“Korkmuştur.” dedi.
“Korktu ya, Vali’nin arkasına kaçıverecekti!”
“Daha kimler vardı?”
“Kumandan vardı, Mektupçu vardı, Kadı vardı, bizim Hacı Salih’in Emin vardı, Mektupçu’nun yamağı vardı, Kâtib-i Mesul vardı… (Biraz düşündü.) İşte bunlar.”
“E, daha ne marifetler gösterdiniz?”
“Hep bildiğin şeyler. Vali dünden haber vermiş, oğlanları toplamışlar, biraz sümüklerini silmişler. Vali gene ‘musahabe’11 istedi, iki çocuk çıkardılar. Biri, o şaşı, karaman oğlan. Biri de Mal Hasan’ın öksüzü. Karşılıklı geçip ‘musahabe’ okudular. Ha, bir de yeni numara vardı. Vali oğlanlara soruyor: ‘Sizin ananız kimdir?’ Oğlanlar, ‘Vatan!’ diyorlar. ‘Müşfik babanız kimdir?’ Oğlanlar, ‘Siz Vali Beyi’miz.’ diyorlar. Oğlanlar bunu deyince Vali, Reis’e döndü: ‘Bunlar.’ dedi. ‘Bizi baba tanıyorlar.’ Reis sırıttı: ‘Aman efendim hepimiz öyle tanıyoruz.’ dedi. Ben, az daha gülecektim. Sonra tiyatrosu oynandı. İşte hep bildiğin şeyler!”
“Vali, Dedikler kitabından Reis’e vermedi mi?”
“Vermez olur mu? Reis yaman yağcı, herif bilir misin kitabı alınca ne dedi?”
“Ne dedi?”
“ ‘Efendim.’ dedi. ‘Mahviyet12 buyurup buna çocuklar için demişsiniz ama doğrusu bu bizler için!’ Gördün mü herif? Vali bayıldı! ‘Evet.’ dedi. ‘Biz çocuklar için yazdık ama içinde her şey vardır.’ Reis bastı yağcılığı. Bir saat ayakta benim belim koptu.”
“Vali çocukların arasına girip oturmadı mı?”
“Oğlanları bit saralı o numarayı kaldırdı.”
“Çocuklar bitli mi?”
“Bitli ya bakmıyorlar ki! Başlarına, o bunakla o yüzsüz oğlanı koymuş. On okka sabun yolladım, naftalin yolladım. Götürüp çarşıda satıyorlar. Oğlanların değiştirecek çamaşırları yok. Ama söylemeye gelmiyor ki… O yüzsüz oğlan Yaver’in tanıdığı. Bizim Vali çocuk gibi be! Kendisi de her şeyi biliyor ama Yaver’i kıramaz. Onlara her gün ‘Dedik.’ yazıp duruyor, gazetede okumuyor musun? Onlar hep Yaver’le o oğlan üstüne.”
“Benim hiç okuduğum yok.”
“Yok ama bir gün imtihana çekerse okumadığınız anlaşılırsa güceniyor. Bak, Mektupçu hepsini ezberlemiş. Çömezi de ezber biliyor. Kumandan bile birkaçını kolaylamış. Bir yol bana ‘nezafet13 dediği’ni sordu, bilemedim, iki gün surat etti. ‘Oturup kalma, işine bak.’ dediğini Kahveci Hacı’nın oğluna, kendi ezberletti.”
Defterdar’la Belediye Reisi, konuşarak belediye önüne kadar geldiler; oraya kadar da geldikten sonra havuz başında oturup birer sabah kahvesi içmek istediler. Kahvelerini daha yeni ısmarlamışlardı ki yeni Reis ile Candarma Kumandanı, Nüfus Müdürü, daha birkaç kişi de geldiler. Hep birlikte oturuldu. Biraz hoşbeşten sonra dünkü mektep sözü açıldı. Ceza Reisi korkak bir adam; bilmediği kimselerin yanında kendi düşündüklerini söylemek istemiyor. Yalnız gülüyor. Onun tatlı gülüşü de başkalarına hız veriyor. O güldü, ötekiler söylediler; en sonunda o da dayanamadı, dedi ki:
“Dedikler’i bu akşam okudum. Bizim Vali Bey eskiden gelseydi peygamber olurdu. Dedikler, Kur’ansı yazılar. Sure sure. Her sure bir ‘dedik’ olmuş. Hem ne sureler!”
Reis bunları söyledi, söyler söylemez de pişman oldu.
“Aman bunlar aramızda kalsın.” diye yalvardı.
Hiç kalır mı? Ertesi günü Vali’ye yetiştirdiler. Daha ertesi günü de vilayet gazetesinde, “Gülme, kusur bulma, sen daha iyisini yap!” diye yeni bir “Dedik” çıktı!
ŞİMDİLİK DURSUN!
Birkaç sene Almanya’da tahsilde bulunduktan sonra felsefe doktoru olup memlekete dönen ve hâliyle tavrıyla kendine iyi kötü bir mevki de temin edip muallimliğe başlayan İbrahim Asım Bey, yirmi beş-yirmi altı yaşlarında bir genç, pek yakından tanıdığı bir arkadaşının Nişantaşı’ndaki evine gidip geldikçe birçok hanım kızlarla ve kız analarıyla tanıştı, ahbap oldu. Ve pek çok iltifatlar da gördü lakin bu ahbaplıklardan, iltifatlardan bir netice çıkmadı.
Ona denildiği günler oldu ki:
“Biliyor musun; falan buraya sık sık, ancak seni görmek için gelip gidiyor.”
O cevap verdi ki:
“Çok şey, hâlbuki bize hiç gelmedi!”
“Sen eğleniyorsun Asım Bey, hâlbuki o ciddidir!”
“Bilakis benden daha az ciddi görünüyor. Öyle başı açık bahislere karışıyor ki mevki müsait olursa ben sözü değiştirip ciddileşiyorum!”
Böyle cevaplar verirdi ve daima samimi mülazemetlerden14 kaçtı. Bunun neticesi olarak onun hakkında fena bir hüküm verdiler. Dediler ki:
“O göründüğü gibi ciddi bir adam değil, gönül eğlendirmeye çıkmış. Ondan hayır gelmez.”
Ve birçok kızlar hatta kız anaları ümitlerini kestiler, iltifat etmez oldular. Yalnız İsmet Hanım ki yaşı yirmiye yaklaşıyor ve her gün “Bu hayat böyle nereye varacak?” diye düşünüyor, her düşünceden sonra da “Henüz vakit varken ne yapıp yapıp bir iyi koca bulmalı.” kararını veriyordu. Çünkü hayat pahalıydı ve babasının elinde avucunda bir şey kalmamıştı; kardeşleri de kendi karılarını ancak güçlükle geçindirebiliyorlardı. Birçok şeyler de var ki lazım. Bunlara çare, tasarruf olmaz; yaz geldi, bir çift iskarpin ister. Bu yoktur olmaz, yalın ayak sokağa çıkmak kabil değil ki. İskarpin içinde insanın çorabı yırtık da olsa olur ancak iskarpin yırtık olur mu? Ya gidilip bir başka mahallede oturmalı veyahut zaman neyi istiyor, götürüyorsa çaresiz, sen de yapacaksın! Bunun için de evvela kazanıp getiren bir koca bulmalı. Yahut Güzide gibi, gizli dost kullanmak var ancak bu da sonu gelir bir şey değil. Yarın yaşı bir parça geçince dost, adamı sokak ortasında bırakır gider. Ondan sonra hayat artık baştan kara. Yok, elbette bir koca bulmalı, koca, elbette genç olsa, güzel olsa daha iyi fakat olmazsa… Olmazsa da ziyan yok, yeter ki yalnız kendisi adam olsun, eli para tutsun! Bir defa Asım’a tasadüf edince ondan kolay kolay elini çekemedi. Bildiği, becerdiği kadar onu tutmaya, avlamaya uğraştı. İltifat etti. Dalgın ve bedbaht göründü. Kıskandırmak istedi. Şiir meraklısı, ev kadını görünmeyi birer birer tecrübe etti; hiçbir netice çıkmadı. Hiçbir netice çıkmayınca biraz izzetinefsi yaralanmakla beraber yine vazgeçmedi. Açık görüşüp izdivaç teklifinde bulunmaya karar verdi. Ev sahibesi olan Saide Hanım’dan rica etti ki bir tesadüf hazırlayıp onların hiç olmazsa birkaç saat yalnız görüşebilmelerini temin etsin. Böyle de bir tesadüf hazırlandı. Saide Hanım, “Beş dakikaya kadar gelirim!” diye gitti; tam üç saat eve dönmedi. Tabii Asım meseleyi anlamış, bir parça sıkılmıştı. İsmet Hanım da şimdi bu mecburi mülakatı tertip etmiş olduğuna pişman gibiydi. Öyle ya zorla güzellik olur mu? İnsan kızar da “Evet!” diyecekse de “Hayır!” der. Bu sebeple bir müddet sözü başka taraflarda dolaştırdı. Ve nihayet karar verdiği gibi, açık bir izdivaç teklifinde bulunamadı. Sordu ki:
“Asım Bey! Siz hakikaten evlenmek