Soğuk Rüya. Avşar İmdat. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Avşar İmdat
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6852-03-7
Скачать книгу
öğretmenimiz de vardı. Vardı, ııhıııı, ıhıı, ıhııh…”

      Tıkanıyor, boğuluyor, kekeliyor, konuşamıyor Mir Seyit. Göğsü inip inip kalkıyor, bir bardak su veriyorum, yutkunarak içiyor.

      “Ağlama Mir Seyit! Bak, birinci sınıfta okuyan çocuklar bile ağlamıyorlar artık. Ağlama, hadi anlat! Niye köyünüzde okumadın?”

      “O, o, okulumuzu yaktılar! Öğretmenimiz öldü! Babam da… Iııhıhıhhhı!”

      “Kim yaktı Mir Seyit? Kim öldür…”

      “Babamı… Babamı…”

      “Tamam, Mir Seyit, yeter, ağlama!”

      …

      Bir zemheri ayazı doluyor odaya. Kuru dallar gibi titriyor bedenim. Rüzgâr, olanca şiddetiyle çığlık atıyor kulaklarımda, fırtına oluyor, kasırgaya dönüyor. Ağaçlar yaprak yaprak savruluyor; dağlar taş taş eleniyor o an. Ulu dağlar, engin ovalar, serin yaylalar, Kurşun sesleri eşliğinde geçip gidiyor önümden. Tüm dereler kan olup akıyor içime. Mir Seyit’ dönüyorum:

      “Mir Seyit, ağlama, hadi sus artık! Sen şimdi yat, uyu! Sabahleyin konuşalım, olur mu?”

      “Hayır, ben orada uyumayacağım, ben bu okulda okumayacağım, ben köye gideceğim.”

      “İstersen burada, bak, benim yatağımda uyu. Işığı da açık bırakırım, olur mu?”

      “Hayır, ben uyumayacağım, köyümüze gideceğim.”

      “Ama gece, gidilmez şimdi, hem yollar kapalı, yollar açılınca gönderirim seni, gidersin.”

      “Hayır, sabah olunca gideceğim.”

      Kolayca ikna olacak, yatıp uyuyacak gibi değil Mir Seyit. Emsallerine göre güçlü kuvvetli, iri iri elleri, ayakları… Bir dağ çocuğu Mir Seyit, onu uyutmak için bel vermez, medetsiz dağlara götürmek; sarı, mor çiçekli yaylalarda eğlemek; sarp kayalardan, asi derelerden geçirip kerpiç evli viran köylerde gezdirmek, iyice yormak gerekiyor…

      “Mir Seyit, köyünüz buradan görünüyor mu?”

      “Yok, görünmüyor, çok uzak…”

      “Benim köyüm de çok uzak Mir Seyit” diye söyleniyorum kendi kendime.

      “Köyünüzün dağları da mı görünmüyor Mir Seyit?”

      “Onlar görünüyor.”

      “Haydi, gel! Seninle üst kata çıkıp pencereden bakalım, köyünüz ne tarafta göster bana.”

      “Tamam.”

      Dördüncü kata çıkıyoruz. Sol yanımızda, gövdesi koyu bir karanlıkta yitmiş, karlı zirvesi ay ışığında parlayan ve karanlığın içinden bir buz kütlesi gibi yükselen Ağrı Dağı… Ağrı’nın yan tarafında ak saçlarını gökyüzüne doğru uzatmış Zor Dağları… Dağların koynunda tek tük ışıklar yanıyor. Yakın köylerden gelen köpek sesleri karışıyor rüzgârın sesine. Cincavat Çayı, bütün sesleri köpüklü sularına katıyor, tüm sesleri sürükleyerek uzaklara doğru götürüyor. Gözlerimi, olanca heybetiyle gecenin göğsünü yarıp göğe doğru yükselen Ağrı Dağı’ndan ayıramıyorum. O heybet çarpıyor beni. Dalıp gidiyorum. Mir Seyit usulca seslenip uyarıyor:

      “Bu tarafta değil öğretmenim, bizim köy şu tarafta!”

      “Haa, öyle mi?”

      Başımı çevirip Mir Seyit’in boy verip büyüdüğü dağlara bakıyorum. Eliyle sağ taraftaki dağları gösteriyor:

      “Bizim köy işte ooorda öğretmenim. Tekelti’nin arkasında. Kışın kimse gidemez bizim köye, arabalar çıkamaz. Bir de kestirme yol var ama at ile gidilir. Babam olsa o yoldan gelirdi. Yaz olsa ben de giderim oradan, ben korkmam hiç, yolu da biliyorum.”

      “Üzülme Mir Seyit, bahar gelince gidersin. Bak, sizin köyün arabaları şuradan kalkıyor, seni arabaya bindiririz, gidersin.”

      “Bizim köyün arabası yok ki. Herkes göçtü köyden, dört-beş tane ev kaldı.”

      “Olsun, sizin köye yakın, diğer köylerin arabasına biner gidersin.”

      “Ben Gaziler’e kadar arabayla gitsem, oradan köye gidebilirim, yakın.”

      “Ama şimdi gidilmez Mir Seyit, bahar gelince…”

      “Ama bahara daha çoook var.”

      “Olsun, sen okula alışınca çabucak gelir.”

      “Yok, çabucak gelmez.”

      “Gelir, gelir, şu karlar erisin, hemen gelir.”

      “Babam olsa, kışın bile at ile gelebilirdi. Babam ölmeseydi…” Yutkunarak devam ediyor, zor tamamlıyor sözlerini: “Bana bisiklet alacaktı…”

      Cevap veremiyorum. Lafı dolaştırıyorum.

      “Mir Seyit, yazın çok güzel oluyordur sizin köy, öyle değil mi?”

      “Evet, ama kışın da güzel. Bizim köye bir gelseniz, çok güzel…”

      Daha şimdiden yaylanın karını ayazını, kışını baharını, kurdunu kuşunu, çiçeğini, böceğini, otunu dikenini özlemiş, anlatıyor Mir Seyit. Altın çiçeği, mor süsen, kız kirpiği, gelincik, göğbaş, hezeran… Derelerde, tepelerde, kuytularda, koyaklarda boy verip çiçek açıyor. Devetabanı, kekik, yavşan, çoban yastığı… Tüm otlarla birlikte toprağı yarıp çıkıyor. Kangal, şeker dikeni, keven, çöven, köygöçüren, deveçökerten… Hiçbir diken batmıyor ayağına, köye doğru yürüyor, koşuyor tozlu yollarda… Ve kuşlar, dağların, yaylaların kuşları: Yeşilbaş sunalarla, altın renkli angutlarla, allı turnalarla iniyor sulara Mir Seyit ve bir kınalı keklik sürüsüne koşulup süzülüyor dağlardan.

      Ağlamıyor artık ama gözleri hâlâ nemli, gözleri pırıl pırıl yanıyor Mir Seyit’in. Artık uyumaya razı olur diye düşünüyorum:

      “Haydi, Mir Seyit, koğuşa, yatağına gidelim! Biraz da orada anlat!”

      “Tamam, ama yazın bizim köye geleceksin!”

      “Olur, gelirim.”

      Basamaklardan hızlı hızlı iniyorum. Arkamdan terliklerini şıpırdatarak geliyor. Derin bir uykuda çocuklar. Koğuşa giriyoruz. Gri demirlere tutunarak yatağına çıkıyor, battaniyesini üstüne çekiyor Mir Seyit. Birkaç soru daha sorsam uyuyacak.

      “Demek çok keklik oluyor sizin köyün dağlarında?”

      “Evet, kar çok yağınca babam keklikleri canlı canlı yakalıyordu.”

      “Öyle mi?”

      “Tabii.”

      “Nasıl? Keklikler uçmuyorlar mı?”

      “Kar çok olunca uçamazlar kiii.”

      “Anlat o zaman, baban keklikleri nasıl yakalıyordu?”

      “Kar çok yağınca keklikler yem bulamıyorlar ya?”

      “Evet.”

      “Yem bulamayınca köye geliyorlar. Kanatları da kardan ıslanıyor. Kanatları ıslanınca uçamıyorlar. Babam keklikleri kovalayıp keklikler yorulunca da yakalıyordu. Babam olsaydı, bana bisiklet alacaktı öğretmenim…”

      Yazın köye gidersem, beni babasının atına bindirecek Mir Seyit. Söz veriyor. Babasının çok güzel bir atı var. Ben ata binip dörtnala koşturacağım, o da bisikletine binecek, yarışacağız.

      Sabah yaklaşıyor sanki. Geceden beri korkunun diliyle konuşan rüzgâr, susmaya hazırlanıyor. Sözleri