiteyi bitirmiş, asistan olmuş. Özlediysen git gör. Benim bilmem hangi komutanın önünde yaltaklanıp kuyruk sallamaya ne vaktim var ne de hevesim.
O anda bahçe kapısı gıcırdayarak açıldı. Büyük oğlu kapıyı açtı, dönüp arabaya bindi ve evin önüne kadar sürdü. Anne, oğlunun arabadan inmesini beklemeden kendisi kalkıp bahçe kapısını örttü. Oğlan elinde bir tomar gazete ile arabadan indi ve kapıyı örtüp dönen annesini kucaklayıp öptü:
–Kendim kapatacaktım, niye zahmet ettin, ana! –dedi ve masaya yaklaştı, elindeki gazeteleri masaya fırlattı;-İyi akşamlar baba,-sonra annesine döndü;-Ana bir tabak ta bana getir, açlıktan ölüyorum.
Baba:
–Dünyada ne var, ne yok?
–Kardeşimin birliğinde bir asker kendi tüfeği ile intihar etmiş.
Kadının masaya koymak istediği kap elinden düştü, yemek etrafa saçıldı, kendisi de olduğu yerde yığılıp kaldı:
–Uuuy, annen ölsün yavruuum!
Oğlu yerinden fırlayarak anasını kaldırdı ve dikkatli bir şekilde karyolaya oturttu.
Kadın sık-sık nefes alarak:
–A Kişi, gördün mü?! Sana kötü bir rüya gördüm demedim mi?
–Tamam hanım, yeter Allah aşkına? –Oğluna da sinirlendi, -Söyleyecek başka laf bulamadın mı? –İştahı küstüğünden yemeği bıraktı, kabı bir tarafa itti ve gazetelerden birini alarak göz gezdirdi, manşette kocaman harflerle şunlar yazılmıştı: “Asker kendi silahıyla intihar etti!” altındaki yazıyı okumadı ve gazeteyi masanın üzerine attı; -Neden intihar etmiş acaba?
–Baba, birisi komutanların çocuğa eziyet ettiğinden, diğeri, güya sevdiği kızı başka birine nişanladıklarından intihar ettiğini yazıyor. Başka birinde de, çocuğu kurşunlayıp öldürmüşler sonra da intihar etti diye bildirmişler, şeklinde yazıyor.
Adam, eşini teskin etmek gayesiyle:
–Gazetelerdir işte, baksana akıllarına ne geliyorsa onu yazıyorlar. Yazık oldu Sovyet hükümetine. Gazetede yalan haber mi yer alabilirdi, adamın anasını ağlatırlardı..! Şimdi ise her önüne gelen gazete çıkarıyor. Bizim traktör grubunun sorumlusu vardı ya, adam adını bile yazamıyordu, şimdi gazete çıkarıyor. Kapıdan kovuyorlar pencereden giriyor. İstenmeyen bir olaydır olmuş. İnsan yolda giderken bile düşüp ölebiliyor. Evvelki yıl komşumuzun oğlunun elindeki tüfek ateş alıp herkesin gözü önünde posta müdürünün oğlunu vurmadı mı?! Gazeteler ne yazdı, güya bunlar kan düşmanı imiş, ne bileyim arada para meselesi varmış, varmış da varmış..!
Kadın bir bardak su içtikten sonra azıcık olsun kendine geldi:
–Sen de her şeyin üzerini sıvayıp örtüyorsun. Geçen gün ANC kanalında gözlerimle gördüm. Usta askerler acemileri dövüyordu. Telefonla kaydetmişlerdi. Bizim oğlan da acemidir.
–Yahu hanım sen nereden bileceksin usta nedir, acemi nedir?
–Neden, ben bu ülkede yaşamıyor muyum?! Gazete okumuyor muyum?! Konu-komşunun çocukları askerde değil mi?!
Adam bir sigara yaktı, aslında içi sigaranın