–Başkalarının yapabildiği işi belki benim yapmam mümkün olmaz. Çünkü ben o işin ehli değilim!
–Bu çok komik, dedi anne biraz şaşırmış gibi, sonra yine güldü, bu nasıl söz?
–Canım annem, dedi şair içtenlikle, ticaret deyince ayağı çabuk, dili çevik adam olmak gerek. Öyle olmazsa fayda olmaz. Bunun üzerine yalancılık da eklemek gerek, mesela bir sere3 alınan malı insaf etsem bir ser iki miskale4, insaf etmesem bir buçuk sere aldım deyip yalan söyleyerek satmam gerek. Demek, ticarette yalan söylemek, zaruri durumda yalan sözlere yemin etmem gerekiyor. Bunun için de ben böyle bir işi yapamam!
Oğlunun sözlerine gülmekten nefesi sıkışan anne, biraz sonra gülmeyi bırakıp:
–Öyleyse hangi işi istiyorsun? dedi.
–Babam bana dört atlı bir araba alıp verirse, arabacılık yapayım diyorum, buna ne dersiniz?
–Şu sözün komikliğine bakın! Anne istihzayla güldü, sen kendine araba sürmeyi yakıştırır mısın? Baban Abdurrahman Mehsum herkesin tanıdığı birisi, hal böyleyken sen arabacılık yapsan cümle âlem ne der?
–Ticaret yapmaya nispeten arabacılık yapmak helal iş. Bence, helal bir iş yapmak hiçbir zaman ar namus meselesi olmamalı.
–Böyle sözleri bırak, dedi Niyaz Hanım oğlunu azarlayıp, -Biz daha ölmedik. Gözümüz açık oldukça senin o işleri yapmana müsaade etmeyiz.
–Yok, anne, ben istiyorum, sen babamı ikna etsen, dedi şair yalvarıp, -Babam bana dört atlı demir araba alıp versin, arabaya zil asarım, atların yelelerine kırmızı –yeşil saçak takarım, öyle güzel yaparım ki herkes hayran kalır. Bence bu şişeyi, -şair nişte duran şişeyi gösterip devam etti, -bana verirsen onu arabaya yağlık yapayım. O zaman insanlar görüp daha da hayran olur!…
–Allah’a tövbe de, böyle sözleri bir daha ağzına alma! –Niyaz Hanım razı olmadığını belirterek küçümser bir tavırla devam etti, -gül koyulan şişeyi arabaya yağ şişesi yapmak doğru geliyor mu? Dahası bu şişe nerden geldi biliyor musun? Bu babanın Çar yıkılmadan önce Şemey’e gidip özellikle aldığı, canından kıymetli gördüğü şişe. Şimdi böyle güzel şişeler bulmak mümkün olmuyor. Çar zamanında üretilenler kalmasa şimdi üretilmiyor, dedi.
–Anne, sende mi bu şişeyi değerli görüyorsun? dedi şair çocuklar gibi nazlanıp.
–Baban Şemey’den özellikle aldığı için elbette değerli buluyorum.
–Anne, şişeyi mi değerli görüyorsun yoksa beni mi?
–Ne diyor bu çocuk! Elbette seni her şeyden çok daha değerli görüyorum, evlat başka şişe başka!
–Ya babam?
–Baban da seni değerli görüyor.
–Öyle olsa belli olur, dedi şair karmaşık bir meseleyi çözmüş gibi gülüp, şişenin arabaya yağlık yapılmasının doğru olmadığı yerde, şişeden değerli görülen evladın tercüman ya da tüccar yapılması doğru geliyor mu?
–Tövbe, tövbe! dedi Niyaz Hanım şaşırmış halde, yorgunca gülerek, bende diyorum ne diyor bu, maksat bu muydu?
–Canım annem, sizlere açıkça söylemem gerekirse, babamın benim için tercüman olsun ya da dükkân açıp ticaret yapsın demesiyle gül şişesini arabaya yağ şişesi yapayım demem aynı mahiyetteki sözler, dedi şair ciddi ve kararlı bir tavırla.
–Tamam, oğlum, tamam, eğer yapacağın işler dükkân açmaktan önemliyse istediğini yap! Dedi ana oğlunun maksadını anlayıp.
–Babamın istediği gibi, ben de bir molla ya da hükümette tercüman olsam, olmadı ticaret yapsam, onun gönlündeki işi yapmış olurdum. Ama bu işlerin hiçbirisi beni cezp etmiyor, bana okul açıp marifet ile halkı uyandırmak cazip geliyor. Bu benim yegâne maksadım, sarsılmaz iradem. Böyle yapmamın nedeni, açıkçası babamın yine bu sözünü duyacak olmam. Benim senden isteğim, babama yapacağım işi kabul ettirmen!
Bu söz söylendiğinde, dışarıdan şairin babası Abdurrahman Mehsum avluya girdi. O Cuma’dan dönmekteydi.
Sırtına akide şekeri renginde ipek kumaştan bir yek tek5 giyip, başına ak sarık saran, saçı –sakalını her zaman tertemiz tıraş ettirerek heybetle yürüyen Abdurrahman Mehsum ağır adımlarla çalışma odasına çıkıp, onların sözünün üstüne geldi.
–Hangi konuda dertleşiyorsunuz? Dedi sevecen bakışlarla.
–Oğlumun yazdıklarına bakıp kaldım, dedi Niyaz Hanım diline gelen sözü geri çevirerek.
–Onun nesine bakıyorsun, bunun işi mübalağacılık. Şair dediğin yalancıdır, küçücük bir çalılık görse bağ-u bostan, Cennet’ul Me’va diye ağzında köpükler kaynatarak metheder. Gözden akan bir damlacık yaşı görse derya derya yaş aktı derler. Hepsi mübalağa. Birini övmek istese onu göğe çıkarıp arşı alaya yükseltir, yermek isterse de yerin dibine batırır. Bunların yazdıklarının birçoğu böyle. -Abdurrahman Mehsum bir nefeste birçok şey söyleyip, Niyaz Hanım’ı alıp aşağıya giderken şairin sözü onu durdurdu.
–Benim kaside hanlık yaptığımı düşünüyor olabilirsiniz, böyle düşünmekte haklısınız! Dedi şair ağır telaffuzla.
–Öyleyse sen nesin? Sen de şair misin?
–Görmeden nasıl hüküm veriyorsun? Önce görüp sonra… -Şair yeni yazılan birkaç parça şiirini uzattı. Abdurrahman Mehsum memnuniyetsiz bir halde kâğıtları eline alıp, ayakta durup öylesine göz atmaya başladı.
Şiirden az çok haberi olan Mehsum elindeki şiirlerde güya hata bulmak için yavaş yavaş göz gezdirdi, ara sıra Abdülhaluk Uygur’a da bakıyordu. Biraz sonra onun yüzünde bir şeyden Huzurlanmış gibi alametler peyda oldu. Bazı kâğıtlarda oğlunun düşünceleri karşısında onun gözleri kamaşıyordu. Gâh kaşları çatılıyor, gâh hâsıl olan düşünceler karşısında gülümsüyordu.
Yazdıkların yurtta olan olaylar, dedi Mehsum memnuniyetini az da olsa belli ederek, lakin bazı şiirlerinin vezni ağır ya da hafif olması yönüyle okunduğunda ahenkte bozulmaya sebep oluyor, bunu düzeltmek gerek.
–Şiiriyette, bazı sözlerin vezninin, ağır veya hafif olması açısından okunduğunda ahenk bulunamayabilir. Ancak kafiye –ahenk peşinde koşup, mazmunu zayıflatmak şiirin cevherini yok etmektir, diye düşüncesini belirtti şair.
–Sen öyle yönlerini düşünmesen… dedi Mehsum. Biraz düşündükten sonra yine konuştu. Yazdıkların gerçekleşebilecek işler. Ama bu sözlerini kim anlayacak? Bin kere söylemekten bir defa göstermek evla değil midir?
–Bu yiyip –içmek için yaşayanların görüşü, dedi şair hazır cevaplılığıyla.
Mehsum oğluna hoşnut kalmadığını belirtircesine baktıktan sonra:
–İnsanlar senin yazdığın yüz sayfa yazıdan tercümanın bir çift sözünü daha değerli görüyor.
–Öyle anlamak riyakârlık. Korku içinde yalan yanlış şeyler anlıyorlar. Benim yazdıklarımı ise doğru anlıyorlar. Ülke büyük, toplum geniş. Benim yazdıklarımı sevip anlayanlar oldukça çok. Bir güngelecek anlayanların, çok sevenlerin sayısı artacak. Böyle olacağına inancım kat’i!
Şair vücudunu dikleştirip sözüne devam etti:
–Tercümanlık, bürokratlık geçici bir iş.