Dayanamadım :
“Belki de senin yaptığını!” dedikten sonra, sordum:
“İnşallah cezan affedilir. Nişanlına kavuşursun yine.”
İçini çekti:
“Uyuz köpek dalayalı bu kadar sene geçti. Başına bir tas su dökerek tekrar alırdım. Ama zavallı Ayşe başına gelenlerden içlenmiş, ince hastalığa yakalanmış, bir sene babasının evinde yattıktan sonra vefat etmiş…” diye ağlamaya başladı.
Hokkabaz Kutuları Gibi İç İçe Hırsızlık Vesileleri
Sinop’a vardıktan iki gün sonra, kale kapılarından, “Meydan Kapısı” denilen kapı ile onun üstündeki burcun korunması lazım eski eserlerden olduğu hâlde yıkılmış ve kapının yıkılmasının da kararlaştırılmış bulunduğunu esefle görerek işi derhâl durdurup sebebini araştırmaya koyuldum. Anladım ki bu iş akla sığmaz hırsızlık ağlarının düğümü imiş.
Pek işlek bir yerde bulunan bu burcun “Tamir kabul etmez derecede haraptır.” diye günün birinde ansızın yıkılarak bir felakete sebep olacağını ileri sürerek mutasarrıf doğrudan doğruya Tophane Müşirliğine yazmış. İstihkâm işlerine yarayacak olan taşların istihkâm memurluğuna teslim edilmesi şartıyla, tehlikenin kaldırılmasına irade çıkmış. Zira o zamanlarda kalelere ait parçalar padişahın izni olmadan yıkılamazdı. Mutasarrıfın doğrudan doğruya üst makama müracaat sebebi ise açıktı: daha bir buçuk sene evvel o kapının altından birçok defa geçmiş olan vali, tabii bulunan bahanelere inanmayacaktı. Kendi kendine yıkılacağı iddia olunan burç, kazma ve kürekle bile yıkılamayarak nihayet barut kuvvetine başvurulmuş ve atılan lâğımlardan fırlayan taşlar mutasarrıfın başına düşeceği yerde, sura bitişik ve iptidai mekteplerine ait bir eczane ile birkaç dükkânı; sur içindeki umumi hapishanenin hastanesiyle galiba bir de gaz deposunu kısmen veya tamamen harap etmiş.
Bu kapının ve burcun yıktırılmasındaki maksat da şu idi:
Asırlardan beri devam eden kale zindanları işkencelerine artık bir nihayet vermek maksadıyla Vali Abdurrahman Paşa’nın ilk temel taşını bizzat koyduğu büyük bir Umumi Hapishane yapılmakta idi.
Bu binanın yapılması bir müteahhide verilmişti. Keşfinde, kasaba dışındaki uzak ocaklardan getirilecek taşlar için tabii yüksek bir fiyat konulmuştu. Müteahhitle uyuşularak ona bedava taş bulmak için zavallı burca ve kapıya iftira etmeyi mutasarrıf düşünmüş ve başarmak yolunu da bulmuş. Hâlbuki bu mutasarrıf, kalenin hakikaten yıkılmak üzere olan başka iki kapısını, mühendis raporlarına rağmen ne yıktırmış, ne tamir ettirmişti. Çünkü o kapıların üstünde taşlarından faydalanılacak burç yoktu.
Bu hapishaneyi, birinci katının taş kısmını yapılmış olarak buldum. Duvarın üstünde, duruşları gözüme çarpan iki taşı altından, üstünden bastonumla kurcalamaya başladım. İkisi de oynadı. Çektim, çıkardım. Bunlar çıkınca yerlerinden burcun molozları ve çakıllar akmaya başladı. Binanın kum duvar hâlinde yapıldığı anlaşıldığından, keşfe göre bunların harçla yapılmak üzere hemen yıktırılmasını emretmekle beraber, tetkik ettiğim mukavele evrakı arasında kefaletnamenin kefile imza ettirilmediğini de görerek, bir köye gittiği anlaşılan kefili derhâl getirttim ve imzalattım.
Bu tarihten otuz sene sonra, yani “Nemrutperest” lakabı ile bilinen Mustafa Paşa Divanıharbi’nde yüzüme karşı verilen idam hükmünden kurtulduktan sonra, İstanbul’dan firar yoluyla Ankara’ya giderken vapur fırtına yüzünden İnebolu’ya uğrayamayarak Sinop’u tutmuştu. Orada iki gün kalmış ve benim gibi mahkûm olduğu haksız idamdan kurtardığım kapının hâlâ sapasağlam durduğunu görerek, altınperest mutasarrıfa bir kere daha lanet etmiştim.
Hırsızlık Koleksiyonundan Parçalar
Sinop Mutasarrıfı’nın kısa bir zamanda icat ettiği ve becerdiği hırsızlıkların her biri ayrı ayrı hikâyeye değerse de, okuyucularımı sıkmamak için bunların türlü nevilerinden birer örnek alarak burada özetlemeyi faydalı buldum:
İdadi Mektebi
İlk temel taşını Vali Abdurrahman Paşa koyarak yaptırılmasına başlanan idadi mektebi; keşfi gereğince verilen para ile bitirilemedi. Buna iki defa para ilave edildiği hâlde, Sinop’a vardığımda mektebi üstü bile kapanmamış buldum. Hâlbuki bu mektebin yapılmasına memur edilen komisyon azasından üçünün mükemmel birer ev yaptırıp içine kuruldukları anlaşılmıştı.
Hastane
Frengi ve Guraba Hastanesi de Abdurrahman Paşa’nın eserlerinden biridir.
Bu hastane yalnız Sinop’un değil, bütün liva halkının hakikaten pek cömertçe yardımlarıyla yapılmıştı. Bu yardım yalnız para değildi. Daha çok kazalardan, nahiyelerden, köylerden gönderilen ve getirilen her nevi kereste ile olmuştu. Bu keresteler gümrük vergisinden muaf tutulduğu için büyük kısmı Sinop’a, gümrük dairesi bulunan küçük limandan değil, hiçbir suretle kontrol altında bulunmayan büyük limandan çıkartılmıştı. Gümrük müdürü yalnız bu limandan karaya çıkarılan kerestelerin en az böyle iki hastane vücuda getirecek miktarda olduğunu söylemişti.
Hastane yapısı için teşkil olunan komisyona abdestli, namazlı, kaba sakallı bir zat olan tersane kereste memuru, vali tarafından reis tayin edilmişti. Hastanenin yapısı tamamlanınca, hac için Hicaz’a gitmiş olan bu zat, ben Sinop’a vardıktan bir müddet sonra dönmüş ve hacılara mahsus kokusu baş döndürecek derecede tüterek beni ziyaret etmişti. O sırada idadi mektebi meselesiyle uğraştığım için bu hacının hastane komisyonu reisi olduğunu her nasılsa unutarak, bu idadi mektebi ve hastane hakkında çok kötü şeyler söylendiğini ağzımdan kaçırdım.
İzzetli Hacı Bey sakalını avuçlayıp bir tutamdan fazla artan ucuna baktıktan ve bir şey düşünüyor gibi bir tavır aldıktan sonra:
“Efendim!” dedi. “Meşhur meseldir: ‘Bal tutan, parmağını yalar.’ idadiyi bilmem; fakat hastanenin hesabı gümüş gibi tertemizdir.”
Kaba sakalının telleri kısmen gümüşlenmiş olan kereste memurunun, hastane balını tuttuktan ve parmaklarını bol bol yaladıktan sonra zemzemle yıkamak için Hicaz’a gittiği anlaşıldı!
Orman Müfettişi Kalyas Efendi
Orman Müfettişi Kalyas Efendi, Mutasarrıf Bey’in mensuplarından sayılıyordu. Kötü ve rüşvetli işlerin çorap söküğü gibi birer, ikişer açığa çıkmaları üzerine mutasarrıf, Kalyas’a yolladığı ve onun bana gösterdiği bir mektupta: “Sıkıntılı Sinop rüyaları görmekte olduğunu ve kendilerine evlat gibi emniyet ettiği bazı memurların, sadakat ve vefakârlıkla uyuşturulamayacak hâl ve hareketlerinin büyük esef ve hayretle işitildiğini söyledikten sonra, geçici fırtınalar kabilinden olan hâlin (yani teftişlerimin) çok devam etmeyeceğini ve yerine tayin edilecek mutasarrıfla görüşerek kendisini ona tavsiye edeceğini yazıyor ve kendisine bağlılıktan ayrılanların sonra pek çok zarar edecekleri ihtarla tehdit ediyordu. Kalyas Efendi bu tehditten dolayı kızarak:
“Beyefendi!” dedi. “Ben daha evvelki mutasarrıf zamanında da bu memuriyette bulundum. Araştırın. O zamanlarda kanuna aykırı en küçük bir muamelemi bulabilirseniz beni en ağır cezalara çarptırın. Ormanları tahrip ettirmemek için her rast gelen yerde hızar yaptırılması yasaktır. Fakat bu adamın ısrarlı emirleri karşısında beş yerde hızar yapıldı ve üçü işlemeye başladı, ikisi de başlamak üzeredir.
Giden mutasarrıfın ellişer ve yüzer lira rüşvet alarak müsaade