“Hastaların hastanedeki sağlıklı bireyleri kontamine etmemeleri için belirlenen karantina önlemlerinin hızlı ve etkili biçimde uygulanması elzemdir. Hastanelerimize başvuran ilk hastalar suçiçeği ön tanısıyla hekimler tarafından izolasyon bölümlerine alınmıştı. Bu önlemler, ilk günler alınabilecek tüm tedbirlerin gerektiği şekilde alındığını gösteriyor. Ancak, artan hasta yoğunluğu nedeniyle izolasyon odalarının kısa zamanda yetersiz kalacağı da gerçektir. Bu nedenle sizlerden, bugünden itibaren hastanelerin yoğun bakımlarını çiçek hastalarına ayırmanız istenmektedir. Hasta sayısının daha da artması durumundaysa zamanla şehirlerdeki hastanelerin tamamının sadece bu hastalara tahsis edilmesi planlanmaktadır. Bugün içinde bakanlık genelgesiyle hastanelere yazılı bildirim yapılacaktır. Yine bugün itibariyle tüm illerde konuyla ilgili kriz masaları açılacaktır. Tüm yeni vakaların, İl Sağlık Müdürlüklerine acilen telefonla bildirimi zorunludur.
Yeniden hastalığın kliniğine dönersek, hiçbirinizin çiçek hastası görmediğini biliyoruz. Bu toplantılar aynı anda ülkemizin tüm şehir merkezlerinde düzenlenmekte ve enfeksiyon hastalıkları hekimlerimiz şu an sizler gibi bilgilendirilmektedir. Sizlerle hastalık hakkındaki genel bilgileri ve önceki salgınlardan elde edilen deneyimleri paylaşacağız. Bakanlığımızın genel afet yönetim planının gereği olarak şu andan itibaren tüm sağlık çalışanlarımızın izinleri iptal edilmiştir. İzinde olanlar da yine bugün itibarıyla geri çağırılacaktır.
Çiçek Hastalığı’nın bulaşma yolları ve genel seyri hakkında bilgi vermek gerekirse Variola virüsün başlıca solunum yoluyla ve insandan insana yakın temasla bulaştığı bilinmektedir. Hayvanlarla temas ve sivrisinek ısırması gibi yollarla bulaşma riski yoktur. Bulaştırıcılık özelliği geçmiş yıllardaki salgınlarda görülenlerden çok daha yüksek olan bu virüsün nefes alıp vermeyle, öksürük ve hapşırmayla üç metrelik bir alana yayıldığı düşünülmekte. En kötüsü de virüsün havada asılı kaldığı ve bulaştığı yüzeylerde günlerce canlılığını koruduğu tahmin edilmektedir. Bu nedenle kişisel hijyen kurallarına her zamankinden daha fazla dikkat etmek zorundayız.”
Gerilimin dozu gittikçe artıyordu. Nermin hastaneye son iki günde gelen hastaları düşündü. Çiçeğe benzer bir hasta görmemişti, şükretti haline. Keşke bakanlık olayı abartıyor olsaydı ama tedbirli olmak en iyisiydi elbette.
Virüs üç metre yayılıyor ve günlerce canlı kalabiliyor, diyordu adam. Sonra da dikkat edin, diyordu. Neye dikkat edeceklerdi ki? Nefes almamaya mı?
3 Nisan 2024, Can
Eve giderken alçak duvarın ardından görünen büyük bahçedeki sahibinin üzerine atlayan köpeği seyretti. Şu dünyada Can’ın en sevdiği canlı köpekti. Ne zaman bir şeye canı sıkılsa karşısına bir köpek çıkar, onu severek sakinleşirdi. Şimdi de sahibiyle yerde yuvarlanan köpeği görünce günü unutmuştu. Genç bir çocuk kendinden büyük köpeğiyle boğuşurken kahkaha sesleriyle havlamalar birbirine karışıyordu. Köpeğin sahibini çok sevdiği belliydi, uzun ince kuyruğu hızlı hızlı yeri dövüyordu. Biraz daha ilerleyince sokak köpekleri çıktı karşısına. Beş-altı tanesi birbirine yakın dolaşıyorlardı. Uzun ve soğuk geçen kış boyunca zayıflamışlardı.
Birine ait olmanın nasıl bir şey olduğunu düşünürken evin önüne gelmişti bile. Anahtarını aradı ceplerinde. Hep sağ cebine koyardı ama bugün boştu sağ cebi. Sol elindeki torbaları sağ eline aldı ve boşta kalan eliyle sol cebini yokladı. Geçen bahardan bu yana giymemişti bu ceketi. İki bozuk paranın parmaklarına değdiğini hissetti. Birbirlerine çarpınca çıkardıkları sese gıcık oldu. Hiç sevmezdi bozuk parayı. Paraların hemen yanındaki kâğıt parçaları değdi eline. Birkaç kâğıt para çıktı cepten. Paraları cebine koymazdı halbuki. Marketten az önce aldığı para üstü olmalıydı. İki gece nöbet tutunca akıl kalmamıştı. Kafası o kadar dağılmıştı işte.
“Daha kaç sene anahtarla açacağım ben bu kapıyı,” diye kendi kendine söylenirken sırt çantasının en önündeki küçük, fermuarlı gözden çıkarttı anahtarı. Kapıyı açar açmaz Ateş ayaklarının dibinde bitti. “Dur kızım, ayakkabılarımı çıkarayım, üstümü değiştireyim sonra severim seni,” dese de dinlemiyordu Ateş. O da haklıydı, özlemişti Can’ı. “Aynı Tuba gibisin sen de. Paşa gönlünüz isteyince sevileceksiniz illa. Can’ın canı çıkmış, kimin umurunda.”
Ateş’in başını okşayıp ağzına bir parmak bal çaldıktan sonra hızlı adımlarla banyoya girdi. Önce üzerindeki pislikten arınması gerekliydi. Yirmi dakika sonra giysileriyle birlikte hekimliğinden de soyunup çıktı banyodan. Kendine kocaman bir “Hoş geldim,” dedi uzata uzata. “Gel bakalım güzel kızım,” diye koca kafasını sevdi köpeğinin. “Öyle yorgunum ki şuracıkta sızalım seninle. Karnım nasıl da aç, biliyor musun?”
Mutfağa girmeden önce Ateş’in mama ve su kaplarının olduğu banyoya geçti. Her nöbet çıkışı eve gelince ilk yaptığı iş mama ve su kaplarını kontrol etmekti. İki büyük su kabının içinde kalan suları lavaboya boşaltırken gece boyu diline doladığı şarkıyı mırıldandı: “Bugün yine gönlümün bahçelerinde gezindim.”
Annesinden öğrenmişti bu şarkıyı. Onun ipek gibi sesinden dinlemeyi tercih ederdi. Kendisinin sesi de fena değildi aslında ama yorgundu şimdi. Çatallanan sesi şarkı söylemesine izin vermiyordu. Kendi sesinden rahatsız olunca sustu. Kapları yalandan yıkayıp yeniden doldurdu. Mama kapları doluydu hâlâ, onların acelesi yoktu.
Gelirken dondurulmuş bir şeyler almıştı. Mikrodalgada ısıttı mı karnını doyurabilirdi ama onlarla uğraşacak hali bile yoktu şimdi. Yatıp uyumak istiyordu sadece. Yatağına uzandı. Çenesini iyice açarak esnedi. Gerinirken bütün ağrılarını hissetti. En çok baldırları ağrımıştı. Kendini bıraktığında bir karınca ordusu geçip gitti vücudundan. Başını yastığa güzelce yerleştirdi.
Ali’yle hastanede konuştukları aklına üşüştü. Yalnız kaldıkları bir ara “Ne şanslı çocuksun oğlum. Senin kız yine eli kolu dolu geldi bu sabah,” demişti Ali.
Tuba bu aralar sık sık hastaneye uğruyordu. Ya yiyecek bir şeyler getiriyordu sevgilisine ya da ne zamandır aradığı kitabı bir yerlerden bulup çıkartmış oluyordu.
“Şu kızın kıymetini bil,” diyordu Ali. “Kız tıp fakültesi okurken bile fırsat bulup sana kek, börek yapıyor ve hastane köşelerine taşıyor. Kadının bu ise şanslısındır oğlum.”
“Aman abi, iyi ki hatırlattın. Ben yarın öğle arası birkaç saat kaybolacağım. Tuba gelirse sen yine bulursun bir şeyler,” dediğinde kızmıştı Ali.
“Ne yapıyorsun oğlum sen? Senin o birkaç saat kaçtığını görür böyle kızlar, sadece söylemezler,” demişti. Her lafa verilecek bir cevabı olan Can, bu sefer ne diyeceğini bilememişti. Fırsattan istifade etti Ali. “Senin gibiler de her söylenmeyeni görülmedi zanneder. Söylemediklerinden ölür böyle kızlar. Görülmedi zannettikleriyle öldürür senin gibi adamlar.”
“Deme abi bak, ölür kız, içimde patlar.”
“Ölmesin oğlum. Öldürme,” diye diklendi Ali ve tek bir kelime daha etmeden dönüp gitti.
Ne istediğini biliyordu Can. Dilinden düşmeyen özgürlük lafını bir bayrak gibi hep en yüksekte tutuyor, kendi özgürlüğünü bir başkasına, hele de bir kadına