Aslana da benim hakkımda birtakım yalanlar söylenmiş, o da bunları dinlemiş ve inanmış ise başkasının başına gelenler benim başıma da gelir. Şayet aslana benim aleyhimde bir şey söylenmediği hâlde, hiçbir sebebe dayanmadan bana kötülük etmek istiyorsa buna hayret etmemek mümkün değildir. Bir kimsenin başkasını hoşnut etmeye uğraşmasına karşılık, onu hoşnut etmeye muvaffak olamaması, hakikaten hayrete değer bir hâldir. Fakat insanı daha fazla hayrete düşürecek bir şey, memnun etmeye uğraştığı bir kimsenin öfkesine uğramasıdır. Şayet bu gazabı gerektiren bir sebep varsa, bu sebebin ortadan kalkmasıyla vaziyetin değişmesi ve rızanın kazanılması mümkündür. Fakat bu gazap sebepsiz ise her ümidi kesmek lazımdır. Çünkü ancak bir sebebe dayanan hiddet yatıştırılabilinir ve bu gazap rızaya çevrilir. Ben de vaziyetime baktım ve aslana karşı büyük küçük hiçbir kabahat işlediğimi görmedim. Fakat bir dost ile uzun bir arkadaşlık yapan kimsenin her hususta dikkatli davranmasına ve her hususa da aynı uyanıklığı göstermesine imkân yoktur. Bu yüzden belki de dostu üzecek büyük küçük birtakım yanlışlar yapılması olağandır. Ancak akıllı ve vefalı olan kimse, bu çeşit kusurların bir kasta bağlı olup olmadığına bakar, bu kusurun af ile karşılanması için bir engel bulunup bulunmadığına yahut bu kusura göz yummanın kendisini düşürüp düşürmeyeceğine dikkat eder ve göz yummaya yardım eden bir kusur yüzünden dostunu tenkitten çekinir. Aslan da benim bir kusurumu görmüş olabilir. Fakat ben farkında değilim. Bununla beraber benim mevkim itibarıyla nankörlük fakat aslana karşı dostluğum bakımından hayırseverlik sayılacak birtakım fikir ayrılıkları bulunabilir. O da bu ayrılığı, belki küstahlık saymıştır. Fakat ben bu yolda da son derece ihtiyatlı davrandım. Ancak sağduyu ve ahlak icaplarından ayrıldığını gördüğüm zaman ona karşı geldim. Bunu da kumandanlarının ve dostlarının yanında değil fakat baş başa kaldığımız zaman kendisine anlattım. Sözlerimi bir sır emniyet eder gibi söylemiş ve hürmet vazifesinde kusur etmemeye en büyük önemi vermiştim. Çünkü biliyorum ki danıştığı zaman dostlardan, hastalandığı zaman hekimlerden, şüpheye düştüğü zaman ilim adamlarından, gevşek davranarak gelişigüzel öğüt almayı bekleyen kimse, yanlışın en büyüğüne düşmüş, başından geçen dertleri çoğaltmış ve büyük vebal yüklenmiş olur.
Vaziyet böyle değil de aslanın hâli, hükümdarların uğradıkları sarhoşluk buhranlarından biri ise diyecek yok. Hükümdara; inanç, güven, sevgi ve saygı dairesinde dost olmanın dahi tehlikeli olduğunu bilirim. Şayet bu değil de benim bir parça bilgili olmam dolayısıyla bu hâl başıma geliyorsa buna karşı gelmeye de imkân yoktur. Fakat beni bu hâle uğratan sebep, bütün bunların hiçbiri değilse o hâlde kaza ve kaderin bir cilvesidir. Kaza ve kadere karşı gelmek ise kimsenin elinde değildir. Aslanın kuvvet ve satvetini mahveden ve onu mezara sürükleyen, zayi bir adamı kudurmuş bir filin sırtında taşıyan, zehirli yılanın üzerine zehirli dişlerini sökecek ve onu oynatacak kimseleri üşüştüren, âcize akıl veren, kuvvetli ve cesur kimseyi acze düşüren, eli dar olanın elini genişleten, korkağa cesaret veren ve cesurun içine korku salan kaza ve kaderdir.”
Dimne dedi ki:
“Aslanın sana karşı kastı, fena kimselerin kendisini kışkırtmalarından yahut hükümdarlık sarhoşluğunun nöbetlerine tutulmasından dolayı değildir, doğrudan doğruya gaddar ve hain olmasındandır. Çünkü aslan, içi kötü, hain ve namerttir. Onun insana verdiği yem, başı tatlı ve sonu öldürücü zehirle dolu bir şeydir.”
Şetrebe cevap verdi:
“Demek ben o tadı tadarak hoşlandım. Şimdi de sonu olan zehre vardım. Zaten ecelim gelmemiş olsaydı, ben bu aslanın yanına düşmezdim. Çünkü o et yiyen, ben ise ot yiyen bir hayvanım. Ben bu işte kokusunu ve tadını beğendiği nilüfer üzerine konan ve bu yüzden onun üzerinden ayrılmayan fakat ortalık kararır kararmaz yaprakları üzerine kapanan, böylece yapraklar içinde uğraşıp didişen ve nihayet ölen bir arı gibiyim. Zaten dünyada kısmeti ile kanmayan ve daha fazlasına göz diken kimse, ağaçlar ve çiçeklerle hoşnut olmayarak filin kulağından akan suya göz diken ve filin kulaklarından yediği darbelerle yok olan sinek gibidir. İyiliği ve sevgiyi şükretmeyen kimselere gösterenler, tuzlu toprağa ekin ekenler gibidirler. Kendisini beğenen kimseye söz söyleyenler, ölüden akıl danışan yahut sağıra sır emanet eden kimselere benzerler.”
Buna karşı Dimne şunları söyledi:
“Sen bu sözleri bırak da başının çaresini ara!”
Şetrebe cevap verdi:
“Kendime nasıl çare bulayım? Mademki aslan benim etimi yemeyi kurmuştur ve kendisi anlattığın gibi fena düşünceli ve fena huyludur, artık benim için yapılacak bir şey kalmamıştır. Hâlbuki ben, onun bana karşı iyilikten başka bir şey düşünmediğini sanıyordum. Fakat kendisi böyle düşünmüş ve dostları benim öldürülmemi istemiş olsalar da yine kurtuluş imkânı kalmazdı. Çünkü iyi ve suçsuz bir kimse etrafında düzenbaz ve zalim kimseler toplanacak olurlarsa onu muhakkak ki ölüme uğratırlar. Onların zayıf olmaları ve zulme uğrayan kimsenin kuvvetli olması da buna karşı fayda etmez. Nasıl ki kurt, karga ve çakal bir olarak devenin öldürülmesine sebep olmuşlar ve bunu yapmaları için ona hıyanet etmeleri ve onu aldatmaları kâfi gelmişti.”
Dimne sordu:
“Bu nasıl oldu?”
Şetrebe anlattı:
Bir aslan, insanların geçtikleri bir yola yakın bir ağaçlıkta barınıyormuş; bir kurt, bir karga ve bir çakaldan ibaret üç arkadaşı varmış. Günün birinde birtakım çobanlar buradan geçmişler. Yanlarında birtakım develer de bulunuyormuş. Develerden biri geride kalarak ağaçlığa girmiş ve aslanın yanına varmış. Aslan deveyi görerek sormuş:
“Nereden geldin?”
“Şuradan geldim!”
Aslan tekrar sormuş:
“Ne diliyorsun?’’
Deve cevap vermiş:
“Efendimiz ne emrederse onu yapmak!”
Aslan şu sözleri söylemiş:
“Öyle ise yanımızda kal. Burada bolluk, genişlik ve emniyet var!”
Deve de burada kalmış, aslan ve arkadaşlarıyla birlikte uzun bir zaman yaşamış. Derken günün birinde aslan ava çıkmış büyük bir fil ile karşılaşarak şiddetli bir savaşa tutuşmuş, sonunda yaralı bereli bir hâlde filin elinden kurtulmuş ve yaralarından kan aka aka geri dönmüş. Dönmüş ama döner dönmez kımıldayamayacak, avlanamayacak bir hâlde yere serilmiş. Kurt, karga ve çakal, aslanın artıklarıyla geçindikleri için günlerce yiyecek bulamamak yüzünden zayıfladıkça zayıflamışlar, aslan da onların bu hâline bakarak:
“Yahu, çok bozuldunuz ve beslenmeye muhtaç bir hâle geldiniz.” demiş.
Üçü de birden:
“Biz kendimizi asla düşünmüyoruz. Fakat efendimizi bu hâlde gördükçe ne yapacağımızı şaşırıyoruz. Elimizden gelse de size yiyecek bulsak…” demişler. Aslan da:
“Sizin, iyilikseverliğinize