Yengibar bey yaklaşıp onun koluna girdi ve birlikte kalabalıktan biraz uzaklaşıp az ötedeki ağaçlık alana doğru yürüdüler.
Sesleri duyulmayacak kadar uzaklaştıklarında polis müdürü:
“Gazanfer bey, sizinle açık konuşalım!” dedi.
Gazanfer Reis, tereddüt etmeden cevap verdi:
“Konuşalım!”
“Birbirimizi doğru anlamalıyız!
“Elbette…” diye, Gazanfer Reis başını salladı.
“Zahmet olmazsa, önce şu soruma cevap verin!”
“Buyrun!”
“Diyelim ki, sınır hattından vurup geçtiniz, karşı taraf da size ateş açmadı; ama hepinizi de esir aldı… Ondan sonra ne olacak? Ortada hiçbir sebep yokken, üstelik göz göre göre, Ermenilere elli altmış tane esir mi verelim?”
Gazanfer Reis beklenmedik şekilde atıldı:
“Sonunu düşünenden kahraman olmaz!”
“Kahraman olmak mı istiyorsunuz?”
Gazanfer Reis bu kez ne cevap vereceğini bilemedi, takılıp kaldı. Ancak polis müdürü bu sorunun üstünden atlayıp başka bir soru yöneltti:
“Esaret altında ne yapacaksınız?”
“Bütün dünyaya, kendi topraklarımızda esir alındığımızı göstereceğiz!”
Yengibar Bey gülümsedi:
“Bütün dünya, yaklaşık yirmi yıldır Karabağ’da başımıza ne oyunlar açıldığını görmedi mi sanıyorsun?”
Gazanfer Reis suratını ekşitti:
“Diyelim ki bütün dünya başımıza açılan oyunları gördü. Ne yapalım? Ağzımıza su alıp oturalım mı? Hiç olmazsa düşmanlarımızı dünyanın gözü önünde teşhir eder; topraklarımız için candan geçtiğimizi, Karabağ’ın işgaline asla razı olmadığımızı herkese gösteririz.”
Yengibar Beyin gözleri ışıldadı, aradığını bulmuş gibi ileri atıldı:
“Tamam! O halde gösterelim!”
“Biz göstereceğiz ama siz izin vermiyorsunuz ki!”
“Niye izin vermeyelim Gazanfer Bey? Veririz!
Gazanfer Reis şaşkın gözlerle polis müdürüne baktı. Kendi kendine: Allah Allah, bu adamın ne yapmak istediğini anlamak mümkün değil, madem yolumuzu açacaktı, beni niye halvete çekti? Benimle böyle fis kos etmesinin ne gereği var? Bizi böyle görenler: Bunlar ne yapmaya çalışıyorlar,” diyecek…
Gazanfer Reis, bunları düşünürken, polis müdürü, onun düşüncelerini dağıtıverdi:
“Gazanfer bey, ben, içine düştüğümüz bu çetrefil durumdan, birlikte kurtulmamız için bir çıkış yolu teklif ediyorum.”
“Bu nasıl bir çıkış yolu?”
“Ne siz çok derine gidin, ne de biz. Sizinle anlaşalım. Geriye döndüğümüzde, siz adamlarınıza yürüyüş emrini verin. Hiç korkmayın, ileri atılın! Ben de emrimdeki polislere, sizi engellemelerini, eylemcileri dağıtmalarını söyleyeceğim. Belki bu arada, hükümete görüntü vermek için, sizinkilerden beş on kişiyi tutuklayıp gözaltına alabiliriz. Fakat, siz endişe etmeyin, tutukladığımız adamlarınızı, bir iki saat şubede bekletip ifadelerini aldıktan sonra serbest bırakırız. Siz, kamera getirmiş miydiniz?
Gazanfer Reis, efsunlanmış gibi cevap verdi:
“Getirdik!”
“Güzel, bizde de kamera var. Siz eyleme başlarsınız, biz sizi engelleriz, göğüs göğüse mücadeleye başladığımızda, olayları sizinkiler de bizimkiler de kamerayla çeker. İş bittiğinde, siz çektiğiniz görüntüleri dünyaya yayarsınız, biz de görevimizi yaptığımızı ilgili dairelere gösteririz. Siz eyleminizi; biz de görevimizi yapmış oluruz.”
“Oyun mu oynayacağız? Yani rol mü yapacağız?”
“Başka çaremiz yok. Aksi takdirde benim zor kullanıp asayişi berkemal etmem gerekir!”
“Benim itibarım ne olacak?”
“Bu, ikimizin arasında bir sır olarak kalacak!”
Gazanfer Reisin boğazı kurudu. Polis müdürü ile böyle bir görüşmeyi yapmaması gerektiğini, bunun bir hata olduğunu geç de olsa anladı. Keşke ekibimi harekete geçirseydim. İnceldiği yerden kopardı, zaten teşkil ettiğim bir çok gösteriyi, polis dağıtmıştı, burda da aynı şey olabilirdi, izinsiz gösteri yaptığım için kaç kez gözaltına alındım, bir dava adamı için, bunlar basit hadiselerdi, keşke bu işe hiç girmeseydim, diye düşündü.
Şimdi Gazanfer Reisin yüreğinin başını sızlatan, polis müdürünün teklif ettiği bu orta oyunuydu ve o, çaresizce, bu oyunda rol almaya mahkum olmuştu. Bu teklifi reddedip yoldaşlarını sessiz, sedasız Bakü’ye götüremezdi. “Gayret” teşkilatı, bu işe baş koymuştu ve mutlak surette kendisini göstermeliydi. Yoksa korkup meydandan kaçtığını düşünürler ve bir siyasi lider olarak gözden düşerdi. Ama ortada hiç sebep yokken, üyelerinin burnunun kanamasını da istemiyordu. Birden polisler güç kullanmaya kalkışırlarsa? Yürüyüşe katılanların üstünde, silah hatta uyuşturucu madde bulduklarını söylerlerse? Teşkilat üyelerinin üzerine bir cinayet yıkmaya çalışırlarsa, o zaman ben bunların ailelerine ne cevap vereceğim, diye düşündü. Karısı Ganire her zaman: “Gazanfer, vallahi bu ipe sapa gelmez işlerinle, sonunda yavrularımızı yetim bırakacaksın!” derdi. O sözler kulaklarında çınladı yeniden, beyninde uğuldadı. Ben bu hataya nasıl düştüm, diye geçirdi içinden.
Gazanfer Reis cin çarpmış gibi geri döndü. O sıçrayıp atına bindiğinde, teşkilat üyeleri de, polisler de taraflar arasında bir uzlaşmaya varılamadığını anladılar. Her iki tarafın da sinirleri gerildi. Gazanfer Reis, atının dizginlerinden sıkı sıkıya yapışıp bağırdı:
“Arkadaşlar, kutlu yürüyüşümüze başlıyoruz! Hedef Şuşa! İleri!”
Gazanfer Reis atın dizginlerini saldı, teşkilat üyeleri ileri atıldı, kurdun sürüye daldığı gibi hücuma geçtiler, etrafı garip sesler bürüdü. Polisler kalkanlarını göğüslerine siper ederek joplarını hazırladılar ve gözlerini birer şahin gibi üstlerine doğru gelen kalabalığa diktiler.
Polisler ile “Gayret” teşkilatı üyelerinin karşı karşıya geldiğini ve polisin işi ciddi tuttuğunu gören seyirciler, olay yerinden biraz daha uzaklaşıp kenara çekildiler. Yengibar Bey polisleri kenara çekip onların kulaklarına bir şeyler fısıldadı ve ondan sonra, ortalık öyle bir karıştı ki, vur patlasın, çal oynasın! İtişmeler, kalkışmalar, bağırışlar,çağırışlar, toz, duman… ana kuzusunu tanımaz oldu. Tarafların kameramanları kayda başlamıştı. Onlardan biri yan taraftaki tepenin başına konuşlanmış; diğeri de olay yerinden tahminen otuz metre uzaktaki bir meşe ağacına tırmanmıştı. Polisler teşkilat üyeleri ile göğüs göğüse mücadele ettiklerinden, başlarını kaldırıp kameramanları görecek durumda