Dinis Bülekov’un bu eserindeki kahramanların özelliklerinin ortaya konma şekli ve konunun anlatımı ile ilgili bazı eleştiriler de yapılmıştır. Gölfire Gereyeva, Rafikov’un yukarıdaki düşüncelerini onaylayacak değerlendirmeler yapsa da eserin bazı özelliklerini eleştirenlerden biridir. Gereyeva’nın eserde anlatılan konu, kahramanlarla ilgili değerlendirmeleri ve eleştirileri şöyledir:
“Bu romanda, toplumu değiştirme ihtiyacını ortaya çıkaran içtimai ve sosyal konular anlatılmıştır. Hayattaki çatışmalar esasında gelişen olaylara bağlı olarak insanların ve doğanın kaderi aydınlatılıyor. Yazar, toplumun her bölümüne giren açıklık, demokratikleşme prensiplerinin ücra bir ilçeye, kolhoza ve insanların psikolojisine tesirini, ziraat ve yöneticilikte eskiyen usullerin zamana uygun bir şekilde değiştirilmesi gerektiğini anlatır. Eserde kahramanların anlatımı, tabiatı korumakla sıkı sıkıya bağlıdır. Romanda köyün sosyal ve ekonomik büyümesine yeni bir bakış, köye yöneticilik etmeyi değiştirme problemleri, karışık içtimai meseleler anlatılsa da en sonunda, olayların gelişimi Atbatkan’ı kurutma işlerini durdurmaya döndüğü için, mücadele meydanı da problemler de çoğalır. Asıl problemden dışarıya çıkılarak, ikinci plandaki düşüncelerin ve estetik ehemmiyeti pek önemli olmayan olayları anlatmaya geçişler de görülür. Nurihanov ve Yavbasarov arasındaki çatışma ve olayların sonuçları doğrudan anlatılmamaktadır. Romanda tek bir bölümde Nurihanov ile Yavbasarov’un konuşmaları yer almaktadır. Ayrıca, Yavbasarov’un fen doktoru, tarımla uğraşması, bilim adamı psikolojisi ortaya konmuyor. Bu çok önemli bir sorun olmasa da asıl kahramanlardan birisi olarak düşünüldüğü, onun bilim adamı olması da özellikle vurgulandığı için bunlara ayrıca değinmek gerekirdi. Yavbasarov’un Bibinur’u kurtarayım derken Baygildi’nin arabasının altında kalması da sosyal, ahlaki bir karmaşanın birbirini takip eden mantıklı bir çözülüşü olarak kabul edilmemektedir. Nurihanov’un eserin sonuna doğru, kötü, kurnaz, öç almak isteyen bir kişiye dönmesi de romanda güçlü olarak anlatılan bir karakteri yalanlıyor.” 32
YABANCI
Birinci Bölüm
Mevsile fırfırlı dikilen, parlak kumaştan elbisesini biraz kaldırarak yuvarlak, bembeyaz çıplak dizlerini güneş ışığında parlatmak için açtı ve pınarın etrafında kadife kilim gibi döşenerek yetişmiş olan kaz çayırlarına, dizlerinin üzerinde oturdu. Önce, alnının üstünde sarp bir duvar gibi yükselen taş kayaya dikkat etti. Bak sen ona, ne kadar çok çizgi, ne çok akan ter var! On sekizini yeni dolduran, bundan dolayı civardaki tüm dünya, ona sihirli bir temaşa gibi görünen Mevsile, büyük bir şaşkınlıkla, bu taraflarda söylendiği gibi, kayanın taş yüzünü, onun çizgilerini tek tek gözden geçirdi. “Baksana, ben ninemin şalına sarılıp geldiğimde de oradaki çizgileri vardı, hâlâ onlar sapasağlam, diye düşündü o. – E, ben çok uzun zamandır yaşıyorum… Okulu tamamlayalı da bir yıl oldu. Şimdi sekiz ay kolhoz33da inek sağıcı olarak çalışmaya da yetiştim. O taş kayanın çizgileri hiç değişmiyor… Burada bu kaya gibi ebediyen yaşasan. Yok, insanlar kendilerine verilenden fazlasını yaşayamaz, çok büyük bir teessüf…”
“Kayayı, köy halkı Kiyevkaşı (Damat kaşı), diye adlandırıyor. Gerçekten de o dışarıdan baksan çizilmiş bir kaşa benzer. Çıplak taş duvarı sağ taraftaki ufka kadar uzanıyor. Eskilerin anlattığına göre düşmanlarına karşı savaşmaya giderken bir yiğit anlaştığı sözlüsüne şöyle söyler:
– Ben savaşırken evde otur, bu dünyada kuzgunlar çok, senin koruyanın yok.
– Sadece pınara suya gideceğim, canım, sensiz hiçbir yere gitmem, demiş sözlüsü de.
– Öyle de ol… Kazaya, belaya uğramamandır isteğim. Ben uzakta olacağım.
– Canım, pınar suyu içtiğin için benim yüzüm ak. Düşmanları yenip döndüğünde yüzümün akıyla karşılamak istiyorum.
– Öyleyse ben razıyım. Bekle!… – demiş yiğit. Ancak yurdundan çıkıp giderken ikide bir dönüp bakıyormuş; sağ gözünün üstündeki kaşını düzeltip köyle pınar arasındaki yola atmış.
“Düşman ordusuna karşı, atla hücum ederken, sağ gözümü sağ kaşım çöpten korumuştu. Askerin gözü varsa, canı da var. Haydi, göz nurum gibi gördüğüm sözlüm, sağ kaşım onu şimdi kazalardan belalardan korusun…”
Böyle düşünür bahadır. Gerçekten de, onların çadırlarının toplandığı tepeden o pınara kadar devam eden dar yolda, boydan boya kıraç bir kaya hasıl olmuş. Patikadan yürüyen kişiyi, kaya yabancıların gözünden korurmuş.
Sözlüsü, bahadırı her gün bu patikadan sağ salim gelerek pınarın yanında beklemiş. Sadece bahadır dönmemiş. Düşmanla savaşırken ona düşman süngü saplamış. Bahadır, sağ kaşı olmadığı için at üzerinde rüzgâr gibi koştururken gözüne sinek girdiğinden düşmanının süngüsünü fark etmemiş.
Sözlüsü, bahadırı ömrünün sonuna kadar burada beklemiş. Göz nurları burada aktıkça akmış; guguk kuşu gibi ötüp, vadesi yeten ömrünü tüketip kederden helak olmuş. Bunun için de bu pınarın suyu safmış, nurlanarak akarmış. Onun suyunu içen biri âşık olurmuş… İşte, çok eskiden beridir halk, kılıç gibi uzanan taş kaya dizisini Kiyevkaşı ve coskuyla duran karşısındaki bu pınarı da Keleşküzi (Sözlü gözü) diye adlandırıyormuş. Yeryüzünde sevgi bitmediği için, Keleşküzi pınarı da hiç kurumuyor; sandık gibi büyük kahverengi taşların altından sakince, hatta, cıva gibi mavimsi saf suyunu dalgalandırmadan, çoğalarak akıyor.
Şimdi Mevsile işte bu taş kaya yüzüne daha çok dikkat ediyor. Ama, o düşünüyor. Onların köylerinin diğer tarafında Keleşküzi gibi temiz sulu pınarlar da pek çok. Savaştan dönmeyen erler, yiğitler de zamanında çok olmuştur belki de. Onları ağlayarak bekleyen, seven yârlerinin gözleri olarak, bu sayısız pınarlar, dağlar arasına saçılmış. Her yanda bir pınar; küçükleri de büyükleri de var. Tabi, düşmana giden bahadırlar da o günlerde farklı yaşlarda savaşa gitmiş. Mevsile’nin düşüncesine göre, işte bunun için pınarlar da irili ufaklı; yârlerini, erlerini bekleyenler de çeşitli yaşlarda olmuşlar. Bu hiç şüphesiz böyledir. Çünkü aşk yaşa bakmaz, derler. Mevsile’nin bunun hakkında daha önce işittikleri de var. Bu duygu, günah endişesi, ne kadar beklese de hiç gelmiyor. Yanlışlıkla onun yanından geçip gitmesinden korkuyor kız. Artık Mevsile de kendi pınarını bulmalı. Onu hiç şüphesiz bulacak o. Geçen yıl çileğe gittiğinde böyle bir yer gördü. Böyle bir kaya altı. Kayası bembeyaz. Kaya denilse de o bir dağ. Halk onu Aktübe (Aktepe) diye adlandırıyor, oraya gidip hâlâ kireç kazıyorlar. Önceleri bütün köylerin evlerin içerisini de dışarısını da bu kayadan alınan kireç ile badanalamışlar. Evet, ilginç, şimdi yukarıdan yani uçaktan bakıldığında onların yaşadığı yer muhtemelen ışıl ışıldır.