Kelile sordu:
“Peki… Öküz senden daha kuvvetli; aslan yanında senden daha çok saygılı, senden daha çok arkadaşlığı olduğu hâlde onun hakkından nasıl geleceksin?”
Dimne cevap verdi:
“Sen benim küçüklüğüme ve zayıflığıma bakma! Çünkü işler zayıf ve kuvvetli yahut büyüklük veya küçüklük ile yürümez. Nice küçük ve zayıf kimse vardır ki zekâ, deha ve düşüncesiyle nice nice kuvvetlilerin başarmaktan âciz kaldıkları işi başarmıştır. Zayıf bir karganın müthiş bir yılana karşı zekâsıyla başarı kazanarak onu öldürdüğünü işitmedin mi?”
Kelile:
“Hayır.” dedi ve sordu: “Bu nasıl oldu?”
Dimne de anlattı:
Derler ki bir karganın bir dağ tepesindeki ağaç üzerinde bir yuvası varmış. Ona yakın bir yerde de büyük bir yılanın yuvası bulunuyormuş. Karga yumurtladıkça yılan onun yumurtalarını yutarmış. Karga bu yüzden sıkılıyor ve üzülüyormuş. Günün birinde bu hâli bir çakala anlatır ve ona:
“Seninle, yapmak istediğim bir iş üzerinde danışmak istiyorum.” der.
Çakal sorar:
“Bu iş nedir?”
Karga der ki:
“Yılanın uyumasını bekleyip gözlerini gagalamak ve onu kör ederek kurtulmak istiyorum!”
Çakal şu cevabı verir:
“Bu senin bulduğun çare, çarelerin en kötüsüdür. Öyle bir çare bulmalı ki canını tehlikeye koymadan yılanın hakkından gelsin. Yoksa ıstakozu öldüreyim derken kendini öldüren balıkçına benzersin.”
Karga çakala sorar:
“Bu nasıl oldu?”
Çakal da anlatır:
Derler ki bir balıkçın, balığı bol bir yerde yuva kurmuş, burada yaşayacağı kadar yaşamış, sonra ihtiyarlamıştı. Artık av tutamadığı için açlıktan bitkin bir hâlde idi. Bir gün, kederli kederli oturup düşünürken yanından geçen bir yengeç, somurtkanlığına ve küskünlüğüne bakarak:
“Ey balıkçın, neden bu derece üzgün ve tasalısın?” dedi.
O da şu cevabı verdi:
“Nasıl tasalanmayayım ve kederlenmeyeyim ki! Şuracıkta balık avlayarak geçiniyordum. Bugün ise buradan iki balıkçı geçti. Biri diğerine dedi ki:
‘Burada bol balık var. Önce bunları avlayalım.’
Öteki de:
‘Ben daha başka bir yerde, daha bol balık gördüm. Oradan başlayarak buraya gelelim. Ve ne kadar balık varsa bitirelim.’
İşte, bu balıkçıların bu işi bitirmeleriyle buraya da geleceklerini ve ne kadar balık varsa avlayıp gideceklerini anladım. Bunu yaparlarsa ben de açlıktan geberirim.”
Yengeç, bu sözleri dinledikten sonra hemen giderek işi balıklara bildirir, onlar da balıkçına gelerek akıl danışmak isterler ve derler ki:
“Biz, sana akıl danışmak için geldik. Çünkü akıllı bir kimse, düşmanından da akıl öğrenmeyi ihmal etmez.”
O da der ki:
“Avcıların gücüne karşı gelemem. Bulduğum çare, şuracıkta bulunan suyu bol, sazları çok ve balıkları bereketli olan bir ırmağa gitmektir. Siz de oraya geçmeyi başarırsanız kurtulur ve çoğalırsınız.”
Balıklar:
“Bu iyiliği olsa olsa senden bekleriz!” dediler.
O da kabul etti. Ve her gün iki balık taşıyarak götürmeye başladı. Fakat bunları bir tepeye götürüyor ve orada yiyordu. Vaziyet bir müddet için böyle devam ettikten sonra, yengeç dedi ki:
“Ben de buradan sıkıldım ve korkmaya başladım. Beni de o ırmağa götürüver.”
Balıkçın razı oldu. Onu da taşıyarak uçtu ve balıkları yediği tepeye götürürken yengeç, balık kılçıklarının toplu olarak durduğunu görünce, giden balıkların nereye gittiğini ve kendisinin de aynı sona uğrayacağını anlayarak kendi kendine:
“Bir kimse dövüşse de dövüşmese de öleceğini bildiği bir yerde düşmanıyla karşılaştı mı, canını korumak ve şerefini kurtarmak için dövüşmelidir.” dedi ve çengelleriyle balıkçının boynunu sıkarak onu öldürdükten sonra, kendi canını kurtararak balıklara döndü ve işi anlattı.
“Ben sana bu örneği, birtakım hilelerin, hile sahibini mahvettiğini anlatmak için söyledim. Fakat ben sana öyle bir şey öğreteyim ki yapabildiğin takdirde kendini tehlikeye atmadan yılanı öldürür ve kendini kurtarırsın.”
Karga sordu:
“Bu nedir?”
Çakal da anlattı.
“Şöyle bir uçar ve dikkat edersin. Kadınların süslendikleri mücevherlerden birini kapar gelir, bu mücevherleri onun yuvasına atarsın. İnsanlar bunu görürlerse mücevherleri kurtarmak için yılanı öldürürler. Sen de rahat edersin.”
Karga bu aklı öğrendikten sonra uçtu ve büyüklerden bir adamın kızının damda yıkandığını, elbiselerini ve mücevherlerini bir kenara koyduğunu gördü. Hemen alçalarak kızın mücevherlerinden bir gerdanlık kaparak uçtu. Onun bir gerdanlık kaptığını görenler peşine düştüler, o da gözlerden kaybolmayarak uça uça yılanın yuvasına vardı ve gerdanlığı oraya attı. Bunu görenler derhâl koştular, yılanı öldürdüler ve gerdanlığı alıp gittiler.
“Sana bu olayı anlatışımın sebebi, hilenin kuvvetle yapılmayacak işi yaptığını göstermek içindir.”
Kelile yine itiraz etti:
“Öküz, kuvvetiyle beraber düşünceli bir kimse olmasaydı iş dediğin gibi olurdu. Fakat öküz, kuvvetiyle beraber akıl ve dirayet sahibidir. Buna karşı ne yapabilirsin?”
Dimne şu cevabı verdi:
“Öküz, kuvvetçe ve dirayetçe dediğin gibidir. Fakat benim kendisine üstün olduğumu inkâr edemez. Ve ben onu tavşan aslanı nasıl mahvettiyse öyle mahvedeceğim.”
Kelile sordu:
“Bu nasıl oldu?”
Dimne cevap verdi:
Derler ki: Aslanın biri suyu, sazı bol bir yurt içinde idi. Bütün bu taraflarda yaşayan hayvanlar suyun ve otların bolluğuna rağmen aslandan korktukları için bunlardan faydalanamıyorlardı. Günün birinde hayvanlar toplanarak aslanın yanına gelmiş, şunları söylemişlerdi:
“Sen bizim içimizden bir hayvanı yakalamak için bir hayli yoruluyorsun. Biz buna karşı senin işine de bizim işimize de yarayacak bir çare bulduk. Sen bizim emniyet içinde yaşamamıza razı olur ve bizi korkutmazsan biz de sana her gün yemek vaktinde bir hayvan göndermeyi kabul ederiz.”
Aslan bu teklife razı oldu ve bu esas üzere hayvanlarla barıştı. Onlar da sözlerini yerine getirdiler.
Günün birinde kura bir tavşana isabet etti ve o gün aslan bu tavşanı yiyecekti. Tavşan hayvanlara dedi ki:
“Size hiçbir zarar getirmeyecek tarzda bana biraz kolaylık gösterirseniz, ben de sizi bu aslandan kurtarmayı umarım!”
Hayvanlar