“Senden pek hoşlandım da…”
“Ben senden hiç hoşlanmadım.”
“Merak ettim, ne iş tutuyorsun?”
Maşuk: “Herhâlde sakala, bıyığa lüzum görülmeyecek bir iş olacak.”
Reşide: “Of… Çok sırnaşık çocuklarsınız. Allah’a ısmarladık, size de uğurlar olsun… Haydi benim köseliğimden daha tuhaf bir şey bulup onunla eğleniniz. Bu koca İstanbul’da neler var…”
Mantarcıların hepsi sıvışmak üzere iken Veysi birdenbire Reşide’nin koltuğuna girerek kulağının dibinde:
“Köse ağam senden o kadar çok hoşlandım ki böyle çabucak ayrılmaya gönlüm razı olmuyor.”
Reşide bütün hiddetiyle çırpınarak: “Çek elini… Kol kola gidemem gıdıklanırım.”
“Tuhaf şey… Sende âdeta bir kadın cilvesi var. Zaten tüy tüs de yok seni müennes farz edince yüzünü pek fena bulmuyorum, yalnız iki tek atmaya bakar! Yokluk zamanlarımda çok kocakarı duası aldım, idmanım vardır, uyuşuruz.”
Saltalı karı bir kazan kızgın su gibi kaynayarak arkadaşlarına: “Kurtarınız beni bu haydudun elinden… Bıyıksız buldu da kadın farz ediyor. Şimdi karşınızda bir rezalet olacak. Bu azgın teke deli midir? Sarhoş mudur? Çattık belaya…”
Ötekiler köseyi kurtarmaya atılmak üzere iken Veysi:
“Ne deliyim ne sarhoşum… Sana âşığım Reşideciğim…”
Köse: “A… Divane… Nasıl Reşide?”
Veysi: “Boğmaklı…”
Bu kelime hepsini boğar gibi susturdu. Çünkü mantarcılıklarının esrarını bu delikanlıların bildikleri anlaşılıyordu. Acaba ne dereceye kadar? Bir kelimeden korkup da birdenbire silah teslim etmek de iyi değildi.
Patlıcan Ahmet, Reşide’nin yardımına yetişerek: “Ağaya neden kadın ismiyle hitap ediyorsun? Köse olduğu için erkekliğini inkâr mı edeceksin? Delikanlı, eğer şüphen varsa ispatı kolay… Burası tenha viranedir. İşte biz başımızı dönüyoruz. Arzu ettiğin şeyi doya doya görebilirsin.”
Veysi uzun bir kahkaha ve koçvari yampiri bir bakışla:
“Kaynanamın bilmem nesi olaydı kayınpederim olurdu. Bu da o hikâye. Boğmaklı Reşide’nin sahte koçanıyla geçinen, doyan ben değilim sensin muhammin Sadık Efendi… Kefiyenin altında Patlıcan Ahmet mosmor sırıtıyor. Öbür bayramlık adlarını birer birer söyleyeyim mi?”
Tavcılar, işte zerre kadar bir yanlışlık ve şaka olmadığını anladılar ve tehlikenin ciddi olduğunu gördüler. Dişisi erkeği bir halka teşkil ederek iki delikanlıyı ortalarına aldılar.
Hımhım Osman dişlerini gıcırdatarak: “Maksadınız nedir? Çabuk söyleyiniz.”
Veysi ile Maşuk sırt sırta verip boksörler gibi yumruklarını sıkarak kendilerini koruma vaziyeti aldıktan sonra:
“Çarşıiçi’nde tavladığın altı yüz liradan pay almak…”
Hımhım Osman’la Veysi, Patlıcan Ahmet’le Maşuk karşı karşıya idiler. Her iki tavcı da bellerinden sivri uçlu birer kama sıyırarak “İşte payınız…” cevabıyla hücuma davranırlarken halka ortasındaki iki genç birbirinin arkasına dayanarak düşmanlarının karınlarına öyle çeviklikle birer tekme indirdiler ki Patlıcan Ahmet bir yana, Hımhım öbür yana pat küt ot yastık gibi arkaüstü yere devrildiler. Yandan silah çeken Moloz Agâh avurduna birbiri üzerine şimşek patlangacıyla iki yumruk yedi. Ağzına koca bir elma saklamış gibi yanağı ta kaşına kadar üfürdü, şişti.”
Herifler neye uğradıklarını anlayamayarak kendilerini toplamaya uğraşırlarken karşıdan bir “Davranmayınız!” sesi geldi.
Baktılar, namlıyı tavcılara dikmiş elinde koca bir rovelverle koşan Muhsin’i gördüler.
Tam zamanında yetişen bu arkadaş karşıdan şöyle bir afi savurdu:
“Bize Yavuzlar Çetesi derler. On iki kahramanız. Bütün sokak başları alınmıştır. Tavcı ağalar hesabınızı çabuk görünüz. Hepsini istemiyoruz. Hakça paya razıyız.”
Tavcılar hâllerinin tehlikesini anlamayacak kadar aptal değildiler. Kamalarını kınlarına indirdiler.
Veysi: “Ha şöyle… O kebap şişlerini yerlerine koyunuz. Gördünüz ya biz size karşı silah çıkarmadık. Çünkü tekmemizde, yumruğumuzda revolver kuvveti vardır. Sizin gibilerini püfff diye nefesimizle deviririz. Çıkarınız paraları bakalım. Tastamam altı yüz kâğıt olacak.”
Reşide hemen yaygaraya başladı:
“Altı yüz değil… Altı yüz değil… Yanlış işitmişsiniz.”
Maşuk:
“Lo lo lo istemez, küllüm yutmayız, sökülün bakalım.”
Hımhım Osman:
“İnanınız altı yüz yoktur…”
Veysi: “Sattığınız broşun asıl kıymeti olan altmış kuruşu düşeriz.”
Maşuk: “Benim, gümrükte arayıcılığım vardır. Siz paralara el vurmayınız. Biz olduğu gibi şimdi meydana çıkarırız.”
Boğmaklı Reşide kasıklarını tutarak: “Bende mesane hastalığı vardır, sık sık idrar gelir, şurada duvar kenarına bir abdest bozup geleyim.”
Karı adımını atarken Veysi yakasına yapışarak: “Sende mesane yok ki hastalığı olsun. Kim olduğunu deminden söylemedik mi Reşide Hanım.”
Reşide: “İdrar hastalığı mutlak mesaneye mahsus değildir a…”
Veysi: “Ne olursa olsun… Sen donuna işe… Ben sana ayrıca çamaşır parası veririm.”
Karı: “A, hiç öyle şey olur mu?”
Veysi: “Sen salıver, bak nasıl olur.”
Karı: “Berbat olurum, rica ederim, müsaade ediniz.”
Maşuk: “Biliyoruz, sofu karı değilsin… Ne abdestin bozulur, ne de kılmadığın namazına bir zarar gelir.”
Reşide orta yerde topaç gibi dönerek: “Ay, kasıklarım çatlıyor.”
“Haydi, salıver.”
“Ben titiz insanım, temiz çamaşırımın üzerine bırakamam. Ömrümde hiç yaptığım şey değil… İnanınız pek rahatsızım.”
Veysi: “Yalnız bir şartla müsaade ederim.”
Karı ovunarak: “Nedir şartın?”
“Bir yaşında çocuk gibi donunu ben çözeceğim. Şefkatli bir dadı dikkatiyle çişini ettireceğim, sen hiç elini değdirmeyeceksin.”
“Bilmiş ol delikanlı, ben bu yaşa gelinceye kadar donumu hiçbir namahrem erkeğe karıştırtmadım. Irzına kavi bir kadınım.”
“Irzında gözü olanın gözü çıksın… İstersen anam ol, şu kıyafetinle istersen babam ol… Sen de yalnız şunu bil ki vücudunun gizli bir yerinde altı yüz liralık bir paket saklı oldukça çok delikanlılar donunu karıştırmaya can atarlar.”
Boğmaklı idrar zoruyla çalkalanarak: “Paralar bende değil… Patlıcan’da…”
Patlıcan: “Mademki sözlerimize inanmıyorsunuz, buraya yirmi dakika kadar çeker derin bir mahzen var. Oraya gidelim. İstediğiniz gibi üstümüzü arayınız.”
Veysi: