Bu köselik Veysi’nin gözlerini fal taşı gibi açtı. Bu kuru üzümcü kıyafeti altında Reşide’nin yüz çizgilerini tanıdı. Avını kaçırmamış olduğuna sevindi. Hemen arkasından fırladı.
Erkek Reşide’nin koltuğunda yine ufak bir bohça vardı. Kâh zenneye kâh erkeğe çıkan bir orta oyuncu gibi kıyafet değiştirme urbalarını beraber taşıdığını anladı.
Helalarla herkesin yüzünü duvarlara döndüğü işeme yerlerinin arasından yürüdüler. Basamakları indiler. Maşuk birkaç adım ileride duruyordu. Arkadaşını görünce ona doğru yürüyerek: “Hani ya karı?”
Veysi parmağını dudağına götürüp sus işareti verdikten sonra önde giden erkek Reşide’yi gösterdi.
Bunun ne demek olduğunu anlamayan Maşuk, nedir gibilerden başını sallayarak soruyordu. Veysi, ona yaklaştı.
Ağzını kulağına vererek: “Görmedin mi?”
“Kimi?”
“Karıyı.”
“Yok…”
“İşte, önümüzde gidiyor.”
“Bu bir erkek yahu.”
“Reşide Hatun şimdi Reşit Ağa oldu.”
“Nerede kıyafet değiştirdi?”
“Kenefte be… Böyle artistin layığı öyle tuvalet odasıdır.”
“Yanılmayasın Veysi?”
“Reşide oraya kadın girdi, erkek çıktı. Gözümü hiç ayırmadım. Kuş uçsa farkında olurdum. Nuruosmaniye lağımlarıyla bu tavcıların evleri arasında bir tünel varsa onu bilmem.”
7
Boğmaklı önde, iki atmaca arkada Nuruosmaniye Camisi’nin doğu kapısından çıktılar.
Maşuk: “Karı, peşine düştüğümüzün farkına vardı mı acaba?”
Veysi: “Ben de onu düşünüyorum.”
“Şimdi Bedesten’de bu tavcılık vakası duyulmuş, çarşı zabıtasını telaş almıştır. Her tarafta fellim fellim bu mantarcıların izlerini ararlar.”
“Arasınlar; şimdi önümüzde giden bu şalvarlı herifin biraz evvel çarşıda kapalı dükkân önünde oturup ‘merhume’ kerimesinin broşunu satan cennetlik hatun olduğunu kim fark edebilir?”
“Kimse… Sen bana bunun o olduğunu söylediğin hâlde ben hâlâ gözlerime inanamıyorum. Şimdi bu Reşit Ağa ikinci bir manevra ile şeklini değiştirip gözlerimizin önünden kaybolmasın!”
“İşte ben de ondan korkuyorum.”
“Bu karıyı takipte mantarcılara ait çok esrara ereceğiz sanıyorum.”
“Aman Maşuk gözlerimizi açalım. Bir kocakarı bizim gibi iki delikanlıyı kafese koyarsa namusuma dokunur.”
“Koç yiğitliğimize bugüne kadar leke sürdürmedik, bugün de sürdürmeyiz.”
“Şimdi altı yüz lira bu karının üzerinde mi?”
“Öyle sanıyorum. Zannım kuvvetlidir.”
“Tenha bir yerde gırtlağına yapışıp da cebinden mi alacağız?”
“O ne yaman mantarcıdır. Üzerinde para varken tenha yoldan gitmez. Evvela kendi tavcı arkadaşlarından korkar.”
“Onlar da şimdi belki bu karının peşindedirler.”
“Zannederim.”
“Birbirlerine emniyetleri yoktur.”
“Şüphesiz.”
“Vurdukları parayı nasıl paylaşırlar?”
“Hepsi bir araya toplanıp lonca olarak… Çünkü her biri itoğluitliğine göre pay alır.”
“Bu erkek, dişi hergelelerin bir dükkânda, bir evde, herhangi bir mahalde toplanmaları şüphe uyandırmaz mı?”
“Nasıl olacağını bugün göreceğiz.”
“Onların girdikleri bir yere biz girebilir miyiz?”
“Ben de bilmiyorum. Bakalım nasıl olacak?”
“Tehlikeli iş.”
“Neden?”
“Bu takım ağalarının üzerlerinde silahın her türlüsü olmalı. Tavcının cebindeki parayı almak hırsızdan daha hırsız olmak değil midir?”
İkisi böyle görüşürlerken Reşit Ağa caddenin sağ taraf yan sokaklarından birine saptı.
Veysi: “Av kaçıyor. Bas, sen önle, ben arkadan geleyim. Mantarcıyı hep ikimizin arasında bulunduralım.”
Maşuk sekti. Hiç o tarafa bakmadan karıyı aralıklı olarak önledi. İki zağarın33 ortasındaki av, peşine düşüldüğünü duymuş gibi döndü arkasına baktı. Lakin Veysi köşeyi siper alarak kendisini göstermedi. Sokağın boyu uzun değildi. Önden giden Maşuk kendisini üç yol ağzında buldu. Sağa mı sapsın sola mı? Karının gözünün önünde uzun zaman duramazdı. Yürüyüşünü hiçbir hesaba uydurmadan gelişigüzel sola yürüdü. Fakat mantarcı karı o noktaya gelince aksi tarafa, yani sağa saptı. Şimdi Maşuk geri dönse karıyı şüphelendirmiş, ilerlese gözden kaçırmış olacak. Ne yapsın? Düşündü. Karının dikkatini çekerek yüzünü ona belletmektense ilerlemeyi uygun buldu. Bir köşebaşı buluncaya kadar gitti, gizlendi. Karıyı gözden kaybetti lakin o zamana kadar Veysi yetişti. Reşit Ağa’yı yine göz menziline aldı. Öndekine göstermeden iki delikanlı işaretleştiler. Bu karıya şüphe getirmeden Veysi ilerleyecek, arkadan gelecekti. Reşide, hafif meyilli bir yoldan inerken karşısına başı kefiyeli bir adam çıktı. Reşit Ağa ile selamlaştıktan sonra beraber yürüdüler.
Kenefte cinsiyetini, hüviyetini değiştiren bu saltalı, fesli kadını tanımak için mutlak mantarcılar kumpanyasından olmak lazım gelirdi. Yüzünü yarı yarıya kefiye altında saklayan bu herif de belli ki onlardan biriydi. Biraz dikkatten sonra Maşuk, Patlıcan Ahmet’i tanıdı. Demek ötekiler, Moloz Agâh, Hımhım Osman, Şehla Safinaz pek uzakta değildiler. Demek hep birbirlerine zoka yutturan bu ayrı ahlaklı yadigârlar birbirlerini gözden ayırmıyorlardı. Çünkü aralarında paylaşılacak para vardı.
Bu iki kaldırım sanatkârı ağır ağır konuşa konuşa yürüyerek Divanyolu’na çıktılar. Çemberlitaş’ta Reşide yarım okka üzümle ekmek peynir, Patlıcan Ahmet de bir küçük kavun aldı. Sahiden aç mıydılar yoksa böyle nevale düzüşleri de dışarıya karşı bir manevra mıydı?
Tramvay yolunu enine yürüyerek caddenin öbür yanına geçtiler. Oradan aşağı Kadırga’ya doğru iniyorlardı. Ta aşağıda, kıyıya yakın bir viranenin denize bakan setine kadar gittiler. Bacaklarını sallandırarak duvarın kenarına oturdular. Reşide yanına bir mendil yaydı. Ekmeğini, peynirini, üzümünü koydu. Ahmet de bir gazete parçası üzerine kavununu kesti.
Beş on dakika içinde ötekiler de sökün ettiler. Kulis arasından sahneye çıkar gibi her biri bir taraftan peyda oluyordu. Fakat hep başka kıyafette idiler. Bu oyuncular urba ve yüzlerini nerelerde değiştiriyorlardı? Bir örneğini gördüğümüz gibi cami abdesthanelerinde mi? Namuslu adamların yalnız bir türlü işe ayırdıkları yerlerden nasıl faydalanıyorlardı?
Kiminin elinde bir simit, kiminde kâğıda sarılı bir poğaça, bazısının cebinde fındık, hasılı her biri çenesini oynatacak bir türlü yiyecekle gelmişti.
Hepsi