Korku nedir bilmezdi Tarzan. Küçük kalbinin atışları hızlanmıştı fakat korkudan değil; maceraperest bir coşkudandı. Bir fırsatını bulsa kaçacaktı elbet ama sırf karşısına dikilen dev ile yüzleşecek cüssede olmadığına kanaat getirdiği için kaçacaktı. Aklı da ona bir kaçış yolu gösteremeyince tek bir kası dahi titremeden, hiçbir panik belirtisi göstermeden cesurca durdu gorilin karşısında.
Canavar saldırıya geçtiğinde, henüz üzerine çullanamadan, oğlan yumruklarını hayvanın koca cüssesine indirdi ancak bu sineğin file saldırması gibi boşuna bir çabaydı. Fakat bir elinde, babasının kulübesinde bulduğu bıçağı tutuyordu hâlâ, sıkı sıkı. Canavar, vurarak ve ısırarak üzerine çullandığında oğlan bıçağın ucunu kazara kıllı canavara doğru çevirdi. Bıçak, gorilin gövdesine saplanıp derin bir yara açarken; koca hayvan acı ve öfkeyle bağırdı.
Bu kısa an içerisinde oğlan, keskin ve parlak oyuncağının bir faydasını daha öğrenmiş oldu ve böylece, azgın canavar onu sürükleyip yere düşürdüğünde bıçağı canavarın göğsüne tekrar ve tekrar saplayıp sonuna kadar bastırdı.
Kendi türüne has şekilde dövüşen goril, eli açık şekilde dehşetli bir kuvvetle vuruyor, uzun sivri dişlerini oğlanın boğazına ve göğsüne geçiriyordu.
Bir süre yerde yuvarlanarak vahşice dövüştüler. Oğlanın kanayan kolu, uzun keskin bıçağı gitgide daha kuvvetsizce saplıyordu; sonra küçük bedeni, birden spazm geçirir gibi irkildikten sonra kaskatı kesildi. Küçük Greystoke Lordu Tarzan, orman evinin zeminini halı gibi kaplayan solmuş ve çürümüş bitkilerin üstüne yuvarlandı; bilincini kaybetmişti.
Bir buçuk kilometre ötede, ormanın içindeki kabile; gorilin, âdet olduğu üzere, bir tehditle karşılaştığında attığı vahşi nidayı duymuştu. Bu goril, belki tek başına değil de birkaç gorilden oluşan sürüyle birlikte olabilirdi. Bu sebeple, hem ortak düşmanlarına karşı birbirlerini korumak hem de tüm kabile mensuplarının orada olup olmadığını görmek amacıyla Kerchak halkını bir araya topladı.
Tarzan’ın kayıp olduğu kısa sürede anlaşılınca Tublat, yardım göndermeye şiddetle karşı çıktı. Kerchak da o tuhaf beslemeden hazzetmediğinden Tublat’ı dinledi ve nihayetinde omuz silkip yatak olarak kullandığı yaprak yığınına geri döndü.
Ama Kala aynı fikirde değildi; hatta Tarzan’ın kayıp olduğunu öğrenir öğrenmez hiç vakit kaybetmemiş, gorilin bağırtılarının hâlâ net bir şekilde duyulduğu yere doğru uçar gibi koşmaya başlamıştı, ezilmiş dalların arasından.
Artık karanlık çökmüştü; ilk evrelerindeki ayın loş ışığı, ormanın sık ağaçlarının arasında tuhaf ve ürkütücü gölge oyunları yapıyordu.
Ağaçların arasından ara ara sızmayı başaran ay ışığı; yere kadar ulaşıyordu ama çoğunlukla tek yaptığı, ormanın derinliklerinin zifirî karanlığını daha da vurgulamak oluyordu.
Kala, dev bir hayalet gibi sessizce kâh büyük bir dalın üzerinde koşarak kâh bir daldan diğerine atlayarak ilerliyor; orman yaşamının ona kazandırdığı tecrübeyle kısa bir mesafe ötede cereyan ettiğini kestirdiği trajediye hızla yaklaşıyordu.
Gorilin çığlıkları, vahşi ormanın başka bir sakiniyle ölümcül bir dövüş içerisinde olduğunu ilan ediyordu. Fakat bu çığlıklar aniden kesildi ve ormana bir ölüm sessizliği hâkim oldu.
Anlayamamıştı Kala; Bolgani’nin sesini ızdırap ve ölümün acısıyla yükselttiğini duymuştu ancak karşısındakinin ne tür bir mahluk olduğunu anlamasına yardım edebilecek herhangi bir ses işitmemişti.
Küçük Tarzan’ının koca bir erkek gorili öldürmesinin imkânsız olduğunu bildiğinden seslerin geldiği noktaya yaklaşırken daha dikkatli, daha yavaş hareket etmeye başladı. Son derece tedbirli bir şekilde, en alçaktaki dalların üzerinden yürüyerek ay ışığının yer yer aydınlattığı karanlığa gözlerini dikip, savaşçılara dair bir iz aradı.
Bir müddet sonra onları ayın parlak ışığı altında, küçük bir açıklık alanda yatarken buldu: Küçük Tarzan’ın yaralı ve kanlı bedeni ile onun yanında cansız bir şekilde yatan koca bir erkek goril.
Kısık bir çığlık atan Kala, telaşla Tarzan’ın yanına koştu. Zavallının kana bulanmış bedenini kucağına alıp, hayatta olup olmadığını anlamak için kalbini dinledi. Belli belirsiz bir ses duydu; küçük kalbinin zayıf atışlarıydı bu.
Tarzan’ı, zifirî ormandan geçerek kabilenin kamp yerine kadar dikkatlice taşıdı ve günlerce, gecelerce başında nöbet tuttu; yiyecek ve su getirerek besleyip, korkunç yaralarına konan sinekleri ve böcekleri temizledi.
Zavallı hayvanın ilaç ya da ameliyata dair hiçbir bilgisi yoktu. Tek yapabildiği, yaraları temiz tutmak için yalamak ve böylece daha hızlı iyileşmesini dilemekti.
Başta hiçbir şey yiyemedi Tarzan, ateşler içinde sayıklayarak bir o yana bir bu yana dönüp durdu. Tek istediği suydu ve Kala, suyu ona getirebildiği tek şekilde getiriyordu: kendi ağzında taşıyarak.
İnsan türünden hiçbir anne; bu zavallı vahşi hayvanın, kaderin kendisine emanet ettiği bu küçük yetim çocuğa gösterdiğinden daha özverili, daha fedakâr bir adanmışlık gösteremezdi.
Nihayet ateşi dindi ve oğlan iyileşmeye başladı. Yaralarının dayanılmaz acısına rağmen sıkıca kapattığı ağzından tek bir şikâyet çıkmıyordu.
Gorilin kuvvetli pençeleriyle göğsünü kaplayan etin bir kısmı kaburgalarına kadar yırtılmış; kaburgalarından üçü kırılmıştı. Koca sivri dişlerin ısırıklarıyla bir kolu, neredeyse kopacak raddeye gelmişti. Boynundan büyükçe bir parça koparılmış, cani dişlerin mucize eseri ıskaladığı şah damarı ortaya çıkmıştı.
Kendisini yetiştiren vahşi hayvanlara mahsus dayanıklılıkla, çektiği ızdıraba sessizce katlanıyor; sefil hâlini diğerlerine göstermektense sürünerek onlardan uzaklaşıp, uzun otların arasına kıvrılıp tek başına yatmayı tercih ediyordu.
Yanına memnuniyetle kabul ettiği tek kişi Kala’ydı fakat artık daha iyi hissettiğinden Kala, yemek aramaya çıkışlarından giderek daha geç dönmeye başlamıştı. Cefakâr hayvan, elden ayaktan kesilen Tarzan’la ilgilenirken doğru düzgün bir şey yiyememiş; neticesinde de güçten kuvvetten düşüp önceki hâlinin salt gölgesi gibi kalmıştı.
7. BÖLÜM
İLMİN IŞIĞI
Gariban ufaklık, sonsuzluk gibi gelen bir süre sonrasında yeniden yürüyebilecek hâle gelmiş ve o andan itibaren de öyle hızlı toparlanmıştı ki bir ay sonra eskisi kadar güçlü ve hareketli olmuştu.
Bu iyileşme süreci boyunca, gorille savaşını kafasında yüzlerce kez canlandırmış; aklına gelen ilk şey de iyileşir iyileşmez gidip kendisini ümitsiz ve dışlanmış bir zavallıdan, ormanın korkulacak bir efsanesine dönüştüren o küçük, harika silahı bulup almak olmuştu.
Ayrıca kulübeye dönüp, içindeki harikaları incelemeye devam etmek için sabırsızlanıyordu.
Böylece bir sabah erkenden tek başına yola koyuldu. Kısa bir arayıştan sonra, ölen rakibinin etlerinden sıyrılmış kemiklerinin yerini tespit etti.