Eski bostanda, güneş ışıl ışıl parıldarken evlendiler. Uzun zamandır hayatlarında olan çok sevdikleri dostlarının sevimli yüzleri sarmıştı etraflarını. Nikâhı Bay Allan kıydı ve Papaz Jo, Bayan Rachel Lynde’in “duyduğu en güzel düğün duası” ilan ettiği duayı okudu. Eylül geldiğinde kuşlar şarkılarını söylemeyi bırakırlar genelde ancak kuytu bir dala saklanmış bir kuş Gilbert ve Anne ölümsüz yeminlerini ederlerken cıvıldamaya başladı. Bu şarkı Anne’in tatlı bir ürpertiye kapılmasına sebep oldu. Gilbert ise dünyadaki tüm kuşların onlar için şakımaya başlamaları gerektiğini düşündü. Paul o kuşun ötüşüyle ilgili bir şiir yazdı ve yayımlanan ilk şiir kitabının en sevilen şiirlerinden biri oldu. Dördüncü Charlotta ise bu kuşun şarkısının çok sevdiği Bayan Shirley’e iyi şans getireceğini düşündü. Kuş, törenin sonuna kadar şakımaya devam etti. Şarkısını titrek ve heyecanlı bir şakımayla sonlandırdı. Gri-yeşil eski evin bostanı daha neşeli, daha sevinçli bir gün hiç yaşamamıştı. En eskilerden beri süregelen düğün şakaları Anne’le Gilbert’ın düğününde yepyeni gibiydi ve hiç olmadıkları kadar neşeye sebep oluyorlardı. Kahkahadan ve şamatadan geçilmiyordu. Yeni evliler Carmody trenini yakalamak üzere ayrıldıklarında ikizler pirinçleri ve eski ayakkabıları hazır etmişlerdi. Dördüncü Charlotta ve Bay Harrison fırlatma işini hakkıyla yerine getirdi. Marilla, düğün arabası altın başakların etrafını süslediği yoldan uzaklaşırken bahçe kapısında öylece bakakaldı. Anne arkasını döndü ve son kez el salladı. Artık gitmişti. Green Gables artık Anne’in evi değildi. Marilla, Anne’in tam on dört yıl boyunca, yokluğunda bile ışık ve hayatla doldurduğu eve döndüğünde yüzü solgundu ve hiç olmadığı kadar yaşlıydı.
Ancak Diana, küçük çocukları, Echo Lodge ahalisi ve Allanlar iki yaşlı kadına bu ilk yalnızlık akşamlarında yardım etmek üzere kaldılar. Keyifli ve sakin bir akşam yemeği yediler. Masanın etrafında oturup düğün gününe dair ufak tefek detaylardan bahsettiler. Onlar otururlarken Anne ve Gilbert, Glen St. Mary treninden iniyorlardı.
BÖLÜM 5
EVE GELİŞ
Doktor David Blythe, onları karşılamak için at arabası yollamıştı ve arabayı süren afacan, anlayışlı bir sırıtmayla arabayı onlara bıraktı. Yeni evliler, o güzel akşamda yeni evlerine baş başa gitmenin keyfini çıkardılar.
Köyün arkasındaki yamaçtan arabayla indikleri sırada Anne, gördüğü güzel manzarayı bir daha hiç unutmadı. Yeni evi hâlâ görünürlerde değildi ancak Four Winds Limanı gül ve gümüş rengiyle ışıl ışıl parlayan bir ayna gibiydi sanki. Anne, bir tarafında kum tepeleri, diğer tarafında yüksek, dik, kasvetli kızıl kum taşları olan girişi görebiliyordu. Kum tepelerinin ötesinde, sakin ve pürüzsüz deniz düşlere dalmıştı. Kum tepelerinin liman kıyısıyla buluştuğu koya yuvalanmış küçük balıkçı köyü hafif pusta opal taşı gibi görünüyordu. Üzerlerindeki gökyüzü alaca karanlığın döküldüğü mücevherlerle donatılmış bir kadeh gibiydi. Denizin serinliği havayı biraz soğutmuştu ve deniz tüm manzaraya hükmediyordu. Loş renkli yelkenliler köknarlarla kaplı liman sahillerinden ötelere süzülüyorlardı. Bir kilise kulesinden çan sesleri geliyordu. Yumuşacık, hülyalı bir sesti bu. Çanın zarif melodisi dalgaların sesiyle harmanlanıp süzülüyordu. Kayalıkların üzerindeki devasa deniz feneri, berrak kuzey göğünün üzerine yansıtıyordu altın rengi sıcacık ışığını. Titrek bir yıldız gibiydi âdeta… Uzaklardan geçen buharlı geminin dumanı ufuk çizgisinde kırışık bir kurdele misali uzanıyordu.
“Ah ne kadar da güzel, çok güzel…” diye söylendi Anne. “Four Winds’i çok seveceğim Gilbert. Evimiz nerede?”
“Henüz görünürlerde değil. Şu küçük koydaki huş ağaçları evi gizliyor. Glen St. Mary’e üç, deniz fenerine bir buçuk kilometre mesafede. Çok komşumuz olmayacak Anne. Evimizin yakınlarında sadece bir ev var ve ben orada kim yaşıyor bilmiyorum. Ben evde olmadığımda yalnız kalır mısın?”
“Deniz feneri ve güzellik bana yarenlik ettiği müddetçe yalnız kalmam. O evde kim yaşıyor Gilbert?”
“Bilmiyorum. Ama ev sakinleri kafa dengi olabilecek gibi görünmüyorlar, değil mi?”
Ev kocamandı ve zengin bir görünüşe sahipti. Öylesine canlı bir yeşile boyanmıştı ki manzarayı solgun gösteriyordu. Arkasında bir bostan, önünde ise bakımlı bir çimenlik alan vardı. Ama her nasılsa bir eksiklik var gibiydi. Bu durumun sebebi her şeyin aşırı düzenli olması olabilirdi. Tüm yapı, ev, ahırlar, bostan, bahçe, çimenlik ve giriş yolu aşırı düzgündü.
“Bu renk boyayı tercih eden birinin kafa dengi olması pek olası değil.” diyerek Gilbert’ın tahminini onayladı Anne. “Tabii bizim belediye binasını yanlışlıkla maviye boyadığımız gibi bir yanlışlık olmadıysa. Orada çocuk olmadığından eminim. Tory Caddesi’ndeki evden çok daha düzenli görünüyor ve ben oradan daha düzenli bir yer olabileceğine ihtimal vermezdim.”
Sahile paralel uzanan nemli, kırmızı yolda hiç kimseyle karşılaşmadılar. Ancak evlerini gizleyen huş ağaçlarına henüz ulaştıklarında Anne, sağ taraftaki kadifemsi yeşil yamacın tepesinde kar beyazı kazları gezdiren bir kız gördü. Tepenin etrafına yer yer çam ağaçları serpilmişti. Bu ağaçların arasından ekin tarlalarını, altın rengi kum tepelerini ve denizi kısmen görmek mümkün oluyordu. Uzun boylu bir kızdı ve solgun mavi desenli bir elbise giyiyordu. Yürüyüşünde bir esneklik vardı, duruşu ise dimdikti. Kız ve kazları, Anne ve Gilbert geçtiği sırada tepenin aşağı kısmındaki kapıdan çıkıyorlardı. Kız kapının kilidine elini koymuş vaziyette ayakta beklerken gözlerini onlardan ayırmıyordu. Bakışlarında hafif bir ilgi olsa da merak yoktu. Anne, kısa bir an için bu bakışlarda örtülü bir düşmanlık ifadesi görür gibi oldu. Ancak Anne’in dikkatini asıl çeken kızın güzelliğiydi. Nerede olsa ilgi çekecek türden aşırı belirgin bir güzellikti bu. Kız şapka takmasa da olgun başak renginde saçlarının ağır örgülerini taç misali başının etrafında çevrelemişti. Gözleri maviydi ve yıldızları andırıyordu. Sade desenli elbise içindeki vücudu görkemliydi ve dudakları kemerine taktığı kan kırmızısı gelincikler kadar kızıldı.
“Gilbert, az önce yanından geçtiğimiz kız kimdi?” diye sordu Anne alçak sesle.
“Ben kız falan görmedim.” dedi gözlerini eşinden ayıramayan Gilbert.
“Şuradaki dış kapının yanında duruyordu. Dönüp bakma şimdi. Hâlâ bizi izliyor. Ben böylesine güzel bir yüzü daha önce hiç görmedim.”
“Ben buradayken güzel bir kız gördüğümü hatırlamıyorum. Glen taraflarında eli yüzü düzgün kızlar var ama ben onlara güzel demezdim.”
“Bu kız güzel. Onu görmedin demek ki. Görseydin hatırlardın. Onu kimse unutamaz. Ben böylesine güzel bir yüzü sadece resimlerde gördüm. Hele saçları! Browning’in ‘altın sicim’ ve ‘görkemli yılan’ çalışmalarını düşündürdü bana.”
“Muhtemelen