– Tamam öyleyse kızım, – Serbiyamal Abla olumlu biri, ona bunlar yetti. Daha çok da Mevsile’nin söylediklerini beğenmedi.
Mevsile burada, kendi doğup büyüdüğü yerde, ömrünü geçirecek. Burada onun kemikleri yatacak. İnsan ölünce toprağa dönecekmiş, yani balçığa. Bunun hakkında onun okudukları da var. Ondan çömlek yaparlar, tabak, tas… Mevsile öldükten sonra herhangi birinin elinde tabak olup, içkici kötü bir adama değersiz kap olarak hizmet etmek de istemiyor. Haydi, dağlı taşlı memleketinden onu kaderi ayırmasın. Bütün hayali bu. İşte bu his, şüphesiz Aktübe yanındaki pınarına ismini verecek. Bir düşünürsen, o kimden, hangi yârden eksik? Sevdiği gelmezse, kendisi arayıp bulur. Bir kitapta okudu o. İnsan doğduğunda yarım aşklı olarak yaratılırmış. Sonra o, kendisinin ikinci yarısını arayıp kavuşurmuş diye. Alın yazısı Mevsile’ye de gelir. Geleceği, gün gibi açık.
Genelde Mevsile kendilerinin yılan gibi kıvrılarak kâh asker kayışı gibi olan yoldaki taş kayaları belinden sararak, kâh az olan ovalara çıkar çıkmaz ok gibi öne atılarak, bazen şırıldayan bazen hüzünlenen ya da olmasa gün yüzüne çıkmaktan usanmış gibi aniden ağaçlığı yarıp, sık kara ormanlar arasına atılan, ondan sonra da uzun zaman görünmediği için özür diliyor gibi, sanki hiçbir günah işlemedim der gibi, beklenmedik bir yerde, aydınlığa zıplayarak çıkan Aknögöş’ünü, memleket ışığını işte böyle düşüncelerle gözünün önüne getirdi. İlk olarak Aknögöş, kıvrıla kıvrıla onların ilçelerindeki bütün köylere de girip çıkıyor denilebilir. Bir başka deyişle, Aknögöş’e onların tarafındaki bütün pınarlar da kendi suyunu ulaştırıyor. Birileri sadece damlayarak, ikincileri avuçlayarak, artık üçüncüleri de çift avuçla… Tabi Aknögöş kendisi de onlardan hasıl oluyor. Dağlardan ayrılıp, ovalara ulaşınca da o yayılıp, rahat rahat akmaya başlıyor. Aknögöş’e kendi gücü nisbetinde suyunu veren pınarlar, yürek derecelerine bakarak aşklarını canından koparan bizim tarafın hanımları demekse, Aknögöş de çok heyecanlı bir sevgiyi ulaştıran kutsal bir ırmak oluyor değil mi?
Tam böyle. Mevsile, büyükannesinin bir şarkısını da çok iyi hatırlıyor. Şöyle diyerek şarkı söylemeye başladı o.
Aknögöşüm denilen su nerede
Aknögöşüm akıyor tuğayda 35
Aknögöşümün suyunu içtiysen,
Cana rahat, vücuda büyük fayda…
“Cana rahat” ırmak olunca, Aknögöş’ü onların, işte bu dağlı taşlı yörede yaşayanların duygularını başkalarına ulaştıran bir elçi oluyor değil mi? Sevgi elçisi! Aknögöş gide gide Ağizil’e (Ak İdil) katılıyor, Ağizil’den sonra denizlere ulaşmak istiyor…
Pınar yanındaki kadife çimende dizlerinin üzerinde oturan kız kısacık vakitte işte ne kadar çok şey düşündü. Tabi ona yeme içme gerekmez, hayal etmek için imkân ister o. Tam divane. Mevsile namaz kılmaya hazırlanan biri gibi, avuçlarıyla pınar suyunu aldı ve doldurup parmak aralarından süzüp billur damlalar akıtarak, soğukluğu dişine geçen Keleşküzi şerbetini sıcaktan buruşan bir ahududuya benzeyen dudaklarına yaklaştırdı. Kızın dudakları, sanki, bu ihtişamlı nemi arzuyla bekleyen, üzerine çiy düşmüş bir kiraza benzeyerek, mayıs güneşinde parlamaya başladı.
Avucundan düşen damlalarla birlikte Mevsile kendisi de tatlı tatlı güldü. Bundan sonra yaramaz gözlerini oynatıp etrafa göz attıktan sonra dikkatlice gömleğinin üstteki iki düğmesini çözdü. Göğsü açılınca, hoş kokulu, yeni hazırlanmış yuvarlak yağ gibi toplanan sıkı kız göğüsleri, kendi beyazlığında güneş ışıkları ile yarışır gibi utangaçça özgürlüğe yeltendi. Mevsile hızlıca avuçlarıyla yeniden su alıp onları parmak aralarından akıtıp bitirir bitirmez göğüslerinin orman böğürtlenlerine benzeyen pembeliğini ıslattı ve kalan damlaları, ilahî güzellik belgelerini, yüzüne doğru kaldırarak, pınarın akıp gittiği tarafa serpti. Hemen, bir de onun hislerini, onun muhabbetini, duygularını bu su büyük yurda alıp gitsin diye. Belki, onun ikinci yarısı, Aknögöş’ten su içtiğinde onun varlığını hisseder.
O, aceleyle gömleğinin düğmelerini ilikledi.
Daha yeni buradan bir düğün alayı geçti. Kiyevkaşını çevreleyip dar patikadan geldiler. Mevsile iki genç yüreğe sevgiyle baktı. Kenardan baktı, elbette, gizlenerek. Şimdi o diz çöküp, aniden kolları ile taşa dayanıp, su dibine göz attı. Orada parlayan güvey paraları duruyordu. Gelenek şöyle: Paraları ilk kim görürse o bahtlı olur. Hem de o alır. Kız önce paralara merakla baktı. Ondan sonra eliyle almaya yeltendi. Ama büyükannesinin söylediklerini hatırlayınca durdu. Onu ağzı ile alan kişi daha bahtlı olurmuş. Güvey ile gelinin hissettiği mutluluklardan ona da pay çıkarmış. Mevsile çok düşünmedi, dişleri takırdatan suya eğildi ve yanan iki yüzünü batırıp dudakları ile parayı kaptı. Birisini aldı, ancak paralar iki taneydi. İkincisini öyle elle bile almak mümkün değil. Pınarın çukur bir yerinde paralar duruyordu. Ne olursa olsun dedi ve onu, eli ile aldı. Ancak sonra o üzüldü. Tüh, niye böyle yaptım diye. Su dibinde dursaydı daha iyi olurdu.
Mevsile, pınar suyu akıp yeniden temizlensin diye bekledi ve kovalarını eğip su aldı. Annesi de buraya gelmeye alışmış. Suyu semaver için iyi diyor. Kireçlenmiyor.
Artık dönmem gerek deyip kovalarını köyente36sine iliştirdi, Kiyevkaşı’nın yamacında araba sesi işitildi. Çok geçmeden fren sesi yankılandı. Mevsile, dikkatlice, Keleşküzi pınarının diğer tarafına köye doğru giden dar patikanın başına ulaştı. Kimmiş?
Çok geçmeden elinde araba lastiğinden yapıştırılarak yapılmış kovayı tutan, başına samandan bir şapkayı aceleyle yapıştırmış, kareli gömleğinin kollarını sıvamış, ayağına çizme giymiş biri hızlıca pınara doğru inmeye başladı. Tanıdık birine benzemiyordu. Meraklanıp bir söğüt çalılığı arkasına gizlendi. Bir taraftan gitmeyi düşündü ama bir merak onu beklemeye mecbur etti.
Yabancı kişi ilk önce yatarak doyana kadar su içti. Ondan sonra beraberinde getirdiği lastik kovasını pınara batıracaktı. Mevsile o anda bağırmak istedi, lakin şapkalı da akıllı çıktı. Mazotlu kovasını suya batırmadı. E, yakında duran cam kavanozu gördü ve bununla su doldurmak için olduğu yerden kalktı. İşte tam o anda Mevsile yabancı kişinin şeklini şemalini gördü: Sevimli, geniş yüzlü, koyu kara kaşlı, biraz sivri burnu altında seyrek bıyıklı genç bir delikanlıydı. Gözleri ne kara, ne kahve, çenesi biraz öne çıkık, dudakları da hiç kapanmıyor galiba. Yoksa koşup geldiği için mi otuz iki beyaz dişi de parlayarak görünüyor.
Yiğit de kızı fark etti.
– Nasılsın bacım! – diyerek samimiyetle selamladı o Mevsile’yi. – Yoksa korkuttum mu?
Mevsile öyle pek korkmadı, yiğidin kendini alçakgönüllü, sade göstermesi de ona aslında hoş göründü.
– Korkmasına korkmadım da, mazotlu lastik kovasını bu adam pınara sokmasın diye bakıyorum.
Şapkalı etrafı çınlatarak kahkahayla güldü. Sesi de gövdesi de sağlamdı.
– Demek ki köyentenden pay alacaktım.
– Öyle