Tarzan Maymun Adam. Эдгар Райс Берроуз. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Эдгар Райс Берроуз
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6486-44-7
Скачать книгу
insan görmedikleri aşikâr olan bu küçük mahluklar, ilk korkularını üzerlerinden atar atmaz ormanın ve vadinin vahşi yaratıklarına özgü olan o tuhaf merakın tesiriyle, gitgide daha fazla yaklaşmışlardı onlara. Hatta kuşlar birkaç ay içerisinde o kadar ileri gitmişlerdi ki Claytonların dostane ellerinden yiyecek almaya bile başlamışlardı.

      Bir öğle sonrasında, Clayton kulübelerine ek yapma işiyle meşguldü zira, birkaç oda daha eklemenin iyi olacağını düşünmüştü. O çalışırken küçük komik dostlarından bir grup; tepe tarafındaki ağaçların arasından çığlık ata ata, cıyaklaya cıyaklaya gelmişlerdi. Kaçarken arkalarına da korku dolu bakışlar atıyorlardı. Sonunda Clayton’ın yanında durup heyecanlı – sesler çıkarmaya başladılar; onu, yaklaşan bir tehlikeye karşı uyarmak ister gibi bir hâlleri vardı.

      Sonunda gördü Clayton, maymunların bu kadar çok korktuğu o şeyi gördü; ara sıra gözlerine ilişen o insan benzeri yaratıktı bu.

      Yarı dik bir duruşla, yumruk yaptığı ellerini ara ara yere koyarak ormanın içinden onlara doğru yaklaşıyordu. Kocaman, insana benzer bir maymundu bu. Yaklaşırken gırtlağından kalın kalın hırlıyor ve ara sıra da boğuk, havlamaya benzer bir ses çıkarıyordu.

      Clayton, inşaatta kullanmak için özenle seçtiği ağacı kesmek için kulübeden bir miktar uzaklaşmıştı. Aylarca gündüz vakitlerinde hiçbir tehlikeli hayvanla karşılaşmamış olmanın verdiği emniyet hissiyle gaflete kapılmış, tüfek ve tabancasını kulübede bırakmıştı. Şimdi koca maymunun çalılıkları yara yara doğruca kendisine doğru koştuğunu ve geldiği yön itibarıyla da ona kaçacak bir yer bırakmadığını görünce sırtından aşağı belli belirsiz bir ürperme hissetti.

      Farkındaydı; elinde silah olarak yalnızca bir balta varken bu azılı canavarın karşısında pek bir şansı yoktu. Bir de Alice vardı: “Tanrı’m!” diye düşündü. “Alice ne olacak?”

      Yine de kulübeye ulaşmak için ufak da olsa bir şansı vardı. Döndü ve kulübeye doğru koşmaya başladı; bir yandan da maymunun yetişip önünü kesme ihtimaline karşı, karısına içeriye koşması ve kapıyı kapatması için bağırıyordu.

      Leydi Greystoke, Clayton’ın bağırdığını duyduğunda kulübenin biraz ilerisinde oturuyordu. Başını kaldırıp baktığında Clayton’a yetişme çabasıyla son sürat koşan maymunu gördü; hızı, böyle cüsseli ve hantal bir hayvana göre neredeyse inanılmazdı.

      Kısık bir çığlık atarak kabine doğru fırladı ve içeri girerken arkasına hızlıca baktığında tüm benliği korkuyla doldu. Canavar, kocasının önünü kesmişti; adam köşeye sıkışmış hâlde baltasını iki eliyle kavramış, azgın hayvan nihai saldırısını yaptığı anda ona sallamak üzere bekliyordu.

      “Kapıyı kapatıp sürgüle, Alice!” diye bağırdı Clayton. “Baltamla işini bitiririm ben bunun.”

      Fakat kendisi de karısı da biliyordu; korkunç bir ölümle karşı karşıyaydı.

      Maymun, muhtemelen yüz elli kilo civarında iri yarı bir erkekti. Avının önünde kısa bir anlığına hareketsiz dururken hırpani kaşlarının altındaki birbirine yakın habis gözleri nefretle parlıyor; korkunç bir hırlamayla kocaman sivri dişlerini gösteriyordu.

      Clayton, canavarın omzunun üzerinden kulübesinin kapısını görebiliyordu; yirmi adım mesafe ya vardı ya yoktu. Birden, genç karısı elinde tüfeklerden biriyle kapıdan çıkınca baştan ayağa büyük bir korku içinde kaldı.

      Genç kadının her daim ateşli silahlara karşı bir korkusu olmuştu; onlara elini bile süremezdi. Ama şimdi, yavrusunu koruyan bir dişi aslanın korkusuzluğuyla maymuna doğru koşuyordu.

      “Geri çekil, Alice!” diye bağırdı Clayton. “Tanrı aşkına, geri dön!”

      Ancak o dinlemedi; tam da o sırada maymun saldırıya geçtiğinden Clayton daha başka bir şey söyleme fırsatı bulamadı.

      Adam tüm gücüyle baltasını salladı ama kuvvetli canavar, o korkunç elleriyle baltayı yakaladığı gibi Clayton’dan çekip aldı ve uzağa fırlattı.

      Çirkin bir hırlamayla savunmasız kurbanına yaklaştı. Sivri dişleri, arzuladığı o boğaza tam ulaşacakken bir el silah sesi duyuldu; bir mermi, maymunun ensesine saplandı.

      Clayton’ı yere fırlatan hayvan, yeni düşmanına doğru döndü ve karşısında dehşet içerisindeki genç kızı buldu. Nafile bir çabayla, hayvanın gövdesine bir kurşun daha sıkmak için uğraşıyordu ama tüfek mekanizması hakkında hiçbir şey bilmediğinden horoz, boş kovanın üzerine inip duruyordu.

      Neredeyse aynı anda Clayton da ayağa kalktı ve vaziyetin umutsuzluğuna aldırış etmeden maymunu, biçare karısının önünden çekmek için ileri atıldı.

      Yok denecek kadar az bir çabayla maymunu devirmeyi başardı; koca cüsseli hayvan, hiçbir tepki vermeden önündeki çimenlerin üstüne yuvarlandı; ölmüştü. Mermi görevini yerine getirmişti.

      Hızlı bir muayene neticesinde karısında çizik bile olmadığını görünce koca canavarın, Alice’e doğru atıldığı an öldüğüne karar verdi Clayton.

      Karısının hâlâ şuursuz olan bedenini nazikçe kaldırıp küçük kulübelerine taşıdı. Genç kadın ancak tam iki saat sonra şuurunu tekrar kazanabildi.

      İlk sözleri, Clayton’ın yüreğine belli belirsiz bir endişe vermişti. Kendine geldikten bir süre sonra Alice, meraklı bakışlarını küçük kulübenin içinde gezdirdikten sonra, memnun bir şekilde iç çekip şöyle dedi:

      “Ah John, gerçekten evde olmak öyle güzel ki! Korkunç bir rüya gördüm, hayatım. Artık Londra’da değil de kocaman canavarların bize saldırdığı korkunç bir yerdeyiz sandım.”

      “Geçti Alice, geçti,” dedi, genç kadının alnını okşayarak. “Tekrar uyumaya çalış; kötü rüyaları dert etme.”

      O gece, vahşi ormanın kıyısındaki küçük kulübede, kapıda bir leopar kükrerken ve tepenin ötesinden bir aslan kükremesinin boğuk notaları duyulurken; küçük bir oğlan geldi dünyaya.

      Leydi Greystoke, koca maymunun saldırısının şokunu hiçbir zaman atlatamadı. Bebeğinin doğumundan sonra bir yıl daha yaşamasına rağmen, bir daha asla kulübenin dışına adım atmadığı gibi İngiltere’de olmadığını da asla tam olarak idrak edemedi.

      Bazen, geceleri duyduğu tuhaf sesleri Clayton’a sorduğu oluyordu; uşaklarının ve arkadaşlarının nereye gittiklerini, odasındaki mobilyaların neden böyle tuhaf ve kaba saba olduklarını da öyle. Ancak Clayton onu kandırmak için hiçbir çaba sarf etmese de Alice, etrafında olan bitenin manasını kavrayamıyordu.

      Diğer hususlarda ise aklı oldukça yerindeydi. Bir yanda küçük oğluna kavuşmanın verdiği neşe ve mutluluk; diğer yanda kocasının hiç bitmeyen ilgisi, o bir yılı henüz kısacık olan ömrünün en mutlu yılı yapmıştı.

      Gayet iyi biliyordu Clayton; şayet Alice’in akli melekeleri tam anlamıyla yerinde olsaydı, mutlu geçirdiği o bir yıl, endişelerin ve korkuların içinde yitip gidecekti. O nedenle, her ne kadar onu bu hâlde görmek canını müthiş derecede yaksa da zaman zaman, genç kadının kendi iyiliği için aklının ermediğine âdeta şükrediyordu.

      Kazara kurtarılma ihtimali dışında, kurtarılma umudundan vazgeçeli çok olmuştu. Bu nedenle, mütemadi bir gayretle, kulübeyi güzelleştirmek için çalışıyordu.

      Zemin, aslan ve panter kürkleriyle kaplanmıştı. Duvarlarda dolap ve kitaplıklar diziliydi. Bölgenin kilinden kendi elleriyle yaptığı tuhaf vazolarda güzel, tropikal çiçekler vardı. Pencerelerde çimen ve