Padişah cevap verdi: “İşitmişsindir birtakım halk ona hararetle taraftar oldular, başına toplandılar, onu kuvvetlendirdiler. Böylece padişah oldu.”
Bunun üzerine vezir: “Mademki halkın toplanması padişahlığa sebep oluyormuş, o hâlde sen niçin halkı dağıtıyor, perişan ediyorsun? yoksa sen padişah olmak istemiyor musun?” dedi.
Askeri, can ile beslemek lazımdır. Çünkü sultan, asker sayesinde hüküm sürer.
Padişah: “Dağılan asker ve ahalinin toplanması için ne yapmak lazımdır?” diye sordu.
Vezir cevap verdi: “Padişah kerim olmalıdır, ta ki halk onun etrafında toplansın. Merhametli olmalıdır ki, herkes onun sayesinde emin, müsterih olarak yaşasın. Sende ise ikisi de yoktur.”
Zalim insan padişahlık edemez. Nasıl ki kurt, çobanlık yapmaz; zulüm temelini atan padişah da kendi saltanat duvarının temellerini kazmış olur.
Nasihatçı vezirin sözleri padişahın tabına hoş gelmedi: “Bağlayın şunu!” dedi. Veziri zindana yolladı. Çok geçmeden padişahın amcası, oğulları saltanat davasına kalkıştılar ve ordu tertip ederek babalarının mülkünü istediler.
Padişahın zulmünden bıkarak şuraya buraya dağılmış olan ahali öbür tarafa geçtiler; oraya kuvvet verdiler. Nihayet saltanat padişahın elinden çıktı. Diğerlerine geçti.
Bir padişah ahaliye zulmederse dostu bile felaket gününde onun kuvvetli düşmanı olur. Sen halk ile hoş geçin ve düşmanının cenginden korkma; çünkü adil bir padişah için ahalisinin hepsi askerdir.
Bir padişah, acemi bir köle ile gemiye binmişti. Köle deniz görmemiş, geminin mihnetini tecrübe etmemişti. Ağlamaya, inlemeye başladı. Tir tir titriyordu. Onu avutmak için çok uğraştılar; bir türlü sakinleşemiyordu. Padişahın keyfi kaçtı. Herkes âciz bir vaziyette iken gemide bulunan bir hâkim, padişahın huzuruna çıktı. “Müsaade buyurursanız ben onu sustururum.” dedi.
Hâkim emretti, köleyi denize attılar. Köle birkaç kere suya battı çıktı, sonra saçından yakaladılar, onu gemiden tarafa çektiler.
Köle gemiye yaklaşınca iki eliyle geminin dümenine asıldı; oradan gemiye çıktı. Bir köşede uslu uslu oturdu. Hâkimin yaptığı iş padişahı hayrete düşürdü. “Bu işte hikmet nedir?” diye ona sordu.
Hâkim cevap verdi: “Köle evvelce suya batmayı tatmamıştı. İşte huzur ve saadet de böyledir, bir felakete düçar olmayan kimse onun kıymetini bilemez.”
Ey tok kimse! Sana arpa ekmeği hoş görünmez. Hâlbuki sence çirkin olan o arpa ekmeği benim sevdiğimdir. Cennet hurilerine “Araf” cehennemdir. Fakat cehennem halkına soracak olsan Araf için cennettir, derler.
Birisi var yârini sinesine sarmış; birisi var acaba yâr gelir mi diye gözlerini kapıya dikmiş. Bu ikisi arasında ne kadar büyük fark var!
Hürmüz Tâcdar’a: “Babanın vezirlerinden ne fenalık gördün ki hepsini bağlattın, zindana gönderdin?” dediler.
Cevap verdi: “Hepsi mucip olacak bir fenalık görmedim; fakat baktım ki benden son derece korkuyorlar ve kendilerine karşı verdiğim söze katiyen itimat etmiyorlar; kendi zararlarından korkarak canıma kastederler diye korktum ve bu bapta hükemanın sözüyle amel ettim.” Hükema şöyle demişler:
“Ey akıllı kimse, birisi senden korkuyorsa sen onun gibi yüz kişiyle cenk edip başa çıkacak kudrette olsan bile yine ondan kork. Görmez misin kedi, âciz kalınca tırnağıyla kaplanın gözünü çıkarır; görmez misin yılan, çobanı görünce bu adam taşla başımı ezecektir korkusuyla çobanın ayağını sokar.”
Arap meliklerinden birisi hem ihtiyar hem de hasta idi. Hayatından ümidini kesmişti. Derken bir atlı geldi, huzura girdi, müjde verdi: “Efendimin devleti sayesinde filan kaleyi fethettik. Düşmanlar esir oldular; o tarafın tekmil ahali ve askerleri efendimizin fermanına muti oldular.” dedi.
Melik bu sözü işitince içini çekti: “Bu müjde bana değil, düşmanlarıma, yani benden sonra tahta kimler geçecek ise onlaradır.” dedi.
“Gönlümden bir türlü çıkmak bilmeyen bir muradım vardı; yazık ki kıymetli ömrüm o muradımın meydana gelmesini beklemekle geçti. O muradım hâsıl oldu; fakat ne fayda!.. Geçen ömrüm geri gelmeyecek.
Ecel eli, göç davulunu çaldı. Her iki gözüm, başa veda ediniz; ayaklarım, bileklerim, kollarım, hep birbirinize veda ediniz. Düşmanların benim için istedikleri ölüm geldi, başıma kondu. Ey dostlarım, bakınız, hayatım cahillikle geçti. Ben bir gün gelip de öleceğimi düşünmedim ve layıkı veçhile günahlardan sakınmadım. Siz bu hâlime bakın.”
Bir sene Demişk Camii’nde meftun Yahya Peygamber’in baş ucunda itikâfa girmiştim.
Benî Tamin Arap meliklerinden insafsızlıkla meşhur birisi kabr-i şerifi ziyarete geldi; namaz kıldı, dua etti, hacet diledi.
Gerek fakir gerek zengin herkes bu kapının toprağının bendesidir. Hem de zengin olanlar daha muhtaçtırlar.
Namazdan sonra yüzünü bana döndü: “Dervişlerin himmeti var, onların Cenabıhak ile gerçek işleri var. Bana gönülden himmetinizi yoldaş ediniz; çetin bir düşmanım var. Ondan endişeler içindeyim.” dedi.
Cevap olarak: “Kavi düşmandan zahmet görmek istemiyorsan zayıf ahaliye merhamet eyle.” dedim.
Zorlu pazılar, kuvvetli pençelerle zavallı bir âcizin kolunu kırmak hatadır.
Düşkünlere, biçarelere acımayan kimse korksun; çünkü bir kere yıkılacak olursa kimse elinden tutup onu kaldırmaz. Her kimse kötülük tohumunu eker de iyilik biçeceğini umarsa yanlış fikre saplanmış, saçma bir hayale bağlanmış olur. Kulaktan pamuğu çıkar, halkın dileklerini dinle, halka adalet göster. Şayet göstermeyecek olursan unutma ki bir adalet günü vardır.
Âdemoğulları bir vücudun azaları gibidirler. Çünkü aynı cevherden yaratılmışlardır.2
Vücudun bir yerinde bir dert, bir ağrı hâsıl olursa diğer azanın kararı kalmaz. Onlar da rahatsız olurlar.
Sen ki başkalarının mihnetinden keder duymuyorsun, sana ihsan adım vermek yakışmaz.
Bağdat’ta duası kabul olan bir derviş zuhur etti. Haccacı Zâlim’e haber verdiler. Haccac onu çağırdı. “Bana bir hayırlı dua et.” dedi.
Derviş, “Yarabbi Haccac’ın canını al.” dedi.
Haccac: “Derviş, Allah için söyle, bu nasıl duadır?” dedi.
Derviş: “Bu, hem senin için hem de tekmil Müslümanlar için hayırlı bir duadır.” dedi.
Ey eli altındakileri inciten yüksek elli kimse! Ne vakte kadar böyle pervasızca zulüm edebileceksin. Cihandarlık ne işine gelir; senin ölmen daha iyidir; çünkü insanları incitiyorsun.
İnsafsız meliklerden birisi bir âbide sordu:
“İbadetlerden hangisi efdaldir?”
Âbit cevap verdi: “Senin için öğleye kadar uyumak efdaldir; çünkü uyuduğun müddetçe halkı incitmezsin…”
Bir zalimi öğle vakti uyumuş gördüm de “Bu fitnedir, fitnenin uyumuş olması iyidir.” dedim.
Uykusu uyanıklığından iyi olan kötü yaşayışlı kimsenin gebermesi iyidir. Fitne uyumuştur. Allah onu uyandırana lanet etsin.
İşittim