Bu ikinci Lokman Senai Efendi hastasına kalp merakını unutturmak için mi zavallıyı böyle rahatsız edici ve tatlı bir vücut kaşıntısının sürekli uğraştırmasına düşürmüş, bu hayırlı maksatla mı onun bütün bedeninde bu umumi pehlivan yakısını açmıştı, yoksa reçete tertibinde çeşit ve ölçüce Lokman’a uymakta şaşırarak bir hataya mı düşmüştü?
İşte bu malum değildi.
VI
HASAN FERRUH EFENDİ AİLESİ
İnsanların bencilliğinin sonu yoktur. Cimri, bir tanesini bile harcamayacağı parasını anlaşılmaz bir biriktirme aşkıyla kasaya yığmaya uğraşır, ortadan kaldırır. Bu hapsettiği paranın belki on binde, yüz binde birinin yoksulluğu yüzünden insan cemiyeti içinde ne yoksulluklar, ne acıklı şeyler geçtiğini düşünmez. Ömrü boyunca nafakasını yeteceğinden fazla temin etmiş olan bir tok, her fırsat gözüküşünde fazlalığını insafla görmeyerek yine kendi hesabına biriktirmeler yapar. Zahirelerini küflendirir, çürütür. Açları aklına getirmez, kimseye yedirmez. İnsaniyeti, tüyleri ürpertecek insaniyetsizliklere sürükleyen işte bu bencilliktir.
Birçok işlerimizde bu bencillik bizi insanlıktan çıkarır. Fakat bin türlü bahane ile bunun çok acı çeşitlerini her gün işlemekten çekinmeyiz. Her davranışımızda mutlaka bu duygu vardır. Belki hayat budur; bu bir tabiat kanunudur. Bütün hırslarımızı doğuran bu kötülük yüzünden umduğumuz saadetten çok felakete uğrarız. Çünkü hâkim önüne çıkan en küçük davalardan en büyük muharebelere kadar varan çekişmelerin, vuruşmaların çıkış noktası budur.
Hasan Ferruh Efendi hesapsız odalıklarını çırak çıkardıktan sonra hemen kendisiyle yaşıt bulunan nikâhlı karısı da cılız bir kız çocuğu bırakarak ölmüştü. Efendi, bu kaybı bir nimet bildi. Kalbindeki bencilliğe uymaktan başka bir şey düşünmeyerek müstesna güzellikte, yirmi iki yaşında bir kızla evlendi. Verimsiz hayatına böyle yeni yetişmiş bir güzeli ortak etmekten çekinmedi. Cazibe Hanım’ın bu evlilik yatağına saçacağı turfanda gençlikle efendi kendi de gençleşecek, onun genç handeleriyle evin ferah havasında güller açacaktı. İki başlı olamayan bir muhabbetten beklenilecek neşenin en sonunda gamlar, acılar doğuracak geçici bir büyük saadet olacağını bencilliğinin verdiği körlük ile görmemişti. Zorlu bir rüzgârla nazlı fidanından koparak kokmuş bir çamura düşen bir gonca gibi genç kız, vaktinden evvel çökmüş, çürümeye yüz tutmuş bu hastanın kurada kolları arasına kaderinin sürüklemesiyle hissiz bir hâlde serildi. Kendisi için kadınlık vazifesi, keyif almaksızın keyif vermek olduğu kaderinin hükmüne boyun eğdi.
Duyguca, yaşça hiç denk olmayan bu evlilik yatağında katlandığı okşamalar, kucaklamalar, öpücükler, ne hazin ve ne dayanılmaz şeyler idi. Kadının gençliği, erkeğin kısırlığını canlandırmak kerametini gösteremiyor, yarı sönmüş bir şehvet isteğini tutuşturmaya zorla boş yere uğraşmaktan başka bir şey hasıl olamıyordu Tekrar tutuşmasına uğraşılan bu semeresiz döşek cilveleri denemeleri çoktan beri erkeklikten uzaklaşmış olduğunu efendiye anlattı. Bu boşuna uğraşma, efendiyi de bitiriyor, kadına da hayattan tiksinme veriyordu. Efendinin aslında karmakarışık olan sağlığı ve gücü bu evlenmeden sonra hemen bütün bütün iflas etti. Bunun neticesi olarak tehlikeli sayılacak bazı hastalık belirtileri baş gösterdi. Doktorların kati tavsiyeleri üzerine karı koca yalnız döşekleri değil odaları bile ayırdılar.
Efendi can kaygısına düştü. Kadın, hastalıklı bir kalbin neticesiz sevda coşkunluklarına vücudunu teslim ile karılık vazifesini tiksinerek yerine getirmek işkencesinden kurtuldu.
Fakat bu taze, güzel kadının hayatı, gençliği bir nevi hacir48 altına alınmıştı. Cazibe Hanım, tabiatın kendine verdiği o çağın zevklerinden, bütün kadınlığın meşru haklarından faydalanmaktan yasaklanmış bir yoksulluk ömrü geçirecekti: Sayısız delikanlıların gönüllerini sevda ile alevlendirmek tazeliğinde bulunan bu zavallı kadın, yaşlı, hastalıklı kocasının bencilliği yoluna kısırlığa mahkûm olacaktı. Efendi, onu, gayet iştah uyandırıcı fakat yenmesi yasak bir yemiş gibi yabancıların kıskanan gözlerinden saklı bulundurmaya, yalnız onun gönül alan yürüyüşünü seyrederek bu son günlerinin acılıklarını, bazı kısa dakikalarda biraz azaltma yolunu aramaya uğraşmayı yeter buluyordu.
Yalıda her türlü bolluk ve rahatlık var idi. Fakat Cazibe Hanım’ın öyle iştahsızlık günleri olurdu ki, yemek yemek âdet olduğu için sofraya oturur, yediklerinin ne olduğunu fark edemeyecek bir dalgınlık ve isteksizlikle elini şuna buna dokundurur kalkardı.
Efendi, ona her ay birkaç kat son moda elbise yaptırtmak cömertliğinden geri durmazdı. Fakat bu elbiseler gardıroplarda birbiri üzerine yığılarak kalırdı. Misafirliğe gitmek icap edip de giyinme zorunda olduğu zamanlarda süslendikten sonra boy aynasının karşısına geçer, latif, ince vücudunu hazin hazin seyretmeye dalardı. Onun incelik içinde bir dolgunlukla latif endamındaki girinti ve çıkıntılar tabiat heykeltıraşının, sanatkârlara ilham coşkunluğu verecek bir seçme örneği idi. Her vakit açık bıraktığı boyunla gerdanın bedenle birleşmesindeki uygunluk, eski Yunan yaratıcılarının mermerlerde göstermek için aradıkları canlı bir örnek güzellik sayılabilirdi. Firketelerin düzgün tutmalarına karşı hep isyan ederek rahat durmayan gümrah49 koyu kumral saçları bir ressamın usta kalemiyle çizilmiş sanılan ve yüzüne gönül çekici hususi bir eda veren gene o renkte kalkıkça kaşları, sanki kem nazarlardan korunmak için kıvırcık kirpiklerin gölgesinde pek cazip duran ela gözleri, ince kıpkırmızı dudakları, burnun, yanakların, çenenin uygunluğu ile bir ahenk meydana getiriyordu.
O yalıya gelin geldiği zaman rengi açık pembe leylak tazeliğinde idi. Fakat havasızlık içinde kalmış bir çiçek gibi giderek soluyor, gözlerin altlarında yorgunluk ve bezginlik izleri olan ve kirpiklerden gölge düşmüş gibi hafif siyah halkalar peyda olmaya başlıyordu.
Aynanın önünde süslendiği zamanlar kendine bakar, kirpiklerinin araları iri yaş taneleriyle dolardı. Kimin için bezeniyordu, giyinip kuşanıyordu? Bu kederli hayat içinde geçen yıllar geçtiklerinin işaretini bu güzel yüze derin çizgilerle çizecekler, beş on yıl sonra vakitsiz ihtiyarlığa düşecek geçkin bir kadın hâlini alacak, talihinin bu tazmini mümkün olmayan zulmünü sonra kimden dava edebilecekti? Hâl karanlık, istikbali ise anahtarı bencil bir ihtiyarın cimri elleri arasında sımsıkı duran bir demir kapıya benziyor, ötesi hiç seçilmiyordu. Onun tek başına yattığı yatağında ümitsiz geçen bazı hayal kurduğu geceler de hasretli gözleri önünden öyle delikanlı çehreleri geçit yapardı ki, bu tatlı, rahatsız edici hayalleri zihninden kovmak sıkıntısı ile gözünü kırpmadan bir yandan öbür tarafa döne döne terler içinde kalırdı. Gönlünde bir aşk ideali vardı. Bir gün bir taraftan onun çıkıvereceğini beklemekte idi. Fakat bu hayalî sevgilisi nereden ve nasıl çıkabilecekti? Onu bilmiyordu.
Ailenin azalarından ikincisi Hasan Ferruh Efendi’nin kız kardeşi Ferhunde Hanım’dır. Kırk ikilik, fakat tazeliğini koruyabilmiş güzel bir kadın. Vücudu şişmana yakın bir dolgunlukta… Her vakitki işi yılların yüzünde meydana getirdiği çöküntüleri tamir etmek olduğundan gerçek yaşından yedi sekiz yaş küçük görünür. Saçlarının ilk aklarını kimseye fark ettirmemekte gerçekten ustalık göstermiştir. Boyaların cilde zararları olmayan çeşitlerini tanır. Bunların hazırlanmasını ve kullanılışını evin içinde hiçbir kimseye sezdirmez. Yaşlılığın hazımsızlıktan ileri gelen bir çeşit hastalık olduğunu bilir. Midesine dikkat eder, hazmı ağır şeyleri ağzına koymaz, fazla yemez. Vücudu yıprandıran şeylerin