Bunun üzerine Şerif, Robin’e kuşkulu gözlerle baktı ve kendi kendine: “Bu cesur kanun kaçağını bu kadar iyi tanıyor olman hiç hoşuma gitmedi; ah, keşke şu Sherwood Ormanı’ndan bir çıksaydım.” dedi.
Yine de ormanın gölgeli bölgelerinin derinliklerine doğru ilerlediler. Onlar derine girdikçe, Şerif daha da sessizleşiyordu. Yolun ani bir viraj aldığı yere geldiler ve önlerine bir geyik sürüsü çıktı, patikadan geçip gitti. Robin Hood, Şerif’e yaklaştı ve parmağıyla işaret ederek: “İşte bunlar benim boynuzlu hayvanlarım, Şerif Bey. Onları nasıl buldunuz? Şişman ve güzeller değil mi?” dedi.
Bunun üzerine Şerif hızla dizginleri çekti. “Bak dostum.” dedi. “Keşke bu ormana hiç girmeseydim çünkü senin yoldaşlığından hoşlanmadım. Lütfen artık sen kendi yoluna git sevgili dostum ve bırak, ben de kendi yoluma gideyim.”
Robin yalnızca güldü ve Şerif’in dizginlerini yakaladı. “Hayır, hayır!” diye bağırdı. “Biraz daha kal lütfen. Çünkü benimle birlikte bu güzel boynuzlu hayvanların sahibi olan kardeşlerimi de görmeni isterim.”
Böyle söyleyerek borazanını ağzına götürdü ve üç kez üfledi; az sonra başlarında Küçük John olan yaklaşık yüz tane gürbüz delikanlı, ağaçların aralarından sıçrayarak patikadan yukarı çıktılar.
“Ne oldu efendimiz?” diye sordu Küçük John.
“Ne?” diye yanıtladı Robin şaşkınlıkla. “Bugün bizimle ziyafet çekmeye gelen bir dost getirdiğimi görmüyor musun? Ne utanç verici! İyi yürekli, saygıdeğer efendimiz olan Nottingham Şerifi’ni tanımadın mı yoksa? Dizginini al bakalım, Küçük John. Çünkü Şerif bugün bizim ziyafetimize gelerek bizi onurlandırdı.”
Neler döndüğünü anlayan herkes gülümsemeden ya da alay ediyor gibi görünmeden mütevazılıkla şapkalarını çıkarırken Küçük John da dizginleri eline aldı ve güçlü atı ormanın derinliklerine doğru sürdü; herkes sırayla ilerliyordu. Robin Hood da elinde tuttuğu şapkasıyla Şerif’in tam yanındaydı.
Bütün bunlar olurken Şerif tek kelime edemedi, yalnızca uykudan yeni uyanmış biri gibi şaşkınlık içinde etrafına bakınıyordu. Ama kendisini Sherwood’un derinliklerine doğru giderken bulduğunda yüreği ağzına geldi çünkü “Canımı bağışlasalar bile üç yüz paundumu elimden alacakları kesin, sonuçta birçok kez canlarına kastettim.” diye düşündü. Ancak herkes oldukça alçak gönüllü ve uysal görünüyordu; ne can ne de para tehlikesi ile ilgili bir şey söz konusu değildi.
Sonunda Sherwood Ormanı’nın, soylu bir meşenin dallarının genişçe açıldığı o kısmına vardılar. Meşenin altında da yosundan yapılmış bir koltuk bulunuyordu. Robin bu koltuğa oturdu, Şerif’i de sağ başına oturttu. “Hadi bakalım, neşeli adamlarım.” dedi. “Elimizdeki etin de şarabın da en iyisini getirin çünkü Şerif hazretleri bugün Nottingham Lonca Salonu’nda bana güzel bir ziyafet verdi, dolayısıyla ben de onu eli boş göndermek istemem.”
Bütün bu süre boyunca Şerif’in parası hiç söz konusu olmamıştı, bu yüzden Şerif cesaretini toplamaya başlamıştı. “Belki de.” dedi kendi kendine. “Robin Hood, yaşananları unutmuştur.”
Çok geçmeden ormanın derinliklerinde parlak ateşler çıtırdamaya başladı. Tatlı tatlı kızaran geyik eti ve yağlı horozların lezzetli kokuları tüm ormana yayılıp etli börekler ateşin yanında iyice ısınırken Robin Hood, Şerif’i gerçek anlamda eğlendirdi. Öncelikle birkaç çift sırıklı öne çıktı; oyunda o kadar kurnazlardı, o kadar çevik darbe ve savuşturmalar yapıyorlardı ki bu türden heyecanlı sporları izlemekten büyük keyif alan Şerif, nerede olduğunu bile unutarak alkışlamaya, yüksek sesle tezahürat yapmaya başladı. “İyi vuruş! İyi vuruştu, seni kara sakallı adam!” diye bağırdı. Alkışladığı adamın, Robin Hood’a emrini uygulatmak için bizzat gönderdiği tenekeci olduğunun farkında bile değildi.
Sonra birkaç adam geldi ve yeşil çimenlerin üzerine sofra bezleri serip âdeta bir kraliyet ziyafeti yığdılar. Diğer adamlar da kaliteli biralarla dolu bira fıçılarını getirip bezlerin üzerine, küpler içinde koydular ve küplerin üzerlerine de içki boynuzları taktılar. Herkes sofranın başına oturdu ve güneş batıncaya, yarım ay tepedeki ağaçların yaprakları arasında soluk bir ışıkla parlayıncaya kadar birlikte neşeyle yemek yiyip bira içtiler.
Vakit ilerleyince Şerif ayağa kalktı ve şöyle dedi:
“Bugün bana sunduğunuz bu neşeli ziyafet için hepinize çok teşekkür ederim yiğit delikanlılar. Beni çok nazik bir şekilde ağırladınız; şanlı Kral’ımıza ve onun Nottinghamshire’daki cesur vekiline ne kadar saygı duyduğunuzu çok iyi gösterdiniz. Ama artık gölgeler uzuyor ve karanlık çökmeden gitmeliyim yoksa ormanda kaybolurum.”
Robin Hood ve neşeli adamları da ayağa kalktılar. Robin, Şerif’e:
“Eğer gitmeniz gerekiyorsa tabii ki gitmelisiniz saygıdeğer efendim ama bir şeyi unuttunuz.” dedi.
Şerif:
“Hayır, hiçbir şey unutmadım.” dedi. Ama yine de yüreği ağzına gelmişti.
“Yok, bence bir şeyi unuttun.” dedi Robin. “Burada, yeşil orman içerisinde neşeli bir han işletiyoruz, misafirimiz olan da bunun hesabını ödemeli.”
Bunu duyan Şerif kahkaha attı ama oldukça sahteydi. “Evet tabii, neşeli çocuklar.” dedi. “Bugün birlikte hoş vakit geçirdik ve zaten benden istememiş olsaydınız bile geçirdiğim bu güzel eğlence için size birkaç paunt verirdim.”
Robin, ciddi bir tavırla: “Hayır.” dedi. “Sizin saygınlığınıza böyle kabalık etmek bize yakışmaz. Kral’ın vekilinden en az üç yüz paunt alamazsam insan içine çıkmaya utanırım. Haksız mıyım, benim neşeli dostlarım?”
Sonra herkes yüksek sesle:
“Haklısın!” diye bağırdı.
“Üç yüz paunt demek ha!” diye kükredi Şerif. “Siz dilenciler bırakın üç yüz paundu, üç paunt bile edebileceğinizi mi sanıyorsunuz?”
“Hayır.” dedi Robin ciddiyetle. “Bu kadar fevri olmayın efendim. Bugün neşeli Nottingham kasabasında bana verdiğiniz güzel ziyafet için seni severim ama burada seni o kadar sevmeyenler de var. Eğer şu kıyafetlerin altına bakarsanız, size karşı pek de sevgi beslemeyen Will Stutely’yi göreceksiniz. Üstelik burada tanıyamadığınız iki cesur adam daha var. Bir süre önce Nottingham kasabası yakınlarındaki bir kavgada yaralandılar; ne zaman olduğunu siz bilirsiniz. Bir tanesi bir kolundan ağır yaralandı ancak onu yeniden gayet iyi kullanabiliyor. Sevgili Şerif, benden sana tavsiye; daha fazla uzatmadan borcunu öde yoksa senin için gerçekten kötü olabilir.”
O konuştukça Şerif’in beti benzi attı, hiçbir şey söylemeden yere baktı ve alt dudağını kemirdi. Sonra yavaşça dolu kesesini çıkardı ve önündeki bezin üzerine attı.
“Keseyi al bakalım, Küçük John.” dedi Robin Hood. “Bak bakalım, hesap doğru mu değil mi? Şerif’imizden kuşku duymayız tabii ama paranın tamamını ödemediğini görürse bu hoşuna gitmeyebilir.”
Sonra Küçük John parayı saydı, kesede gümüş ve altın olarak üç yüz paunt olduğunu gördü. Şerif için ise parlak paranın her şıngırtısı sanki damarlarından akan bir damla kanmış gibi geldi. Tüm paranın bir yığın gümüş ve altın hâlinde sayıldığına emin olduktan sonra hemen arkasını döndü ve sessizce atına bindi.
Robin:
“Daha