Tanıdığı erkeklerden pay biçiyordu şimdi de. Örneğin Akın, iş çıkışı bir yere takılacak olsalar karısına haber vermeden gelemiyordu. Gün bitip de evine kavuşacağı anı bekliyordu. Her akşam hastaneden çıkarken eşini arayıp “Ben çıkıyorum, istediğin bir şey var mı?” diye soruyor, bazen birkaç kez “Tamam canım,” diyerek telefonu kapatıyordu. “Evin en güzel süsü mutlu bir kadındır,” diyen Akın’ın keyfi yerindeydi.
Ali rahattı. Bekârlık sultanlık diyenlerdendi. Karışanı görüşeni yoktu. Her akşam aynı saatte eve gitme mecburiyeti yoktu. İster dışarıda yer isterse aç yatardı.
Birkaç gün önce havadan sudan konuşurken öyle durup dururken “Erkekler ikiye ayrılır,” demişti Tuba. “Kıymet bilenler ve terk edildikten sonra kıymet bilenler.” Can o gün çok gülmüştü bu tespite. Bugün o sözler aklına gelince şüphe düştü içine. Şimdiki mutsuzluğunun adamakıllı bir sebebi de yoktu aslında ama huzursuzdu. Sanki bu gece her şey bitmişti de özgürlüğüne kavuşmuş bir erkek olarak ne yapacağını düşünüyordu.
Boğulmak üzere olduğunu hissediyordu ama kendini gömdüğü o koyu karanlıktan kurtulmak için en ufak bir kıpırdanma ihtiyacı hissetmiyordu. Boğulsa yeriydi artık, bekliyordu. Ali haklı olabilirdi. Tuba’nın onu terk ettiğini düşündü bir an, içi yandı.
Uyku ile uyanıklık arasındaydı. Gözlerini kapatıp içindeki dünyaya aktı. O kovaladıkça Tuba sımsıkı dolanıyordu içine. Yolda yürürken ayağına takılan olmasın diye uçmak istiyordu Can. Tam da özgür bir genç adamken, ayağına kimseyi bağ etmek istemezken, Tuba nereden çıkmıştı? Rüya görüyor olmalıydı. Gençliğin neşe saçan enerjisi, uzun kızıl saçlarla süslenmiş genç kadını ışık saçan bir can parçası haline getirmişti. Onu görmezden gelmeye çalışıyordu, arada bir gözü kayıyordu sadece.
Oradaydı Tuba; Can ısrarla başını çevirip görmemeye çalışsa da birkaç adım ileride, alaycı bir gülüşle onu seyrediyordu. Saçlarının kızılından, yüzünün ışığından sonra gülüşü geldi gözlerinin önüne. Kaynayan suyun fıkırdaması gibi derinden ve usulca başlayan gülüşü büyüdü büyüdü. Ateş gibi, yeni doğan güneş gibiydi şimdi kahkahası. Dalında turunç gibi, turuncu gibiydi. Bedeninden, sesinden kopup gelen kızıllar, turuncular Can’ın içini dolduruyordu. Dans etmeye başlayınca kırmızı elbisesinin uçuşan etekleri dalgalandı. En çok da elbisesinin bir çift yelpaze gibi açılan kollarındaki ve kısacık eteğinin ucundaki siyah dantelalar çarptı Can’ın gözüne. Kendisini gökkuşağı gibi sarmalayan sevgilisine sarıldı bu muhteşem renkler. Beynindeki karanlıkları aydınlatmaya yetti.
Sabahın seherinde, ömrünün en güzel rüyasından tamamen dinlenmiş olarak uyandı. Gözlerini açtı, hızlıca doğruldu yataktan. Acelesi vardı. Kırmızı elbiseli, kızıl saçlı sevdiğini bulmak için dışarıya çıkmalıydı.
4 Nisan 2024, Nermin
Yüzlerce doktoru kapattıkları bir salonda solunum yoluyla bulaşan ölümcül virüsten bahsetmek komikti. İçlerinden biri virüs getirdiyse hepsi, bu salondaki bütün doktorlar bir hafta içinde öleceklerdi o zaman. Bu adam konuşmaya başladığından beri boğazına bir şeyler takılmıştı Nermin’in. Yutkunmakla gitmiyordu. Adam sevimsiz biri değildi ama anlattıkları yüzünden bu salondakilerin hiçbiri onu güzel hatırlamayacaktı.
“Düşmanımızı tanımak adına biraz da teorik bilgilerden bahsetmem gerekiyor. Variola virüsüyle oluşan Çiçek Hastalığı’nın iki tipi var: Variola minor hafif seyreder. Hastaların ölüm oranı yüzde birden azdır. Variola majör ise klasik çiçek enfeksiyonu olarak da bilinir. Aşılanmış bireylerde neredeyse ölüm görülmezken aşılanmamış bireylerde ölüm oranı yüzde otuza kadar çıkabilir. Yani teorik bilgilerimiz şimdiye kadar bu şekildeydi. Günümüzdeki ölüm oranının ise yüzde yüze yakın olduğunu üzülerek hatırlatırım. Yani şu anki virüs eskiye oranla çok daha güçlü ve öldürücü.”
Anlatmaya devam ederken bir yandan da arkasındaki ekrana yansıyan slaytlardan virüs ve hastalık hakkında fotoğraflar gösteriyordu. Ekranda, annesinin kucağında duran ufacık bir çocuğun fotoğrafı vardı. Cildi yırtıcı sürüngenlerin derileri gibi pul pul kabarmıştı. Vücudunun tamamına yayılan lezyonlar onu korkunç bir yaratık gibi gösteriyordu. Nermin yılların enfeksiyon hastalıkları uzmanı olmasına rağmen bu kadar yoğun ve korkutucu cilt lezyonlarını şimdiye dek hiç görmemişti.
“Çiçek Hastalığı’nda virüsün solunum sistemi mukozasına temasından sonra ortalama on gün kadar süren kuluçka dönemi olur. Bu dönemde kişide belirgin bir rahatsızlık hali görülmez. En önemlisi bu dönemde virüsü başkalarına bulaştırma ihtimali de yoktur. Uzun ve sessiz kuluçka dönemi nedeniyle hastaların virüsü ne zaman ve nereden aldıklarını tespit etmek zordur. Kuluçka döneminin ardından halsizlik, kırgınlık ve baş ağrısıyla başlayan kas ağrısı, karın ağrısı, ateş ve yorgunluk hissinin gözlendiği iki-üç günlük ön belirti dönemi denen bir süreç gözlenir. Maalesef bulaştırıcılığın en yoğun olduğu dönemlerden birisi bu dönemdir. Henüz hastalarda tipik deri lezyonları başlamadan hastalığın bulaşıcılığının başlaması, bu hastalığı en tehlikeli bulaşıcı hastalıklardan biri yapar. Kısacası hasta bireyler cildinde döküntüler görülmeye başlamadan, yani tanı almadan günler önce virüsü başkalarına bulaştırmaya başlamıştır.”
“Aman Tanrım!” diye inledi Nermin.
Tamamen sağlıklı görünen ancak taşıyıcı olan birisiyle konuşmak bile virüs almaya yetecekti yani. Cilt döküntüsü başlamadan önce virüs bulaşır, diyordu konuşmacı. Düşmanın nereden saldırdığını bile anlayamayacaklardı yani. Dünkü hastaları hatırladı, yetmişten fazla hasta bakmıştı. Hemen hepsinin ateşi yüksekti. Dehşete kapıldı.
“Birkaç gün sonra ateş düşerken yüzde küçük, kırmızı, kabarık lezyonlar belirir. Ertesi gün gövde, kol ve bacaklara yayılır. Döküntüler giderek büyür. Yedinci günde içleri sıvı dolu ve cerahatli olur. Büyük, iltihaplı lezyonlara dönüşür. Hastanın yüzünü kaplayabilir.”
Gösterdiği fotoğraflar en soğukkanlı konunun uzmanlarının bile yüzünü buruşturmaya yetmişti. Nermin’in midesi bulanmaya başladı. Derin nefesler alarak hem sakinleşmeye hem de mide bulantısını kontrol etmeye çabalıyordu ama ikisinde de başarısız oluyordu.
“Döküntüler başladıktan iki hafta sonra tüm yaralar kabuklanır. Kabuklar iyileştikten sonra hasta artık bulaşıcı özelliğini kaybeder. Bazı kişilerde özellikle yüz bölgesinde ağır kalıcı izler bırakabilir. Hatırlatmakta fayda görüyorum: Bu bahsedilen süreler ve hastalığın klinik seyri, geçmiş dönemdeki salgınlara ait yazılı verilerdir. Günümüzdeki mutant virüs ise hem daha ölümcül hem çok daha hızlı seyrediyor.”
Bu anlattıklarından, gösterdiği fotoğraflardan daha kötüsü olabilir miydi bilmiyordu ama hiç güzel bir laf çıkmıyordu adamın ağzından. Her dakika içi daha da kararıyordu Nermin’in. Arada bir dalıp gidiyordu. Durumun vahametini düşünürken anlatılanlardan uzaklaşıyordu. Sonra yine yakaladığı yerden dinlemeye