Karargâh Komutanı’nın söylediklerinden Savcı pek hoşlanmadı:
–Bakın Albay, sen de melek değilsin. Tabur Komutanı’nı dövdüğün zaman hakkında soruşturma açmalıydık. Bir hafta hastanede yattı. O zaman bu merhum seni kurtardı, yoksa şimdi en fazla tabur komutanı olurdun.
Karargâh Komutanı, Savcı’nın söyledikleri karşısında sessiz kalmadı:
–Komutanın beni çok sevdiğinden dolayı mı savunduğunu zannediyorsunuz?! Tabur komutanını neden dövdüğümü hiç araştıran oldu mu? O zaman ben de dâhil suçluların hepsi cezasını almış olsaydı ne sonraki olaylar olurdu, ne de bugün Komutan’ı katlederlerdi. Şu kendini asarak intihar eden çocuk var ya, ortalığa yaydılar ki, güya sevdiği kız başkasıyla nişanlanmış, o da buna dayanamamış intihar etmiş. Çocuğun kanı batıp gitti. Evet, o çocuğun anasının ilenci bizlere dokundu. Bu ne ki, belki bundan da beter olacağız!
Başkan durumun gerginleştiğini görünce araya girdi:
–Eski yamalı bohçaları karıştırıp durmayın. Böylesi bir insanı kurşunlayıp katletmişler, ülke ayağa kalkmış siz ise neyi tartışıyorsunuz..! Yarın gazeteler neler yazacak onu da Allah bilir. Aşağılık herifler sanki köpek gibi koku alıyorlar. Demin nizamiyede üç-dört tanesi bitmişti, iyi ki, yaklaşmalarına izin vermediler.
Savcı:
–Söyledin ya, aşağılık köpekler!
Kriminolog sonunda işini bitirerek onlara yaklaştı:
–Sayın Savcım, biz işimizi bitirdik.
–Bekleyelim hele, Birlik Komutanı nizamiyeyi geçmiş diyorlar şimdi ulaşır.
Tam da bu anda Birlik Komutanı’nın otomobili dönemeci döndü ve onlara doğru geldi; ancak biraz uzakta durdu. General, muhafızının gelip kapısını açmasını beklemedi kendi indi ve generallere has bir yürüyüşle onlara doğru gelmeğe başladı.
Karargâh Komutanı koşarak General’in önünde esas duruşa geçerek selam verdi:
–Yoldaş General…
General eli ile “rahat” komutu verdi.
Başkan’la Savcı’dan başka herkes rahat vaziyetinde durmuştu. General herkesi başıyla selamlayarak cesedin yanına yaklaşıp çömeldi ve başını elleri arasına alarak düşünceye daldı, bir hayli de öyle kalakaldı; sonra galiba etrafta askerlerin olduğunu ve ona baktığını düşünerek toparlanıp ayağa kalktı.
Yanında duran Karargâh Komutanı’na dikkatle bakarak kafasını salladı ve elini omzuna koyarak suçluymuş gibi pişman bir halde:
–Affet Albay! Bağışla beni! Zamanında seni dinleseydim başımıza bu bela gelmezdi.
Sonra dönüp teker teker herkesle tokalaşıp görüştü.
Başkan, General’e başsağlığı verdi:
–Başınız sağ olsun.
Sanki kurşunun biri de General’e sıkılmıştı, elini Savcı’nın omzuna koyarak:
–Benim değil, kendi başınızın sağ-salim olmasını istiyor iseniz bu cinayeti aydınlatın. Yoksa, Komutan’ı nereden vurmuşlarsa bizi de oramızdan asacaklar.
Akademik tabağı önüne çekti, şansına yine borş çorbası pişirmişlerdi; ancak bu sefer yemeğin rengi kendinde idi, teyzesinin pişirdiği borşa benziyordu, içinde de et vardı. Hayret ederek sordu:
–Bugün bayram mı?
Genelde bayramlarda sofra daha zengin, yemekler daha lezzetli olurdu.
Birisi şaka ile:
–Sen hapse düştüğünde birlik bayram yapıyor. Heyet gelmişti ve senin bakanlığa yazdığın mektubu araştırıyorlardı. Komutanı müthiş sıkıştırmışlardı. O da hıncını bizden alıyor. İki gündür gece saat üçte alarm verdiriyor.
Diğer masada ustalar oturmuştu, onu seslediler:
–Akademik, gel bizim masaya, sohbet ediyoruz. Çocuklar bir yer açın.
Akademik tabağını alarak onların masasına geçti.
Ustaların Ağası:
–Hoş geldin Akademik. Galiba tatilde iyi bakmamışlar sana, rengin biraz solgun gibi. Borşu fırlat öteye, evden yemek yollamışlar. Çocuklar, Akademik’e yemek getirin.
–Hepinize selam, teşekkür ediyorum. İnşaatta neler oluyor, tuvalet yarım kalmıştı.
Ağa:
–Akademik, seni ne kadar sevdiğimizi biliyorsun. Senden usta olsak da, sen hem bilgi, hem de yaş olarak bizden büyüksün; ama öyle şeyler var ki, onu sana anlatamıyoruz.
–Dediyiniz o şeyler ne, Ağa?
–Sen yavaş yavaş yemeğini ye.
Akademik, karşısındaki lahana sarmasından birini alıp ağzına koyar koymaz sanki ağzında eridi, tadı bir anda bütün vücuduna yayıldı:
–Kim pişirmişse eline sağlık, çok güzel yapmış. Askerden sonra sizleri köyüme davet edeceğim, o zaman annemin yemeklerinin lezzetini tadarsınız. Size harika bir bozbaş pişirsin de, görün! Affedersiniz, bir şey diyordunuz.
–Şunu demek istiyorum. Seni anlıyoruz, haklısın; ama hiçbir şeyi değiştiremezsin. Bu, dünyanın her tarafında böyledir. Dünyanın her yerinde tıfıl da, çaylak da, usta da vardır! Bu, Amerika’da da böyledir. Hiç sinemada seyretmedin mi? Ben de, burada oturanların hepsi de acemi olmuşuz. Tuvalet de temizlemişiz, patates de soymuşuz, bahçe de süpürmüşüz.
–Ağa, her şeyi anlıyorum. Bana gösterdiğiniz saygı ve sevgi, cezamı en fazla hapse çevirdi, bunun bilincindeyim. Sizler olmasaydınız komutanın çakalları beni parça parça ederdi. Şu andaki durumumu sizlere borçluyum; ama ne yapabilirim, karakterim bu, böyle terbiye almışım. Ben ne acemi olmak istiyorum ne de usta! Vallahi, billahi yalnızca asker olmak istiyorum!
–Seni çok iyi anlıyoruz, her şeyin farkındayız. Kendin dedin, bizden çekindiklerinden dolayı it-çakal sürüsü üzerine üşüşemiyor. Bizler yirmi, bilemedin yirmi beş gün sonra tezkere alıp gideceğiz, diyelim en fazla bir ay sürdü. Biz gittikten sonra günler senin için çok zor geçecek. Derenin sahipsiz olduğunu anlayan çakallar beylik sürmeğe kalkacaklar. Seni cezalandıracaklar, aşağılayıp gururunu incitecekler. Kalan ustalara seni koruyup gözetmeleri için tembih etmişiz; ancak onlar bizim yerimizi tutamazlar, onların da içinde çakallar var. Kendini koru, yalnız dolaşma. Bunları sana laf olsun diye anlatmıyoruz. Şimdi ölümün kol gezdiği yerde sana nöbet tutturuyorlar. Oraya nöbete giden kaç tane askerin sağ-salim geri dönemediğini kendin de biliyorsun.
–Ben bu tür şeylerden korkacak biri değilim, Ağa. Düşman kurşunu ile ölmek alçalmaktan daha şereflidir.
Usta askerlerin ağası ondan yaşça küçük olsa da, öylesine bir içtenlikle konuşuyordu ki, gören de, baba oğluna öğüt veriyor zannederdi.
–Akademik, ilerisini-gerisini biraz iyi düşün, aklını kullan, senin gibi bir yiğidin ne düşmanın serseri kurşunu ile hayatını kaybetmesin, ne de gecenin birinde tuvalette kendini asarak canına kastetmesini istiyoruz.
Akademik güldü:
–Kardeşlerim, Şopenhauer, “İnsan yaşamaktan, bütün arzuları gerçekleşip dünyadan doyduğu için intihar ediyor” diyor, ben ise henüz arzularıma doyamamışım.
–Şopenhauer kimdir tanımıyorum, ne demiş onu da bilmiyorum. Ben sana