Vezir, dervişin yanına gelip: “Derviş bana bak, yeryüzünün padişahı senin önünden geçti. Niçin hürmet etmedin, niçin edep şartını yerine getirmedin?” dedi.
Derviş şöyle cevap verdi: “Padişaha söyle ki hizmeti, hürmeti, kendisinden para pul uman kimseden beklesin. Bir de şunu söyle; padişahlar ahalinin muhafazası için o mevkiye gelirler, yoksa ahali padişahlara tapınmak için yaratılmış değildir.”
Her ne kadar devlet ve saltanat sayesinde mal, mülk, para padişahların elinde ise de onlar fakirlerin bekçisidirler.
Koyun çoban için değildir. Belki çoban koyunlara hizmet içindir.4
Bugün birini muradına ermiş, diğer birini de kendi kendine didinir, gönlü yaralı görürsün. Biraz sabret, göreceksin ki o hayal peşinde koşan kimsenin beynini toprak yiyecektir. Ölüm gelince şahlık, bendelik farkı zail olur.
Birisi bir ölünün mezarını açacak olsa zengin mi, fakir mi, fark edemez.
Dervişin sözü padişaha doğru ve sağlam geldi “Dile benden ne dilersen.” dedi.
Derviş: “Senden onu isterim ki bir daha buraya gelip de beni rahatsız etme.” dedi.
Padişah, dervişe “Bana nasihat et.” dedi.
Derviş şu beyitin mazmununu söyledi:
“Bugün elinde nimetin varken fırsat bil. Çünkü bu devlet, bu mülk elden ele gider.”
Vezirlerden birisi Zünnun-i hazretleriyle görüştü. “Bana himmet buyur, gece gündüz padişahın işi ile meşgulüm, iyiliğini umuyorum; fakat darılıp itap etmesinden korkuyorum.” dedi.
Zünnun ağladı ve “Eğer ben senin padişahtan korktuğun gibi Allah’tan korksaydım sıddıklar zümresinden olurdum.” dedi.
Eğer rahat, meşakkat düşüncesi olmasaydı derviş göğe uçardı.
Eğer vezir, padişahtan korktuğu gibi Allah’tan korksa idi melek olurdu.
Bir padişah suçsuz bir kimsenin katli için emir verdi.
Adamcağız şöyle dedi: “Padişahım bana karşı vukua gelen bir öfke ile kendine zulmetme.”
Padişah “Nasıl olur?” dedi.
Adam cevap verdi: “Şu katil işi benim için bir nefes içinde olur biter; fakat bunun günahı ebediyen boynunda kalır.”
Bu hayat, şu dünyada duruş, sahra rüzgârı gibi eser geçer. Acılık, tatlılık, yakışıklılık, çirkinlik hepsi geçer gider. Zalim sanır ki bize zulmediyor. Hayır, bize olan o zulüm durmaz geçer; fakat onun boynunda ebedî kalır.
Padişaha nasihati tesir etti. Onu affetti ve özür diledi.
Nuşirevan’ın vezirleri memleket işlerinden mühim bir iş hususunda istişare ediyorlardı. Her birisi kendi bilgisine göre birer rey beyan ediyordu. Bu hususta padişah da düşündü, bir fikir söyledi.
Büzüremihr, padişahın reyini bütün reylere tercih etti.
Vezirler tenhada Büzüremihr’e sordular: “Padişahın reyinde ne meziyet gördün ki bu kadar hakim zatların fikirlerine tercih ettin?” dediler.
Büzüremihr şöyle cevap verdi: “İşin sonu belli değil herkesin reyi Cenabıhakk’ın iradesine bağlıdır. Bir reyin doğruluğu, yanlışlığı ancak neticede anlaşılacak. Şu hâlde padişahın reyine uymak münasiptir; çünkü eğer yanlış çıkarsa biz de ona uymuş olduğumuzdan onun itabından emin olmuş oluruz.”
Padişahın reyine muhalif rey aramak kendi kanı ile el yıkamak gibi olur. Eğer padişah gündüzken şimdi gecedir derse “Evet efendim doğru söylediniz, işte ay ile ülker.” demek lazımdır.
Aleviler gibi saçlarını örmüş bir şeyyad Hicaz kafilesiyle şehre (belki maksat Şiraz şehridir) geldi. “Aleviyim, hacdan geliyorum.” dedi. Bir de, ben söyledim, diyerek padişaha bir kaside takdim etti. Padişah ona ihsan verdi, iltifat etti.
Padişahın nedimlerinden birisi o sene seferden gelmişti. “Ben onu Kurban Bayramı’nda Basra’da gördüm… hacı nasıl olabilir?” dedi.
Nedimlerden diğer birisi de: “Onun babası Malatya’da Nasrani idi. Alevi nasıl olabilir?” dedi.
Takdim ettiği kasideyi de Enverî divanında buldular.
Padişah emretti: “Şu herife bir kötek çekin; sonra sürün, çıksın gitsin. Bu kadar yalanı niçin söyledi?” dedi.
Padişah güldü ve “Tekmil ömründe bundan daha…”
Şeyyad: “Ey yeryüzünün padişahı, bir söz daha söyleyeyim eğer doğru olmazsa ne ceza buyurursan layığım.”
Padişah: “O nedir, söyle bakalım.” dedi.
Şeyyad şu mazmunu söyledi:
“Sana bir garip, bir külek yoğurt getirse iki ölçeği su, bir ölçeği ayrandır. Benden saçma, yalan bir söz işittinse gücenme, çünkü seyyahlar çok yalan söylerler.”
Padişah güldü ve “Tekmil ömründe bundan daha doğru söz söylememişsin.” dedi. Ve onun istediği şey ne ise verilsin, diye emir verdi.
Hikâye ederler ki vezirlerden birisi maiyetindekilere acır, hepsinin iyiliğini istermiş. Bu vezir, nasılsa padişahın gazabına uğrayıp hapsedilmiş.
Herkes onu kurtarmak için çalışmış. Ona işkence için tayin edilen kimseler iyi muamele ederlermiş. Bir taraftan da büyükler padişaha onun güzel ahlakını söylerlermiş.
Nihayet padişah, onun hatasını affetmiş.
Ariflerden bir zat bu hâle vâkıf olunca şöyle demiş:
“Dostların gönlünü elde etmek için babadan kalma bostanın satılması yerinde bir hareket olur.
İyilik düşünen dostların tenceresini kaynatmak için ev içinde yanabilen şeylerin yanması lazımdır.
Kötülük düşünen kimseye iyilik yap. Çünkü köpeğin ağzının lokma ile kapatılması uygun olur.”
Harun Reşid’in oğullarından birisi pek öfkeli olarak babasının huzuruna geldi. “Filan çavuşun oğlu anneme sövdü.” dedi.
Harun, devlet erkânına sordu: “Ona ne ceza vermek lazımdır?”
Erkânın birisi, “Onu katletmek lazımdır.” öteki, “Dilini kesmek lazımdır.” başka birisi de, “Malını müsadere ve kendini nefyetmek lazımdır.” dediler.
Bu sözleri dinledikten sonra Harun şöyle dedi: “Çocuğum! Onu affetmek daha kerimâne bir hareket olur. Eğer affetmezsen, sen de onun annesine söv, amma o nasıl söyledi ise öyle söyle, sakın fazla söyleme; çünkü o zaman intikam haddini geçmiş ve senin tarafından zulüm yapılmış olur.”
Kükremiş fil ile cenk eden kimse, ukalaya göre mert değildir. Asıl mert odur ki öfkelendiği vakit dahi hakikatten ayrılmaz.
Birisine bir kötü huylu kimse sövdü, o adam tahammül etti ve “Sonun hayır olsun, hay Allah iyiliğini versin.” dedikten sonra “Ben senin dediğinden daha berbat bir kimseyim; çünkü bilirim ki sen benim ayıbımı benim kadar bilmezsin.” dedi.
Birtakım büyüklerle bir gemiye binmiştim. Arka tarafımdan bir sandal battı ve iki kardeş bir girdaba düştüler.
Büyüklerden birisi, gemiciye “Şu iki kardeşi