Yerlerini aldılar ve oyunu yöneten kişi “Başlayın!” diye bağırana kadar rakiplerini bakışlarıyla ölçtüler. Talimat üzerine her biri, sırığını sıkıca kavrayarak ileri atıldı. Etraftaki seyirciler, Nottingham kasabasının gördüğü en sağlam sırık dövüşünü izliyorlardı. İlk başta Lincolnlü Eric kolay bir avantaj elde edeceğini düşündü ve “İyi izleyin güzel yürekli insanlar, bu işe yaramaz horozu nasıl hızlı bir şekilde alt ettiğimi görün.” der gibi öne çıktı. Ama kısa süre sonra bunun o kadar da hızlı olmayacağını gördü. Büyük bir ustalıkla vurdu ama Küçük John’dan karşı hamleler geliyordu. Bir, iki, üç kez vurdu ve Küçük John üçünde de darbeleri sol veya sağ eline çevirdi. Sonra çevik bir ters vuruşla Eric’in gardının altına öyle kurnazca vurdu ki Eric neye uğradığını şaşırdı. Eric, aklını başına toplamak için geri çekilirken kalabalığın içinden coşkulu bir çığlık sesi yükseldi ve herkes, Nottinghamlının Lincolnlü Eric’in kafasını kırmasına sevindi; böylece oyunun ilk karşılaşması sona erdi.
Kısa süreli bir moladan sonra oyunun hakemi tekrar “Başlayın!” diye bağırdı ve tekrar bir araya geldiler. Ama Eric bu sefer temkinli oynuyordu çünkü rakibinin kuvvetli olduğunu görmüş ve ayrıca aldığı tatlı darbeyi de unutmamıştı. Bu yüzden bu dövüşte ne Küçük John ne de Lincolnlü adam, rakibinin savunması karşısında bir vuruş yakalayabildi. Bir süre sonra tekrar ayrıldılar, bu da böylece ikinci karşılaşmanın sonu oldu.
Sonra üçüncü kez bir araya geldiler ve Eric, ilk başta, daha önce olduğu gibi dikkatli olmaya çalıştı. Ama darbeleri bu kadar engellendiği için çılgına döndü ve birdenbire o kadar şiddetli, seri darbeler yağdırmaya başladı ki etraftan çatı katındaki dolu sesi gibi takırtı sesleri yükseldi. Ama her şeye rağmen, Küçük John’un savunmasını geçemedi. Sonunda Küçük John bir fırsatını buldu ve bunu akıllıca değerlendirdi. Bir kez daha, hızlı bir darbeyle Eric’in başının yanına vurdu ve Eric daha kendini toparlayamadan, Küçük John sağ elini sol elinin üzerine kaydırarak savurduğu bir darbeyle rakibinin başına öyle bir vurdu ki Eric bir daha asla hareket edemeyecekmiş gibi yere serildi.
O an halk öyle bir bağırmaya başladı ki civardaki insanlar neler olduğunu görmek için koşarak geldiler. Küçük John, stanttan aşağı atladı ve sırığı, kendisine ödünç veren kişiye geri verdi. Böylece Küçük John ile Lincolnlü Eric arasındaki meşhur dövüş de sona ermiş oldu.
Ama artık ok atışı yapacak olanların yerlerini alma zamanı gelmişti; insanlar atış yapılacak yerlere doğru akın etmeye başladılar. Hedeflere yakın bir noktada, iyi bir konumda, Şerif yüksek bir kürsünün üzerinde oturuyordu. Etrafında da üst tabakadan pek çok insan vardı. Okçular yerlerini aldıktan sonra görevli öne çıktı ve oyunun kurallarını, herkesin üç atış yapması gerektiğini, en iyi atışı yapana iki gürbüz sığır ödülü verileceğini ilan etti. Alanda pek çok cesur atıcı toplanmıştı. Aralarında Lincoln ve Nottinghamshire’da okçuluğuyla meşhur kişilerden bazıları da bulunuyordu. Küçük John, uzun boyuyla diğerleri arasından sıyrılıyordu. Bazıları “Kim bu kırmızılar içindeki yabancı?” diye sorarken diğerleri de “Lincolnlü Eric’in kafasını kıran adam bu.” diye cevap verdiler. Halk kendi arasında böyle konuşuyordu, ta ki sonunda dedikodular Şerif’in bile kulağına gidene kadar.
Kurallar ilan edildikten sonra her okçu tek tek öne çıkıp sırayla atış yaptı; her biri iyi atış yapmasına rağmen Küçük John hepsinden daha iyiydi. Çünkü tam üç kez çemberin içinden vurdu ve bir kez de tam merkez noktadan sadece bir arpa boyu uzaklıkta atış yaptı. Halk “Hey, uzun okçu!” diye tezahürat yapmaya başladı. Hatta aralarından bazıları “Hey Reynold Greenleaf!” diye bağırdı çünkü Küçük John o gün kendisini herkese böyle tanıtmıştı.
Şerif, oturduğu yerden inip okçuların durduğu yere geldi; onun geldiğini gören herkes saygıyla şapkasını çıkardı. Küçük John’a dikkatle baktı ama onu tanımıyordu, yine de bir süre sonra; “Nasılsın sevgili dostum, sanki seni bir yerlerden tanıyor gibiyim.” dedi.
“Belki bir yerlerde görüşmüşüzdür.” dedi Küçük John. “Çünkü ben sizi sık sık görüyorum, efendimiz.” Konuşurken Şerif’in gözlerinin içine öyle dikkatli baktı ki Şerif onun kim olduğundan hiç şüphelenmedi.
“Sen oldukça cesur bir delikanlısın dostum.” dedi Şerif. “Bugün Lincoln’e karşı Nottinghamshire’ın namını çok iyi koruduğunu duydum. Adın nedir bakalım sevgili dostum?”
“İnsanlar bana Reynold Greenleaf derler, efendim.” dedi Küçük John ve adının geçtiği eski bir türkü sözü ekledi:
Gerçekten de yeşil bir yapraktı,
Ama Şerif ne tür bir ağaçtan geldiğini bilmiyordu.
“Şimdi, Reynold Greenleaf.” dedi Şerif. “Sen gözlerimin şimdiye kadar gördüğü en iyi okçusun, tabii o düzenbaz Robin Hood’u saymazsak! Hizmetime katılmak ister misin dostum? Yılda üç takım elbise, iyi yemekler ve içebildiğin kadar birayla iyi bir maaş alacaksın. Ayrıca her Aziz Michael Yortusu’nda sana kırk mark ödeyeceğim.”
Küçük John, Şerif’in hizmetine girerse neşeli şaka malzemeleri bulabileceğini düşündüğü için:
“Burada özgür bir adam olarak durduğuma göre hizmetinizde seve seve bulunmak isterim.” dedi.
Şerif:
“Semiz sığırları gerçekten de bileğinin hakkıyla kazandın.” dedi. “Böyle bir çalışan kazanmış olmanın şerefine, ödülüne kaliteli bir mart birası da ekleyeceğim. Çünkü en az Robin Hood’un kendisi kadar iyi ok attığını düşünüyorum.”
“Öyleyse.” dedi Küçük John. “Kendimi sizin hizmetinize sokmuş olmanın sevinciyle, yağlı sığırlar ve kahverengi birayı bütün bu iyi insanlara vereceğim.” Bunun üzerine büyük bir çığlık koptu, hatta pek çok kişi bu ödülün sevinciyle şapkalarını havaya fırlattı.
Sonra herkes el ele verdi; bazıları büyük ateşler yakıp sığır etlerini kızarttı, bazıları da bira doldurdu ve herkes bu şekilde eğlendi. Yiyebildikleri kadar yiyip içtikten, gün batıp da Nottingham kasabasının çatıları üzerinde kızıl ve yuvarlak bir ay doğduktan sonra, el ele verip gaydalarla arpların tınısı eşliğinde, ateşlerin etrafında dans ettiler. Ancak bu eğlence başlamadan çok önce Şerif ve yeni hizmetkârı Reynold Greenleaf, Nottingham Kalesi’ne çoktan gelmişlerdi.
Küçük John, Şerif’in Hizmetinde Ne Yaşadı?
Böylece Küçük John, Şerif’in hizmetine girmiş oldu; Şerif onu sağkolu yaptığı ve ona büyük misafirperverlikte bulunduğu için orada sürdürdüğü yaşamı çok rahat buldu. En iyi ziyafet sofralarında Şerif’in yanında oturuyor, ava çıktığında atının yanı başında at biniyordu; böylece biraz avlanmak, biraz şahincilik, iyi yemekler yemek, kaliteli fıçılardan biralar içmek ve sabahın geç saatlerine kadar uyumak derken, ahırda durmadan beslenen bir öküz kadar şişmanladı. Her şey bu şekilde ilerlerken Şerif’in ava çıktığı bir gün, o kusursuz rahatlığını bozan bir şey yaşandı.
O sabah Şerif ve diğer birçok adamı, ava çıkmak üzere, bazı soylularla buluşmak için yola çıkmışlardı. Şerif her yerde iyi okçusu Reynold Greenleaf’i aradı, bulamayınca da canı sıkıldı çünkü Küçük John’un becerilerini soylu dostlarına göstermek istiyordu. Küçük John ise o sırada yatağında uzanmış, güneş gökyüzünün tepesine yükselene kadar hararetle horlamıştı.