“Bu fevkalade merdiveni yapmak için ipi nereden buldunuz?” diye sordu.
“İlk olarak birçok gömleğimi, sonra da Fenestella’daki üç senelik mahkûmiyetim sırasında yatak çarşaflarının ipliklerini sökmek suretiyle onu yaptım. İf Kalesi’ne nakledilirken bir kolayını bulup iplikleri de yanıma aldım. İşime burada devam ettim.”
“Peki zindancılar çarşafların dikişsiz olduğunu fark etmiyorlar mıydı?”
“Sonra bu iğne ile tutturuyordum.”
Dantés’ye uzun, keskin ve ucunda hâlâ iplik olan bir balık kılçığı gösterdi.
“Önceleri demir çubukları söküp pencereden kaçmayı düşündüm. Bu pencere senin hücrendekinden genişçedir. Kaçacağım zaman biraz daha genişletebilirdim de. Fakat pencere bir iç avluya açılıyordu. Tehlikesi yüzünden bundan vazgeçtim fakat belki beklenmedik bir fırsat çıkar diye ip merdiveni sakladım.”
Dantés, ip merdiveni inceler gibi görünürken başka bir şey düşünüyordu: Bir türlü anlayamadığı kendi bahtsızlığının içyüzünü, o kadar zeki, marifetli ve anlayışlı olan bu adam aydınlatamaz mıydı acaba.
Faria gülümseyerek “Ne düşünüyorsun?” diye sordu.
“Bana hayatınızı anlattığınızı fakat sizin, benim hayatım hakkında daha bir şey bilmediğinizi düşünüyordum.”
“Senin kısa ömründe çok mühim olan ne olabilir delikanlı?”
“Hiç olmazsa büyük bir bahtsızlık var. Hiç hak etmediğim ve bazen yaptığım gibi bundan dolayı Tanrı’ya isyan etmeyi değil de buna insanların sebep olduğunu düşünmeyi istediğim bir bahtsızlık.”
Rahip, gizli yeri örtüp yatağı eski yerine iterek “Anlat bana öyleyse hayatını.” dedi.
Dantés ona; bir defa Hindistan’a, iki üç defa da Yakın Doğu’ya yaptığı seyahatler çerçevesi içindeki hayat hikâyesini anlattı. Nihayet son seyahatine gelerek Kaptan Leclére’nin ölümünü; onun ölmeden önce Elba Adası’na götürmesini istediği paketi; Elba Adası’nda mareşalin Paris’te Mösyö Noirtier’ye götürülmek üzere kendisine verdiği mektubu; Marsilya’ya gelişini; babasını ziyaretini; Mercédés’e olan aşkını; düğün ziyafetini; tutuklanmasını; sorguya çekilişini; adliye sarayında kısa bir zaman için alıkonuluşunu ve nihayet İf Kalesi’ne getirilişini anlattı. Bundan sonrasını, hatta ne zamandan beri tutuklu olduğunu bile bilmiyordu.
Sözlerini bitirdiği zaman Faria düşünceli düşünceli uzun zaman sustu. Sonra “Bir hukuk düsturu vardır…” dedi. “ ‘Suçluyu bulmak istiyorsan her şeyden önce cinayetin kime faydası dokunabileceğini bul.’ der. Bunun gibi, senin ortadan yok oluşun da kime faydalı olabilir?”
“Hiç kimseye. Ben mühim bir kimse değilim ki!”
“Öyle söyleme. Her şey birbirine bağlıdır. Sen Firavun’un kaptanı olacaktın değil mi?”
“Evet.”
“Güzel bir kızla da evlenmek üzere idin?”
“Evet.”
“İlk olarak senin Firavun’un kaptanı olmanı istemeyen kimse var mıydı?”
“Hayır. Bütün mürettebat beni severdi. Eğer kaptanlarını kendileri seçebilselerdi eminim ki beni seçerlerdi. Bütün gemide, beni sevmemesi için bir sebep gösterebilecek yalnız bir kişi vardı. Onunla bir defa kavga etmiştik. Bu anlaşmazlığı ortadan kaldırmak için düello teklif etmiştim. Ama kabul etmemişti.”
“Tamam… Neydi bu adamın ismi?”
“Danglars. Geminin kâtibi idi.”
“Eğer geminin kaptanı olsaydın onu gemide tutar mıydın?”
“Elimde olsaydı tutmazdım. Tuttuğu hesaplarda hatalar vardı.”
“Peki. Kaptan Leclére ile olan son konuşma sırasında yanınızda başka kimse var mıydı?”
“Hayır, yalnızdık.”
“Biri bu konuşmaları duymuş olabilir mi?”
“Zannediyorum kapı açıktı. Durun durun… Evet, Kaptan Leclére bana paketi verdiği sırada Danglars kapının önünden geçti.”
“Galiba doğru yoldayız. Elba Adası’na çıktığın zaman yanına kimseyi aldın mı?”
“Hayır.”
“Oradan aldığın mektubu ne yaptın?”
“Evrakı mı sakladığım çantaya koydum.”
“Çantan yanında mıydı?”
“Hayır, gemide idi. Gemiye döndükten sonra çantaya koydum.”
“Adadan dönüp çantaya koyuncaya kadar ne yaptın mektubu?”
“Elimde taşıdım.”
“Yani gemiye döndüğün zaman elinde bir mektup olduğunu herkes gördü, değil mi?”
“Evet.”
“Danglars da?”
“Evet.”
“Şimdi beni iyi dinle ve hafızanı toplayarak hatırlamaya çalış; ihbar mektubunda ne dendiğini söyleyebilir misin bana?”
“Tabii. Üç defa okudum. Her kelimesi kafama kazınmıştır.”
Kelimesi kelimesine ihbar mektubunu okudu.
Rahip, omuz silkti.
“Gün gibi aşikâr. Bunu yazanın kim olduğunu daha o zaman tahmin etmemek için çok temiz kalpli olmak lazım. Danglars’nın el yazısı nasıldır?”
“Güzel bir yazısı vardır.”
“İhbar mektubu nasıl yazılmıştı?”
“Geriye doğru yatık bir yazı ile.”
“Bir dakika!”
Bir yazı kalemi alarak yazı yazmak için hazırlamış olduğu bir kumaşın üstüne sol eliyle birkaç satır yazdı. Dantés geri çekildi ve âdeta korkarak Faria’ya baktı.
“Hayret… Öbür yazıya ne kadar benziyor!”
“Demek ki ihbar mektubu sol elle yazılmış. Sol elle yazılmış bütün yazıların birbirine benzediğine dikkat etmişimdir. Şimdi gelelim ikinci soruya: Mercédés ile evlenmeni istemeyen kimse var mıydı?”
“Vardı. Onu seven Fernand adında bir Katalanyalı vardı.”
“Bu mektubu o yazabilir mi?”
“Hayır; o ancak beni bıçaklayabilirdi. Sonra mektupta yazılı olanların hiçbirini bilmiyordu ki o. Kimseye bahsetmemiştim bunlardan. Mercédés’e bile.”
“Fernand, Danglars’yı tanır mıydı?”
“Hayır… Evet evet… Şimdi hatırlıyorum. Evleneceğim günden iki gün önce onları meyhanenin çardağında beraber otururlarken gördüm. Danglars onunla samimi samimi konuşuyor, şakalaşıyordu. Fernand ise üzgün ve düşünceli idi. Yanlarında Caderousse adında, çok iyi tanıdığım bir terzi vardı ama Caderousse fitil gibi sarhoştu.”
“Şimdi bana teferruatlarla ilgili kesin bilgi vermen lazım.”
“Siz sorun bana; çünkü siz benim hayatımı benden çok daha açık olarak görüyorsunuz.”
“Tutuklanmandan sonra kim sorguya çekti seni?”
“Savcı yardımcısı.”
“Nasıl