Orada oturan gençlerden biri:
“Biz de bilmeyiz.” dedi.
“Siz de bilmezsiniz, doğru… Çünkü siz de kıçınıza bir matbaa sandalyesi olsun uydurmuşsunuz ve az çok karnınız da tok. Görüyorum ki rahat rahat konuşuyor ve yazı yazıyorsunuz. Okumuş yazmış mümtaz sınıfın lafazanlığını ediyorsunuz. Elbette bilmezsiniz. Ama ben sizleri biliyorum ya, yeter… Ben, bizim gibilere basamak olacak sizleri bir defa yakından görmeye gelmiş olduğumu sanırım. Ama siz de hükûmete gelince sakın bizlere serseri kanunu tatbik etmeye kalkmayın.”
“Hele şimdilik uzaktayız. Bir defa yerimize oturduğumuzu görelim de sonra konuşuruz!”
“Uzaktasınız! Evet. Biz daha uzaktayız. Ama bundan ne çıkar? Uzakta oluruz, yakınlaşırız.”
Esmer, kıvırcık saçlı bir genç, biraz sert:
“Bunlar iyi ya. Ama daha evvel, sen kimsin?” diye sordu.
“Ben bir adam. Kendimi tarif için size söyleyecek bir unvanım yoktur. Ben, benim. Bugünkü heyet içinde hiçbir şey. Yarınki heyet içinde ne olurum bilmem. Sizinle görüşmek için bir unvan söylemek lazım mı?”
“Siz bilir misiniz, buraya pek çok polis hafiyeleri gelir.”
“E, gelirler de ne yaparlar?”
“Hiiç, gelir oturur, inkılaplardan, komitalardan, açlıktan, susuzluktan dem vurur, sonra giderler.”
Bir başkası:
“Baksana efendi, bizi burada işi yok adamlar sanıyorsan aldanıyorsun. Biz burada çalışırsak karnımız doyar, anladın mı?” dedi.
“Hadi sen de şakacı!”
Sustular. Hepsi düşündü: “Bunun sonu yumruk pazarı mı olacak? Bu serseri nereden, hangi beladan başımıza düştü?”
İçeri, bu adamı tanıyan bir arkadaş girdi.
“Ooo Hamdi.” dedi. “Sen burada ne arıyorsun?”
Sonra, arkadaşlara takdim etti:
“Ultra komünist Hamdi yoldaş.” dedi.
Hamdi, kendisini takdim edenin yüzüne baktı:
“İftira etme.” dedi. “Komünist belki sizlersiniz, onu bilmem. Ben komünist filan değilim. Ben filantropum.3 Anladın mı? Bana bir unvan vermek istersen, bari böyle ver. İnsanlığın dostuyum. Sizin gibi yahut başkaları gibi insanların başlarına bela olacaklardan değilim. Hiç çalışmam da! Hapishanelerde yaşar dururum. Aç kalınca bir hezeyan eder hapse girerim ve zuhur edeceğim günü beklerim.”
Tanındığı hâlde, gene kimse bu adamdan hoşnut olmadı. Onu tanıyana, bunu buradan aşırmasını söylediler.
İLTİMAS
Sabahleyin yeni kalkmıştım. Haber verdiler, kapıya biri gelmiş beni görmek istiyormuş.
“Adı neymiş?” diye sorduk.
Bahçe kapısına kadar gittiler, sordular. Abidin Efendi’ymiş. Öğrendik. Abidin Efendi’yi tanımadım.
“Gelsin bakalım.” dedim.
Geldi. Görünce hatırladım. Vaktiyle bizim memlekette tapu kâtibi yamağı idi. Adına biz Apti derdik, meğerse o Abidin’miş. Geldi, oturduk. Yirmi beş sene var ki birbirimizi görmemişiz. Eskiden yeniden konuştuktan sonra niçin geldiğini anlattı.
“Ben sana niye geldim?”
“Niye geldin?”
“Benim bir çocuğum var.”
“Ee?”
“Orta mektebi bitirdi. Şimdi bir liseye girecek.”
“Ee?”
“Sen bana bir kâğıt ver.”
“Nesine kâğıt vereyim?”
“Mektebe girmesi için…”
“Mektebe almıyorlar mı?”
“Bilmem, biz gitmedik.”
“E, gitmediniz… Alıyorlar mı, almıyorlar mı bilmiyorsunuz. Ben ne kâğıdı vereyim?”
“Canım, sen bir kâğıt versen olur. Kâğıt olmazsa almıyorlar. Kim bir iltimas bulursa onunkini alıyorlar…”
HAFIZ HANIM
Kale bedeni gibi yüksek duvarlar içinde bir büyük bahçe ortasında bir konak. Konağın altı bir geçit. Geçidin bir yanında selamlığın binek taşı, öteki yanında haremliğin binek taşı. Binek taşlarından, çifte mermer merdivenler çıkıyor, dönüyor, bir geniş ahşap merdivenle yukarı salonlara çıkıyor. Döşeme tahtaları bir arşın genişliğinde meşeden yarılmış, giriş yerine insan gövdesi gibi meşe kütükleri atılmış. Çerçeveler meşe, pencere kapakları meşe. Tepe pencereleri olan geniş odalar… Alçı çerçeve, renkli camlar, geniş setli divan odaları. Oymalı, alçı çiçekli tavan göbekleri, çiçeklikler… Gece, bu geniş odalarda yağ mumu yanan çift kollu şamdanlar dibinde oturulur, konuşulur, iş işlenir.
“Kız, al mumun piçini!”
Setli odaların setinden aşağıda oturan halayıklardan biri kalkar, siperli mum makası ile mumun piçini alır, kararan ışık biraz parlar. Büyük hanım çubuğunu içer. Hafız Hanım’a masal söyletir. Hafız Hanım gelip haftalarca kalan dalkavuk kadınlardan biridir. Hacı diye ihtiyar bir kocası da vardır. Hiçbir iş yapmaz. Hafız Hanım onu geçindirir. Eskiden, Dımışkızade Sait Molla’nın yanında çubuk ağasıymış.
Hafız Hanım, zürefadan4 gibi görünür, boynuna sevici kadınlar gibi bir beyaz mendil bağlar. Saçları kulakları hizasından kesiktir. Başında karanfil oymalı hotozu, ince dikişli hırkası, üstünde şal kuşağı ile temiz bir kadındır. Masallar bilir. Gidip geldiği konaklarda hem hanımlar hem halayıklarla dost, ihtiyar kalfa hanımlarla kapı yoldaşıdır. Onu ince düşünceli, güldürür güzel sözler söyler diye tanımışlardır, her sözüne gülerler. Büyük hanımın yanında masal söylerken güzel halayık kızlar sessizce kapıları açar, gölge gibi girer, oracığa siner, masalı dinlerler. Hatırlı kalfalara, büyük hanım haber gönderir:
“Kız! Mesut Bacı’ya, Ayniter’e söyle! Hafız Hanım masal söyleyecek!”
Küçük hanımlar, gelin hanımlar da toplanırlar. Gece yarısına doğru kuru yemiş yahut taze yemiş gelir, yenir. Sonra, herkes odasına çekilir, yatar.
Bir yere gezmeye gidilirse Hafız Hanım’a haber yollanır. Azatlı kalfalardan biri bir sabah erken kalkar, hazırlanır. Yeni çedik pabuçlarını sandıktan çıkarır, lavanta çiçeği kokan temiz çamaşırlarını giyer, gider büyük hanımı, küçük hanımları etekler; onlardan tembihler alır, ak yaşmağını tutar, yeşil feracesini giyer. Yanına, ağalardan biri katılır. Okur, üfler, kapıdan çıkar. Çarşamba’daki konaktan Odabaşı’nda Hafız Hanım’ın evine gider. Sokakta türbeler, mezarlar önünden geçerken okur, üfler. Yerde yatan iki köpek arasından geçmeye dikkat ederler. Yanlarında para varsa dervişlere para verirler. Eve girerken sağ, çıkarken sol ayaklarını evvel atmaya çalışırlar. Ağa önde, Kalfa Hanım arkada gider, nihayet Hafız Hanım’ın evine varırlar. Kapı duvar. Hafız Hanım evinde oturur mu? Kim bilir nereye gitmiştir. Ağa gider, köşedeki hallaçtan, kalaycıdan Hacı’yı sorar. Hacı, Yenibahçe’deymiş. Komşuların kapısı vurulur, Kalfa Hanım’ı içeri alırlar. Dinlenir ve tembih