“Hanım, buna ne istiyorsunuz?”
“Bilmem kadıncığım, bilmem…”
“A, hiç insan malının kıymetini bilmez mi?”
“Bence onun kıymeti dünyalardan büyüktür. Gördükçe yüreğimin başı sızlıyor. Ah, keşki yavrumun yerine ben öleydim. Ah, ölüm yolla, sırayla değil, Rabb’imin dediği oluyor.”
Safinaz, Agâh’ın kulağına eğilir, tacire işittirecek surette: “Ne kadar saf kadın… İçim acıdı. (Reşide’ye) Bunu mezada24 vermediniz mi?”
Boğmaklı: “Vermedim kızım. Ta Mevlanakapı’dan geliyorum. Yorgun argın şuracığa iliştim, bir iki nefes alayım derken şu Müslümancağıza rast geldim. (Eliyle taciri gösterir) Onunla biraz dertleştim. Hâlimi anlatıp broşu gösterirken siz geldiniz.”
Safinaz: “Mezada vermediğine iyi etmişsin hanım… Şimdi mal para etmiyor. Herkes elmasını getirip satıyor. Bir kerede mezada çıkıp da mal değerini bulmadı mı artık onu mimliyorlar. İkinci getirişinizde eski verdikleri paranın yarısını bile tutmuyor. Her getirişinizde malınızı düşürüp çürütüyorlar. Sana acele para lazım mı hanım?”
“Lazım kızım lazım… Çoluk çocuk evde aç bekliyor. Bakkala, kasaba, bütün esnafa borcumuz gırtlağımıza çıktı. Bu elması satıp da bin derdimi göreceğim. Bugün mutlaka satacağım. Çünkü bir daha buralara gelemem.”
Safinaz, yine Agâh’a eğilerek: “Zavallı kadın, çok saf… Her derdini açık açık söylüyor… Hile hurda bilmiyor.”
Agâh: “Kefilin var mı hanım?”
Boğmaklı Reşide acıklı bir telaşla: “Kefil nereden bulayım oğlum? Burada bir kul tanımam. Taş yerinde ağırdır. Çok şükür, mahallemizde tanınmış aileyiz. Fakat buralarda beni kimse bilmez.”
Agâh: “Kefilin yoksa broşunu satamazsın. Şimdi yollar ince…”
Reşide dövünerek: “A, gördünüz mü başıma gelenleri…”
Safinaz ile baş başa küçük bir konuşmadan sonra Agâh: “Hanım, saf yürekli bir kadın olduğun için Allah bizi sana tesadüf ettirdi.”
Boğmaklı: “Rabb’ime bin şükür evladım, iki gözüm Tanrı’m kimsesizleri korur.”
Agâh: “Ben Bedestenliyim. Şurada dolabım var. Şimdi bir muhammin25 çağırayım, seni kefilsizlik belasından, mezadın bin türlü hilelerinden kurtararak bu işi aramızda bitirelim. (Safinaz’ı göstererek) Bu hanıma da böyle bir broş lazım…”
Boğmaklı Reşide gözlerini hepsinin yüzlerinde bön bön dolaştırdıktan sonra:
“Olur çocuğum, benim hakkımı yiyecek değilsiniz ya…”
Safinaz: “Rabb’im göstermesin. Senin gibi bağrı yanık, felekzede bir kadının hakkı yenir mi hiç? Ateş olur da adamı yakar vallahi…”
Reşide, şüpheli bir iki damlayı mendiliyle derin gözlerinin çukurlarında araştırarak: “Cenabıhak sizi Hızır gibi imdadıma yetiştirdi. Garip kuşun yuvasını Allah yapar. Yüreğim ona malum değil mi?”
Çakşırlı, paltolu adam bu bol ağız sözlerin içinde biraz afallayarak: “Bu broş bana da lazım…”
Agâh: “Hanıma daha ziyade lazım. Sebebini sonra anlatırız.”
Paltolu: “Gelinlik kızıma alacağım.”
Agâh: “Pekâlâ… Hanımla artırırsınız. Kimin üstünde kalırsa… Evvela muhammini çağıralım da şuna hakça bir kıymet koysun.”
Moloz Agâh gider. On dakika sonra Patlıcan Ahmet ile döner. Herif, kırağı çalmayan acı patlıcanlardan! Gözünün biri misafirli,26 esmer, çopur,27 dolgun yüzlü, dümbelekçi Kıptiler tipinde bir mahluk.
Agâh: “Sadık Efendi, bize şu broşu güzelce bir tahmin ediver. Ne satana bir keder olsun ne alana…”
Sadık ismi altında kendini saklayan Patlıcan, broşu avucuna yerleştirdikten sonra cebinden bir büyüteç çıkarır, misafirli gözünü küçültüp öbürünü büyütür. Bütün dikkatiyle bakar gibi yaparak: “Allah için temiz mal… Şimdi mezada verseniz su içinde dört yüz lira eder. Kenardaki yuvalardan biri boş. Pırlantanın biri düşmüş. Eğer bu kusuru olmayaydı beş yüz lira demekten hiç çekinmeyecektim. (Elini göğsü üzerine koyarak) Ben Allah için söylerim, bugün dünya varsa yarın ahiret var. Hepimiz elhamdülillah Müslüman’ız.”
Şehla Safinaz: “A… Bu tuzlu kaçtı. Doğrusu o kadar hazırlığım yok…”
Patlıcan Ahmet büyük bir ciddiyetle: “Ben hatır için eksik tahmin edemem. Yarın kabirde iki elim yanıma gelecek.”
Paltolu zatın da ağırca bir düşünce ile kaşları çatılır.
İki müşteriyi de bir durgunluk alır.
Muhammin Sadık Efendi bu durgunluğu tahminindeki fazlalığa karşı bir karşılık gibi alınarak: “Ben bugünlerde tahminlerimde alanlardan ziyade satanların hâllerini düşünüyorum. Şu broş tahminimden ziyade eder. İsterseniz mezada verelim. Ben hanıma kefil de bulurum.”
Boğmaklı Reşide iki elini Allah’ına kaldırarak: “Dünyalar durdukça dur yavrum. Bu âlemde kötüler varsa iyiler de var. Bu broş vaktiyle pek fazlaya alındı. Malımın çok değeri olduğunu biliyorum. Ne çare ki bugün pek sıkıştım.”
Moloz Agâh’la Şehla Safinaz biraz öteye açılarak fısıl fısıl konuşurlarken Patlıcan Ahmet yanlarına gider.
“Herif pek iştahlı görünüyor. Beş yüz lira da demiş olsaydın broşu bu hebennekaya28 çakardık.”
Patlıcan: “Yok, yok… Ben tahminimi iyi bilirim. Ne kadar hebenneka görünürse görünsün, herifi şüpheye düşürmemeli. Dört yüz lira olsun da bizim olsun.”
Safinaz: “Şimdi aramızda bir müzayede yapacağız, biraz daha kabartırız.”
Patlıcan: “Safinaz, geçen günkü yüzük meselesini bilirsin ya… Yine öyle çok kabartıp da herifi kaçırtma.”
5
Paltolu müşteri yavaş yavaş bu üç tavcının yanlarına sokularak: “Ne gülüşüyorsunuz? Müsaade eder misiniz ben de işiteyim.”
Agâh, büyük bir insaniyetperverlik tavrıyla: “Hayhay, buyurunuz efendim, konuşalım, sizden gizli bir sözümüz yok.”
Safinaz: “Kısmet kiminse ona olur.”
Paltolu: “Şüphesiz…”
Agâh, muhammine der ki:
“Peki… Sözünüze devam ediniz. Bu efendi de işitsin.”
Patlıcan: “Ne söylüyordum, ha evet, broşun ortasında iri kıratta üç pırlanta var. Kadın onları söküp de ayrı ayrı satsa bugün ölü fiyatına seksener lira eder. Ben yanında söylemedim, söylesem kocakarıdır, aklı ermez belki burnu kabarır. Bugünkü mezatlardaki hileler malum. Bizim başka işimiz var. Bu kadınla uğraşacak değiliz ya… Şimdi şuraya gider, elinden kapatıverirler. Doğrusunu isterseniz vallahi sekiz yüz liralık mal… Şu günlerde elmas düşkün olduğu hâlde eğer kadın verirse bu