Tarzan Maymun Adam. Эдгар Райс Берроуз. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Эдгар Райс Берроуз
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6486-44-7
Скачать книгу
işte yeni bir oyun, hem de güzel bir oyun, diye düşündü Tarzan ve hemen sonrasında da numarasını tekrarlamaya koyuldu. Böylece, titiz ve devamlı talimler neticesinde kement atma yeteneğini geliştirmiş oldu.

      İşte şimdi Tublat’ın hayatı gerçekten de kâbusa dönmüştü. Uyurken, yürürken, gece, gündüz; o sessiz kemendin ne zaman uçup gelip boynuna geçeceğini tahmin edemiyor; her defasında boğulup ölecek gibi oluyordu.

      Kala cezalandırdı, Tublat intikam yeminleri etti, yaşlı Kerchak da bizzat ilgilenip ikaz ve tehdit etti ama ne fayda!

      Tarzan hiçbirine itaat etmedi ve o ince, sağlam kement Tublat’ın boynuna hiç beklemediği anlarda geçmeye devam etti.

      Diğer maymunlar Tublat’ın mağlubiyetinden sınırsız zevk alıyordu zira kimsenin hoşlanmadığı, huysuz ihtiyarın tekiydi Kırık Burun.

      Tarzan’ın küçük, zeki kafasında binlerce fikir dolanıyordu; hepsinin ardında da o harikulade muhakeme kabiliyeti vardı.

      Otlardan yaptığı uzun koluyla maymun yoldaşlarını yakalayabiliyorsa dişi aslan Sabor’u neden yakalayamasındı?

      Henüz ham bir fikirdi bu ancak bilincinde de bilinçaltında da uzun süre kalacak ve nihayetinde muhteşem bir başarıyla neticelenecekti.

      Fakat bu, yıllar sonra gerçekleşecekti.

      6. BÖLÜM

      ORMAN SAVAŞLARI

      Kabilenin konargöçer hayatı, onları sık sık küçük koydaki kapalı ve ıssız kulübenin yakınına getirdi. Tarzan için bu, her zaman bitmek bilmeyen bir esrar ve zevk kaynağı olmuştu.

      O güçlü duvarların ardında saklanan meçhul harikaları keşfetmek için nafile bir çabayla, perdeli pencerelerden içeriyi gözetler ya da çatıya tırmanıp bacanın karanlığından aşağı bakardı.

      Toy hayal gücüyle, içeride muhteşem yaratıkların yaşadığını tasavvur eder; kaba kuvvetle içeri giremeyişi de bu arzusunu bin kat artırırdı.

      Çatıya ve pencerelere tırmanıp saatlerce bir giriş yolu aradığı oluyordu fakat kapı, görünüşte duvarlar kadar kalın ve sağlam olduğundan dikkatini çekmemişti.

      Yaşlı Sabor’la yaşadığı maceradan sonra, o civara tekrar uğradıkları zamandı. Tarzan, kulübeye yaklaştıkları sırada uzaktan bakınca kapının duvarın içine oturtulmuş, duvardan bağımsız bir parça olduğunu fark etti. İşte o an, bunca zamandır akıl edemediği giriş yolunun o parça olabileceğini düşündü ilk kez.

      Kulübeyi ziyaret ederken genellikle olduğu gibi yine tek başınaydı zira maymunlar orayı pek sevmiyorlardı. Gök gürültüsü sopasının maymunlar arasında on yıl boyunca bıkıp usanmadan anlatılagelen hikâyesi, beyaz adamın terk edilmiş metruk hanesinin etrafında âdeta bir tuhaflık ve korku atmosferi oluşturmuştu.

      Kendisinin kulübeyle olan bağı ona hiç anlatılmamıştı. Maymun dilinde o kadar az kelime vardı ki kulübenin içinde gördüklerinin çok azını ifade edebiliyorlardı. Zira dilleri, o tuhaf mahlukları da onların eşyalarını da doğru şekilde tarif edebilecek kelimelerden yoksundu. Bu sebeple Tarzan aklı erecek yaşa gelene kadar kabile, o meseleyi çoktan unutmuştu.

      Kala ona babasının tuhaf, beyaz bir maymun olduğunu belli belirsiz, üstü kapalı bir şekilde anlatmıştı ancak Tarzan, Kala’nın öz annesi olmadığını bilmiyordu.

      İşte o gün, doğruca kapıya gitti Tarzan. Kapıyı saatlerce inceledi; menteşelerini, kolunu ve sürgüsünü kurcalayıp durdu. En sonunda şans eseri doğru kombinasyonu buldu ve kapı, oğlanın şaşkın gözlerinin önünde gıcırdayarak açıldı.

      Birkaç dakika kadar içeri girmeye cesaret edemedi ama nihayetinde gözleri içerinin loşluğuna alışınca yavaş ve dikkatli şekilde içeri girdi.

      Orta yerde bir iskelet yatıyordu; bir zamanlar kıyafet olan çürümüş kumaş kalıntılarının altındaki kemiklerde zerre kadar et kalmamıştı. Yatakta da diğerine benzer ürkütücü bir şey vardı ama daha küçüktü. Yanındaki küçük beşikte ise ufacık üçüncü bir iskelet vardı.

      Uzun zaman önce yaşanmış bu korkunç trajik günün delillerine aldırış etmedi küçük Tarzan; belki sadece kısa bir an ancak hepsi o kadar. Vahşi orman hayatında, ölen ve can çekişen hayvanlar görmeye alışmıştı; hatta baktığı şeylerin kendi öz babası ve annesinin kalıntıları olduğunu bilseydi bile bundan daha fazla tepki göstermezdi.

      Onun dikkatini cezbeden asıl şey, odanın içindeki mobilyalar ve diğer eşyalardı. Tuhaf aletler, silahlar, kitaplar, kâğıt ve kıyafetler; ormanlık kıyının nemli havasında, zamanın tahribatına dayanabilen ne varsa hepsini büyük bir dikkatle inceliyordu.

      Kapıyla kazandığı ufak tecrübesinin yardımıyla sandıkları ve dolapları açtı; bunların içinde bulduğu şeyler çok daha iyi muhafaza edilmişti.

      Bulduğu şeyler arasında keskin bir av bıçağı da vardı. Bıçağı eline alır almaz keskin metal parmağını kesti ama bu onun gözünü korkutmadı ve denemelerine devam etti. Bu yeni oyuncağıyla masa ve sandalyelerden kıymık kesip çıkarabildiği fark edince bununla uzun bir süre eğlendi ancak sonunda bıkıp, keşiflerine devam etti.

      Kitaplarla dolu bir dolabın içinde parlak renkli resimleri olan bir kitaba rast geldi; çocuklar için yapılmış resimli bir alfabe kitabıydı bu:

      A ile başlar Avcı

      Avlanır okuyla ormanda.

      B ile başlar Balık,

      Yüzer mavi sularda.

      Resimler son derece ilgisini çekmişti.

      Kendi suratına benzer suratları olan bir sürü maymun vardı resimlerde. Kitabın ilerleyen sayfalarında, “Ş” harfinin altında ise her gün gördüğü, ilkel ormanın ağaçları arasında oradan oraya atlayıp duran şebekler vardı. Ancak kendi halkından kimsenin resmi yoktu; kitaptakilerin hiçbiri ne Kerchak’a ne Tublat’a ne de Kala’ya benziyordu.

      Küçük şekilleri tutup sayfalardan almaya çalıştı önce ama kısa sürede gerçek olmadıklarını anladı ancak ne olduklarını anlayamadığı gibi onları tarif edebilecek kelimelere de hâkim değildi.

      Gemiler, trenler, inekler, atlar; hiçbiri onun için bir anlam ifade etmiyordu lakin yine de hiçbiri, renkli resimlerin altında ve aralarında görünen küçük tuhaf şekiller kadar kurcalamamıştı aklını. Belki tuhaf bir böcektir, diye düşündü önce çünkü çoğunun ayakları vardı. Fakat bir tanesinin bile gözleri ya da ağzı yoktu. Alfabenin harfleriyle ilk tanışması, işte bu şekilde ve on yaşını geçmişken olmuştu.

      Tabii ki daha önce hiç yazı görmemişti; hatta, yazılı dil diye bir şeyin varlığına dair ufacık fikri olan bir canlıyla dahi karşılaşmamış, konuşmamış; okuyan birini de hiç görmemişti.

      Hâl böyleyken, küçük oğlanın bu tuhaf şekillerin manasını tahmin dahi edemeyişine şaşmamak lazım.

      Kitabın ortalarına doğru, yaşlı düşmanı dişi aslan Sabor’u buldu; sonrasında da çöreklenmiş hâldeki yılan Histah’yı.

      Ah, nasıl da sürükleyiciydi! On yıllık ömründe, hiçbir şeyden bu denli zevk almamıştı. Kitaba kendini o denli kaptırmıştı ki karanlık çökene ve şekilleri görmek zorlaşana kadar vaktin nasıl geçtiğini fark etmemişti.

      Kitabı dolaba geri koyup kapağını kapattı; başka kimsenin onun hazinesini bulup mahvetmesini istemiyordu. Çökmekte olan akşamın karanlığına adımını atmadan önce kulübenin muazzam kapısını kapatıp; kilidini, sırrını çözmeden önceki hâline getirdi. Ama oradan ayrılmadan evvel,