“Bu, normal olmaktan uzak, çok asil bir hareket ama…”
“Öyle mi düşünüyorsunuz?”
“Eminim. Mektup kime yazılmıştı?”
“Mösyö Noirtier’ye. 13 Rue Coq Heron, Paris.”
“Savcı yardımcısının, bu mektubu yok etmekte şahsi bir çıkarı olamaz mı?”
“Mümkündür. Kendi menfaatim icabı olduğunu söyleyerek kimseye bu mektup hakkında bir şey söylemeyeceğime, bu adamın ismini ağzıma almayacağıma yemin ettirdi.”
Faria düşünerek “Noirtier… Noirtier…” diye söylendi. “Etruria kraliçesinin sarayında Noirtier adında birisini tanımıştım. İhtilal sırasında Girondin idi… Seni sorguya çeken savcı yardımcısının adı neydi?”
“Villefort.”
Faria kahkahalarla gülmeye başladı.
“Vah zavallı delikanlı! Bu adam sana yakınlık gösterdi değil mi?”
“Evet.”
“Mektubu gözlerinin önünde yaktı ve Noirtier adını ağzına almayacağına sana yemin ettirdi ha?”
“Evet.”
“Bu Noirtier’nin kim olduğunu biliyor musun?.. Savcı yardımcısının babası.”
Dantés, “Babası mı?.. Babası mı?..” diye söylenerek ayağa kalktı.
Yerinden fırlamasına mâni olmak ister gibi başını ellerinin arasına alan Faria tekrar etti: “Evet babası. Noirtier de Villefort.”
Dantés’nin kafasında bir şimşek çaktı ve o zamana kadar belirsiz ve karanlık bir şekilde kafasında yer etmiş olan şeyler, gün ışığına çıkmış gibi aydınlandı. Sorgu sırasında Villefort’nun tutumunda meydana gelen değişiklik, imha ettiği mektup, kendisine ettirdiği yemin, âdeta yalvaran sesi; hepsi tekrar Dantés’nin gözlerinin önüne geldi. İnleyerek sarhoş gibi bir an sendeledi. Sonra kendi hücresine giden geçide koştu. Bir taraftan “Yalnız kalıp bunların hepsini düşünmem lazım.” diye bağırıyordu.
Hücresine gidince kendini yatağına attı. Akşam, zindancı hücreye girdiği zaman Dantés’yi, gözleri sabit bir noktaya dikili, yüzü gerilmiş, bir heykel gibi sessiz ve hareketsiz buldu.
Göz açıp kapayacak kadar kısa bir an sürmüş gibi gelen bütün bu dalgınlık saatlerinde Dantés korkunç bir karara vararak dehşetli bir yemin etti.
Nihayet bir sesle kendine geldi. Faria, akşam yemeğini beraber yemeleri için onu hücresine davet ediyordu. Dantés onun peşinden öbür hücreye gitti. Yüzündeki sert, kesin ifade bir karara vardığını gösteriyordu. Faria gözlerini ona dikerek “Sana geçmişini aydınlatmak için yardım ettiğim için üzgünüm.” dedi.
“Niçin?”
“Çünkü sana, daha önce kalbinde yer etmemiş olan bir hissi aşıladım. İntikamı.”
Dantés gülümsedi.
“Başka şeylerden bahsedelim.”
Rahip ona bir müddet daha baktı, üzgün üzgün başını salladı, sonra Dantés’nin isteğine uyarak başka şeylerden bahsetmeye başladı.
Yaşlı mahkûm, bilgili konuşması ile kendisini dinleyenlerin ilgisini daima uyanık tutabilecek biri idi. Buna rağmen kendisinden hiç bahsetmiyor, hiç kendi bahtsızlığından konuşmuyordu. Dantés onun her sözünü hayranlıkla dinliyordu. Bir müddet sonra “Bildiklerinizi bir parça da bana öğretin.” dedi. “Hiç olmazsa benden sıkılmanızı önlemek için yapın bunu. Bana öyle geliyor ki benim gibi cahil ve basit biri ile arkadaşlık etmektense yalnız kalmayı tercih edersiniz.”
Faria gülümsedi.
“Bu doğru değil oğlum. İnsan bilgisi sınırlıdır. Sen de benim gibi matematik, fizik, tarih ve üç dört dil öğrenmiş olsaydın bildiklerimi sen de bilirdin. Bütün bildiklerimi iki yılda sana öğretebilirim.”
“İki yılda mı? Bütün bunları iki yılda öğrenebileceğime inanıyor musunuz?”
“Her şeyi öğrenmene lüzum yok. Esaslarını öğrenmen yeterli.”
Dantés’nin eğitimi için iki mahkûm o akşam bir program hazırladılar. Ertesi günden itibaren de bu programı tatbik etmeye başladılar. Dantés’nin müthiş hafızası; işlek, keskin bir zekâsı vardı. Kafasının matematiğe yatkın olması hesap işlerini kolaylıkla çözmesine faydalı oluyor, bütün denizciler gibi şiirden zevk alması öbür dersleri öğrenmesini kolaylaştırıyordu. Zaten İtalyanca ve Doğu’ya yaptığı yolculuklar dolayısıyla biraz da Yunanca biliyordu. Bu iki dilin yardımı ile kısa zamanda öbür dillerin yapısını da öğrendi. Altı ayda İspanyolca, İngilizce ve Almanca konuşmaya başladı. Günler geçiyordu… Fakat her geçen gün o kadar öğretici oluyordu ki bir sene sonunda Dantés bambaşka bir insan hâlini aldı.
Faria’ya gelince; Dantés ile olan bu meşguliyeti kendisini oyalamasına rağmen her geçen gün biraz daha durgunlaşıyordu. Kafası daima belirli bir düşüncenin etkisi altındaymış gibiydi. Zaman zaman dalıyor, farkında olmadan iç çekiyor, birdenbire kalkarak hücrede bir aşağı bir yukarı dolaşmaya başlıyordu. Bir gün yine böyle dolaşırken birdenbire durdu.
“Ah, nöbetçi olmasaydı!” diye bağırdı.
Dantés heyecanla “Kaçmak için bir çare mi buldunuz?” diye sordu.
“Evet ama nöbetçinin kör ve sağır olması lazım.”
Dantés, rahibi korkutan kararlı bir sesle “Gerekirse kör ve sağır olur!” dedi.
Faria bağırdı: “Hayır! Kan dökülmemeli!”
Dantés konu hakkında konuşmak istiyordu. Fakat Faria başını salladı ve bu hususta başka bir şey söylemedi. Üç ay daha geçti. Faria bir gün “Kuvvetli misin?” diye sordu.
Dantés cevap vermeden keskiyi aldı, ikiye büktü, sonra tekrar, düzeltti.
“Başka hiçbir çare kalmayıncaya kadar nöbetçiyi öldürmemeyi kabul ediyor musun?”
“Evet. Yemin ederim.”
“Öyleyse planımızı tatbik edebiliriz.”
“Ne kadar sürer?”
“En aşağı bir yıl. Planım şu.”
Çizdiği bir krokiyi gösterdi. Bu, kendilerine ait iki hücre ile aradaki geçidi gösteriyordu. Geçidin ortasından, bir nöbetçinin aşağı yukarı dolaştığı dehlizin altına çıkan bir tünel kazacaklardı. Sonra dehlizin zeminini döşeyen iri, yassı taşlardan birini yerinden oynatacaklardı. Bu taş nöbetçinin ağırlığına dayanamayacak ve asker, alttaki geçide yuvarlanacaktı. O zaman Dantés askeri yakalayarak bağlayacak, ağzını tıkayacak ve iki mahkûm dehlizdeki pencerelerin birine çıkıp ip merdivenin yardımı ile duvardan inerek kaçacaklardı.
Dantés, gözleri ışıldayarak ellerini çırptı. Plan o kadar basitti ki başarılı olmamasının imkânı yoktu. Aynı gün çalışmaya başladılar.
Bütün bu işler bir seneden fazla sürdü. Bu arada derslere de devam ediyorlardı. Bir buçuk sene sonra kazı bitti ve üstlerinde nöbetçinin ayak seslerini duymaya başladılar. Şimdi bütün yapacakları aysız, karanlık bir geceyi beklemekti. Döşeme taşının vaktinden önce düşmesine mâni olmak için temelde buldukları küçük bir kirişi de destek yaptılar. Dantés tam desteği koyma işini bitirmiş ki kendi hücresinde kalmış olan Faria’nın ızdırapla inlediğini duydu. Çabucak geri döndü. Rahip yere uzanmış yatıyordu.