“Hükümdara gereken, hak sahibi olanların hakkını tanımazlık etmemektir. İnsanlarsa bu bakımdan iki çeşittir: Biri huysuzdur. Ve öyle bir yılan gibidir ki üzerine bir kere basılır da adamı sokmazsa adamın buna kanarak yılana bir kere daha basmaması gerçekleşir. Çünkü bir kere daha basarsa yılan da onu sokar. Biri de yumuşaktır ve soğuk sandal ağacı gibidir. Fakat bu ağacı da fazla ovarsanız zarar verici bir sıcaklık verir.”
Daha sonra Dimne, aslanla dost oldu. Onunla baş başa vererek görüşmeye başladı. Dimne bu fırsatların birinden faydalanarak aslana dedi ki:
“Hükümdarın bir yerde oturup dışarı çıkmadığını görüyorum. Bunun sebebi ne olabilir?”
İkisi bu yolda konuşuyorlar iken Şetrebe, şiddetle böğürmeye başladı. Bu böğürme aslanın üzerinde tesir etmekle beraber, aslan hâlini açığa vurmak ve Dimne’ye göstermek istemedi. Fakat Dimne bu sesin aslanı korkuttuğunu ve içine tesir ettiğini anlayarak sordu:
“Bu sesi işitmek hükümdarı rahatsız etti mi?”
Aslan da:
“Bundan başka bir şeyden rahatsız olmuyorum!” dedi.
Dimne:
“Fakat hükümdarın bir tek ses yüzünden yerini bırakması gerekmez. Çünkü bilginler: ‘Her sesten korkmak doğru değil.’ demişlerdir.” dedi.
Aslan sordu:
“Bunun temsili nedir?”
Dimne de anlattı:
“Tilkinin biri, bir ormana dalar. Meğer bu ormanın içinde bir ağacın üzerinde asılı duran bir davul varmış. Rüzgâr estikçe ağacın dalları davula çarpıyor, ortalığı müthiş bir ses kaplıyordu. Tilki sese bakarak bu tarafa doğru gider ve karşısında iri yarı bir şey görür. Bunun, mutlaka et ve yağ ile dolu olduğuna hükmederek davulu ele alır ve onu yarıncaya kadar uğraşır. Yardıktan sonra içinin bomboş olduğunu görünce: ‘Anlaşılan en yüksek sesli ve en iri gövdeli olanlar, içi kof olan şeylerdir!’ der.
Bu temsilden maksadım, sizi korkutan bu sesin sahibi ile karşılaştığımız takdirde, kendisinin sesinden daha çok ehemmiyetsiz olduğunu göreceğinizi söylemektir. Aslan arzu ederse kendisi beni bekler, ben de kalkar giderim ve ona bu sesin sahibi hakkında haber getiririm.”
Aslan razı oldu; Dimne de kalkıp o sesin geldiği tarafa gitti.
Dimne, gide gide Şetrebe’nin bulunduğu yere vardı. Fakat aslan, Dimne’nin gitmesi üzerine biraz düşünerek onu gönderdiğine pişman oldu ve kendi kendine şöyle dedi:
“Dimne’ye emniyet etmek ve sırrımı ona açmakla isabet etmedim. Çünkü Dimne, benim kapımda iltifat görmeyen kimseler arasında idi. Bir kimse, kabahat işlemediği, devlet nezdinde kendisini düşürecek bir vaziyet almadığı, ihtiras ve açgözlülük ile tanınmadığı yahut bir zarar ve sıkıntıya uğrayıp yardım görmediği, cezasından korktuğu bir suç işlemediği yahut kendisine faydası ve devlete zararı dokunacak bir şey peşinde koşmadığı, kendine faydalı olmasını umduğu bir şeyin zarar getirmesinden korkmadığı yahut devletin dostuna düşman ve düşmanına dost olmadığı hâlde uzun uzadıya iltifattan yoksun kalan bir adama birdenbire inanmamak ve güvenmemek gerektir. Dimne ise bir dâhi ve edip olduğu hâlde devlet kapısında iltifat görmeyen hatta hor görülen bir kimse idi. Belki de bu yüzden bana karşı kin gütmektedir. Bu yüzden belki bana ihanet eder, düşmanıma yardımda bulunur ve ona benim kusurlarımı anlatır. Belki de bu düşmanı benden kuvvetli bularak onunla birleşmeye özenir ve benden ayrılır.”
Aslan böyle düşündükten sonra yerinden kalkıp dolaştı ve Dimne’nin, geri dönmekte olduğunu görerek hoşnut bir gönül ile yerine döndü.
Dimne, aslanın yanına girince aslan dedi ki:
“Ne yaptın, ne gördün?”
Dimne de anlattı:
“Bir öküz gördüm. Böğüren o imiş. İşittiğimiz ses onun sesi imiş.”
Aslan sordu:
“Kuvveti nasıl?”
Dimne cevap verdi:
“Kuvveti yok. Yanına yaklaştım ve kendi dengimle konuşur gibi konuştum, muhavereler yaptım. Bana hiçbir şey yapamadı.”
Aslan anlattı:
“Onun bu hâline aldanma ve onu küçümseme! Çünkü en kuvvetli rüzgâr, otlara kıymet vermez. Fakat hurmaların en uzununu ve ağaçların en kuvvetlisini devirir.”
Dimne anlattı:
“Ondan yana asla endişe etmeyin ve onu büyük bir şey sanmayın. Ben, onu size getirir, sizi dinleyen ve emrinize boyun eğen kullarınız arasına katarım.”
Aslan:
“Pekâlâ, dilediğini yap bakalım!” dedi.
Dimne, hemen öküzün yanına gitti, zerre kadar korkmadan ve aldırmadan dedi ki:
“Aslan beni, sizi yanına götürmek üzere gönderdi. Bana şu emri verdi: Hemen itaat eder ve yanına gidersen şimdiye kadar huzuruna gitmek hususunda gösterdiğin kusuru affedecek. Şayet gecikir ve karar vermezsen hemen geri dönüp vaziyeti kendisine bildireceğim.”
Şetrebe sordu:
“Seni bana gönderen bu aslan kim? Nerededir ve ne hâldedir?”
Dimne anlattı:
“Bu aslan buradaki yırtıcı hayvanların kralıdır ve şurada oturur. Emrinde şu kadar asker vardır.”
Şetrebe, aslan ile yırtıcı hayvanlardan bahsolunması üzerine korktu ve dedi ki:
“Sen bana dokunulmayacağına dair ant verirsen seninle beraber hemen giderim!”
Dimne, öküzün kabul edeceği andı hemen verdi. Öküzü yanına alarak aslanın huzuruna götürdü. Aslan, öküze çok iyi davrandı. Yanına yaklaştırdı ve ona buralara ne zaman, nasıl ve niçin geldiğini sordu. Şetrebe de başından geçenleri anlattı. Aslan ona:
“Burada benimle kal. Bana arkadaş ol. Ben seni ağırlarım!” dedi.
Öküz aslana dua etti ve onu övdü.
Sonra aslan gittikçe öküzü daha çok ağırladı, kendine yaklaştırdı, sırlarını ona emanet ederek her işi ona danışmaya başladı. Gün geçtikçe öküze karşı hayranlığı artıyor, iltifatı çoğalıyor, onu kendisine yaklaştırdıkça yaklaştırıyor; bu sayede öküz, onun en yakın dostu oluyordu.
Dimne, öküzün herkes içinde aslanın en yakın dostu olduğunu, aslanın her şeyi ona danıştığını, onunla baş başa verip konuştuğunu, eğlencelerinde onunla düşüp kalktığını görünce öküzü fena hâlde kıskandı. Ona karşı derinden kin bağlayarak kardeşi Kelile’ye şikâyette bulundu ve dedi ki:
“Görüyor musun kardeşciğim? Ne kadar budalaca hareket ederek kendime neler ettiğimi!.. Aslana yaranayım derken kendimi ihmal ettiğimi ve aslanın yanına bir öküz getirerek kendi mevkimi kaybettiğimi gördün mü?”
Kelile de şu cevabı verdi:
“Zahidin başına gelen senin başına gelmiş!”
Dimne sordu:
“Zahidin başına ne gelmişti?”
Kelile anlattı:
Derler ki zahidin birine padişahlardan biri muhteşem bir elbise vermiş. Hırsızın biri bunu görmüş, “Şunu zahidin