Barış tanrıçası olarak Athena lütuf konusunda da eşit derecede eli açıktır. İnsanlık adına ister fiziksel ister düşünsel, gereken her şeyin ondan çıktığına ve onun hükmüne bağlı olduğuna inanılıyordu. Dolayısıyla her türden yararlı icadın varlığı ona atfedilirdi. İnsanlara tırmık ve sabanı ilk veren oydu. Dokuma kumaşları boyama sanatını, öreke ve dokuma tezgâhını ve kadınlara özgü diğer birçok marifeti icat eden oydu.
Sanattaki bu beceri daha sonraki yazarlar tarafından diğer şeylere de yayılmıştır. Her bilim, sanat ve üretim dalının kadın destekleyicisi olarak temsil edilir.
Kendisi ayrıca Athena Hygiea (Sağlık Tanrıçası Athena) olarak da isimlendirilir çünkü salgınları engellemek, ülkenin gençlerinin sağlığını ve gelişimini desteklemek için saf ve temiz atmosferi yaydığına inanılıyordu.
Bu sebeple, böylesi iyiliksever ve insan yaşamı üzerinde önemli etkiye sahip bir tanrıçaya ibadet etmenin Yunanistan’da çok yaygın olmasına şaşırmamamız gerekir. Gerçekten koruyucu ilahı olduğu Atina şehrinin dışında başka hiçbir yerde bu denli yüksek bir saygı görmemiştir. En önemli mabedi Perikles tarafından Akropolis’te dikilen Partenon’du (bakire tanrıça tapınağı). Mabedin kalıntıları günümüzde bile dünya çapında ilgi ve merak uyandırmaktadır. Attika topraklarının tümü, aslında belirli bir ölçüde, tanrıçanın Poseidon ile yaptığı meşhur mücadelenin ardından kazandığı şahsi mülküydü. Zeus, Attika11 üzerindeki hâkimiyetini ülkeye en yararlı hediyeyi ihsan edecek olan ilaha devredeceğini buyurdu. Bunun üzerine Poseidon atı yarattı. Ancak Athena zeytin ağacının yetişmesini sağladı ve böylece zaferi kazanmış kabul edildi. Bu şekilde yaratılan kutsal zeytin ağacı, Akropolis’teki Erechtheus Tapınağı’nda gösteriliyordu. Öyle müthiş bir yaşam gücüne sahipti ki Persliler şehri ele geçirdikten sonra ağacı yaktıkları anda taze bir filiz vermişti. Argos ile Corinth de, Pallas Athena’nın bilindik ibadet yerleri arasındaydı. Ayrıca Sparta, Boeotia, Tesalya, Arkadya ve Rodos da tanrıçanın en çok saygı gördüğü yerler arasındaydı.
Romalı Minerva çok erken bir dönemde Helenleştirilmiş ve Yunan Pallas olarak tanımlanmıştır. Ancak Roma’da tanrıçanın savaşçı karakteri, bilim ve sanatın yanı sıra kadınların tüm el işi eserlerinin barışçıl mucidi ve destekleyicisi kimliğine eklenmiştir. Burada kendisine, Jüpiter ve Juno’yla birlikte şehrin ve imparatorluğun koruyucu ilahı olarak ibadet edilmiştir. Bunun sonucu olarak Capitol Tepesi’nde kendi Jüpiter Tapınağı’na sahip olmuştur. Ayrıca Aventine ve Caelian tepelerinde de tapınakları bulunur, bunlara Pompei tarafından MÖ 61 yılında Campus Martius’ya bir üçüncüsü eklenmiştir.
Tanrıçanın festivalleri, Yunan Pallas’ın en önemli festivali olan Panathenaia şenlikleri, her dört yılda bir büyük gösterişle kutlanırdı. Heybetli bir geçit alayı Atina’nın sokaklarından geçip Akropolis’e doğru ilerler ve orada Atinalı bakirelerin özenle süslediği oldukça değerli bir giysi (peplos) suretinde tanrıçaya adak adanırdı. Aynı zamanda at yarışları, atletizm ve müzik yarışmaları yapılırdı. Küçük Panathenaia olarak adlandırılan ve görece daha az önemli olan bir başka festival ise tanrıçanın onuruna her yıl Atina’da kutlanırdı.
Roma’da Minerva’nın en önemli festivali olan Quinquatrus Majores, mart ayının on dokuzunda gerçekleşirdi. Sonraki dönemlerde beş güne yayıldı. Entelektüel uğraşları olanlar, artistler ve sanatçılar tarafından özellikle izlenirdi. Minerva okulların koruyucusu olduğu için okul çocukları da kutlamalarda yer alır ve hoş bir tatil geçirirlerdi.
Bakire tanrıça her zaman antik sanatın sevilen bir teması olmuştur. Bronz ya da mermer oymacılığında kalıba dökmenin henüz bilinmediği ve tanrılarının görüntülerinin kabaca ahşap üzerine oyulduğu en eski dönemlerde bile Pallas sıkça resmedilen bir temaydı. Bu ahşap tasvirler tanrıçayı genellikle elinde mızrağı ile çarpışmaya hazır biçimde ayakta temsil ediyordu ve o zamanlar Palladion olarak adlandırılıyordu. İnsanlar bunların göklerden düştüğüne ve düşman saldırılarına karşı kati bir korunma aracı olduğuna inanmaktan memnundu. Yunan sanatı olgunluk dönemine girdiğinde ilk usta sanatçılar tanrıçayı betimlemede birbirleriyle yarışmaya başladılar. Akropolis’teki tapınakta duran meşhur Athena Parthenos heykeli ile Fidias hepsini geride bıraktı. Heykel yaklaşık on iki metre yüksekliğindeydi ve fildişi ile altından yapılmıştı. Muhteşem güzelliği doğal olarak olağanüstü tapınağın en ilgi çekici ögelerinden birini oluşturuyordu. Göçebe kabilelerinin şiddetli istila döneminde ardında hiçbir iz bırakmadan ortadan kayboldu. Tanrıçanın mevcut en önemli heykellerini açıklamaya başlamışken ilk olarak daha önceden Roma’daki Villa Albani’de bulunan ve Bavyera Kralı I. Ludwig tarafından Münih koleksiyonu için temin edilen muhteşem mermer büstten bahsetmemiz gerekir. Bu eserde tanrıça, tepesi bilgelik amblemi olan bir yılanla süslenmiştir ve sıkı bir miğfer giyer. Kenarları yılanlarla süslenmiş göğüs zırhı, omuzlarından aşağı bir pelerin gibi inmekte olup korkunç fakat tanrıçanın saf ve soylu çehresiyle çarpıcı bir tezatlık oluşturan Gorgon’un başı ile ortasından bağlanmıştır. Narin ve genç bir yüz ifadesine sahip olan güzel bir büst, Roma’daki Vatikan Müzesi’nde muhafaza edilmektedir.
Güzellikte pek geri kalmayan ancak sıkıcı ve neredeyse erkeksi özellikleri olan bir başka heykel, Pompeii kazılarında keşfedilmiş olup halen Napoli Müzesi’nde bulunmaktadır. Mevcut (tam boy olarak) heykelleri arasında Roma’daki Vatikan Müzesi’nde bulunan Pallas Giustiniani, en güzeli olarak kabul edilir (Şekil 8). Daha önceden Minerva’nın bir tapınağının yer aldığı bir yerde bulunmadan önce muhtemelen eskiden bir Roma tapınağında durmaktaydı. Bu heykel, her ne kadar mızrak ve siperi eksik olmasa da Romalı anlayışına uygun olarak daha barışçıl bir karaktere sahiptir. Bunun ardından Velletri yakınlarında bulunan iki heykel gelir. Bunlardan biri Roma’daki Copitoline Müzesi’nde iken diğeri Paris’teki Louvre koleksiyonunun önemli bir parçasını oluşturur. Her iki heykel de tanrıçayı nazik ancak ağırbaşlı bir yüz ifadesiyle bütün barışçıl işleri teşvik eden sevecen bir karakterde temsil eder.
Napoli Müzesi’ndeki Farnese