Derviş: “Eteği nereden bulayım ki elbisem yoktur.” demiş.
Bu söz üzerine padişahın merhameti artmış, bir kat hilat ile beraber altın kesesini dervişe göndermiş.
Derviş az vakit içinde o parayı telef etmiş, tekrar saraya gelmiş.
Âşığın gönlünde sabır, kalburda su durmadığı gibi kalenderlerin avucunda da para durmaz.
Derviş, padişaha öyle bir zamanda gelmiş ki padişahın onunla görüşmeye, onun hâlini sormaya vakti yokmuş. Mabeyinciler dervişin gelişini, hâlini padişaha arz etmişler.
Padişah kızıp yüzünü ekşitmiş. Böyle olması da tabiidir; çünkü zekâ ve tecrübe sahibi insanlar demişler ki: Padişahlar çok zaman memleketin mühim işleriyle meşgul olurlar, himmetlerini büyük şeylere sarf ederler; öyle vakitlerde adi işler için avamın kendilerini işgal etmelerine kızarlar.
Münasip zaman gözetmeyen kimseye padişahın nimeti haram olsun. Söylemek için zamanı müsait görmedikçe söyleme; çünkü hem kadrin kıymetin zail olur hem de sözün güme gider.
Padişah, dervişin hâlini anlayınca: “O kadar parayı az müddette telef etmiş olan bu müsrif, yüzsüz dilenciyi kovun. O bilmiyor mu ki beytülmal hazinesinde hakiki fakirlerin hakları vardır; yoksa hazine, şeytanların kardeşleri olan müsrifler için yemlik değildir.” demiş.
Parlak bir günde, gündüzün, kâfurî mum yakan ahmağı çok geçmeden görürsün ki kandiline koyacak yağ bulamaz.
Nasihat etmeye muktedir bir vezir demiş ki: “Padişahım, bence bu gibi kimselerin nafakalarını günü gününe vermek daha münasiptir. Böyle olursa israf yapamaz; fakat onları terbiye için dahi olsa efendimizin buyurduğu veçhile onu kovmak, bir daha ona bir şey vermemek muvafık değildir. Çünkü bir kısmı bunu hasisliğe hamleder. Sonra birisine bir kere bir şey verip ümide düşürmek arkasından onu meyus ederek incitmek himmet sahiplerine yaraşmaz.”
İnsan ya lütuf ve ihsan kapısını açmamalı ve kimseyi tamaha düşürmemeli; yahut açtıktan sonra huşunetle kapatmamalıdır.
Hicaz ilinde Kâbe yolunda susayanların acı su etrafına toplandıklarını kimse görmemiştir. Her nerede tatlı bir çeşme bulunursa insanlar, kuşlar, karıncalar, onun etrafına toplanırlar.
Kuş, dane bulunan yere gelir; hiçbir şey bulunmayan yere gitmez.
Eski padişahlardan birisi memleketi idarede gevşeklik ederdi. Askere de sıkıntı çektirirdi.
Derken çetin bir düşman yüz gösterdi; askerleri de ondan yüz çevirdiler.
Padişah hazineyi askerlerden diriğ ederse askerler de kılıca el vurmayı ondan esirgerler. Eli boş, işi ah ve feryat olan kimse harp zamanı nasıl kahramanlık gösterebilir?
Padişahlarına vefasızlık eden o askerlerden birisinin benimle dostluğu vardı. Onu ayıpladım ve “Azıcık hâlinin fenalaşmasıyla eski efendisinden yüz çeviren ve senelerce yediği nimetin hukukunu unutan kimse insan değildir, nimeti inkâr eden soysuzdur, haknâşinastır.” dedim.
Asker şöyle dedi: “Hâlimi sana anlatırsam beni mazur görürsün. Atım arpasız kalmak, eyer keçesi rehinde bulunmak yakışır mı? Padişah askere paraca bahillik ederse ona askerin canı ile cömertlik etmesi mümkün müdür?”
Askere altın ver ki asker başını versin. Eğer askere altın vermezsen başını alır başka diyara gider.
Karnı tok yiğit şiddetle saldırır, karnı aç ise şiddetle kaçar.
Vezirlerden birisi mazul oldu, dervişlere katıldı. Dervişlerin sohbetinin bereketi ona tesir etti; gönül perişanlığından kurtuldu. Bir müddet sonra padişahın tekrar teveccühüne mazhar oldu. Yine onu iş başına çağırdı. Fakat vezir kabul etmedi ve “Akillerin indinde mazul olmak meşgul olmaktan daha iyidir.” dedi.
Bir müddet sonra padişahın tekrar teveccühüne mazhar oldu. Yine onu iş başına çağırdı. Fakat vezir kabul etmedi ve “Akillerin indinde mazul olmak, meşgul olmaktan daha iyidir.” dedi.
Çekilip selamet köşesinde oturanlar köpeklerin dişlerini, insanların ağızlarını bağladılar. Kâğıdı yırttılar, kalemi kırdılar, kusur bulan insanların ellerinden, dillerinden kurtuldular…
Vezir kabul etmeyince padişah ona: “Memleketin işlerini vaktiyle düşünmek için bize akıllı, işin üstesinden gelir bir vezir lazımdır. Kimi biliyorsunuz, bize tavsiye ediniz.” dedi.
Vezir şöyle cevap verdi: “Akıllı, fikirli insan, kendisini böyle işe atmayandır.”
Hüma kuşu kemik yediği ve canlı mahluku incitmediği için tekmil kuşlardan eşreftir…
Karakulağa demişler ki: “Niçin arslanın peşinde dolaşıp duruyorsun?”
Karakulak şöyle cevap vermiş: “Onun avının fazlasını yiyorum ve onun şevketi sayesinde düşmanların şerlerinden emin olarak yaşıyorum.”
Bunun üzerine: “Pekâlâ.” demişler; “Onun himayesine, gölgesine girdiğini ve onun nimetiyle geçindiğini ikrar ediyorsun, niçin ona daha fazla yaklaşmıyorsun, eğer fazla yaklaşacak olursan seni has bölüğüne alır ve halis muhlis bendelerinden sayar.”
Karakulak cevap vermiş: “Evet onun nimetiyle besleniyor, sayesinde düşmanlarımdan emin olarak yaşıyorum. Bununla beraber onun hırçınlığından emin değilim.”
Ateşe tapan birisi ateşi yüz yıl söndürmeden yaksa o ateşe düştüğü dakikada ateş onu yakar.
Padişaha nedim olan kimse bazen altın bulursa da bazen de başı gider.
Hükema demişler ki: “Padişahların günü gününe uymaz. Tabiatları daima değişir. Bundan sakınmak lazımdır. Bazen selam versen incinirler, bazen sövsen hilat verirler.”
Yine hükema demiş: “Çok zarafet, nedimler için hüner ise de hakimler için ayıptır.”
Sen kadrini, kıymetini, vekarını muhafazaya çalış; oyunu, zarafetini nedimlere bırak.
Arkadaşlarımdan birisi kendisine yâr olmayan talihinden şikâyet etti ve dedi ki: “Ailem çok, kazancım az; zaruret yüküne tahammül edemiyorum. Çok kere düşünüyorum, başka iklime gideyim; çünkü orada nasıl yaşasam, kimse benim iyime, kötüme vâkıf olmaz.
Gurbet ilde nice kimseler aç yatar; fakat kim olduğunu kimse bilmez. Çok can dudağa gelir, kimse ona ağlamaz.
Bununla beraber gitmek de istemiyorum; çünkü düşmanlarım arkamdan gülecek, namusumla oynayacak; ailem için bir şey kazanmak ümidiyle gittiğimi mürüvvetsizliğime, hamiyetsizliğime hamledecek ve şöyle diyecekler:
‘Şu hamiyetsize bakın, böyle insan hiçbir zaman bahtiyarlık yüzünü göremez. Yalnız kendisinin istirahatını düşündü; karısını, çocuklarını zaruretler içinde bıraktı.’
Muhasebe ilminde, size malum olduğu üzere, bir şeyler bilirim. Eğer senin yüksek mevkiin sebebiyle ve tavsiyenle kalbimin rahatlığını mucip olacak bir vazifeye geçecek olursam ömrüm oldukça sana minnettar olurum.”
Onun bu teklifine karşı ben: “Dostum,” dedim, “padişah işinde iki şey var: Birisi ekmek ümidi, diğeri can korkusu. Bu ümit ile o korkuya düşmek ise akıllı işi değildir.”
Arazinin, bahçenin harcını ver diye fakirin evine kimse gelmez. Ya gönül perişanlığına, kedere razı ol; yahut böbreğini karganın önüne koy.
Refikim