Korkunç Sarhoş
Bir zamanlar ihtiyar bir adam yaşardı. Öyle çok içerdi ki sarhoşluğunu tarife kelimeler yetmezdi. Neyse, bir gün gidip yine şişeleri kafaya dikti ve kör kütük sarhoş bir hâlde evine doğru yol aldı. Bu sırada yoluna bir nehir çıktı. Nehre geldiğinde çok düşünmeden çizmelerini çıkarıp boynuna bağladı ve doğruca suya girdi. Daha yolun yarısını gitmemişti ki bir taşa takılıp suyun içine yuvarlandı. Adamın sonu böyle oldu.
İhtiyar adam, ardında Petruşa adlı bir oğul bırakmıştı. Peter, babasının hiç iz bırakmadan ortadan kaybolmasına çok üzüldü, çok ağladı. Babasının ruhuna dualar okuttu. Artık ailenin reisi kendisiydi. Bir pazar günü, Tanrı’ya dua etmek için kiliseye gitti. Yolda bir kadının sert adımlarla önünden yürüdüğünü gördü. Kadın yürüdü, yürüdü ve sonunda ayağı bir taşa takılınca küfürler savurup “Hangi şeytan itti seni ayağımın altına?” dedi.
Bu sözleri duyan Petruşa sordu:
“İyi günler, teyze! Nereye gidiyorsun?”
“Kiliseye, çocuğum. Tanrı’ya dua etmeye.”
“İyi ama bu davranışın günahkârca değil mi? Tanrı’ya dua etmek için kiliseye giderken Şeytan’ı aklına getiriyorsun. Ayağın takıldı diye suçu Şeytan’a attın!”
Bu sözlerin ardından Peter önce kiliseye gidip dua etti, sonra da evine döndü. Epeyce yürüdükten sonra, nereden çıktığını tanrı bilir, hoş görünümlü bir adam belirdi. Peter’e selam verip konuştu:
“Güzel sözlerin için teşekkürler, Petruşa!”
“Sen de kimsin? Bana neden teşekkür ediyorsun?” diye sordu Petruşa.
“Ben Şeytan’ım. Sana teşekkür ediyorum; çünkü o kadın tökezleyip sebepsiz yere bana sövdüğünde benim için güzel sözler söyledin.” Sonra genç adama yalvardı: “Haydi benimle gel, Petruşa. Seni en güzel şekilde mükâfatlandırırım, şüphen olmasın! Altın ve gümüş veririm sana.”
“Pekâlâ,” dedi Petruşa. “Geleceğim.”
Ona yolu tarif ettikten sonra Şeytan gözden kayboldu ve Petruşa eve döndü.
Ertesi gün Petruşa Şeytan’ı ziyaret etmek için yola çıktı. Az gitti uz gitti, tam üç gün yol teptikten sonra karanlık ve sık bir ormana ulaştı. Ormanın içinden gökyüzünü görmek imkânsızdı! Tam ortada görkemli bir saray duruyordu. Petruşa saraya girince güzel bir kız ilişti gözüne. Bu kız, kötü bir ruh tarafından köyün birinden kaçırılmıştı. Petruşa’yı görünce bağırıp ağlamaya başladı:
“Niçin buraya geldin, delikanlı? Burada Şeytan hüküm sürer. Seni görürse paramparça eder.”
Petruşa, o saraya neden ve nasıl geldiğini anlattı.
“Pekâlâ. Şimdi beni dinle,” dedi güzel kız. “Şeytan sana gümüş ve altın verecek. Hiçbirini kabul etme. Kötü ruhların odun ve su almak için kullandığı sefil atı iste ondan. O at senin baban. Meyhaneden sarhoş hâlde gelip suya düşünce iblisler onu yakalayıp ata çevirdi. Şimdi de su almaya ve odun toplamaya giderken onu kullanıyorlar.”
O anda Petruşa’yı davet eden yiğit ortaya çıkıverdi ve ona türlü türlü yiyecek ve içeceklerle ikramda bulundu. Petruşa’nın eve dönme vakti gelince “Haydi,” dedi Şeytan, “Sana biraz parayla bir de at vereyim ki hızlıca evine varasın.”
“Ben hiçbir şey istemiyorum,” diye cevap verdi Petruşa. “Ama illa ki bana bir armağan vermek istiyorsanız, odun ve su almak için kullandığınız şu düldülü verin bana.”
“O at ne işine yarayacak ki? Hızlıca eve koşmaya kalksan ölüverir!”
“Olsun, yine de izin verin o atı alayım. Başkasını istemiyorum.”
Bunun üzerine Şeytan, o düldülü verdi. Petruşa atı yularından tutup götürdü. Kapılara vardığında güzel kız ortaya çıktı ve sordu:
“Atı aldın mı?”
“Aldım.”
“Öyleyse güzel delikanlı, köyüne yaklaştığında göğsündeki haçı çıkar, bu atın etrafında üç kez dön ve haçı atın boynuna tak.”
Petruşa, kızdan ayrılıp kendi yoluna gitti. Köyüne yaklaşınca kızın dediklerini harfi harfine yaptı. Bakır haç kolyesini çıkarıp atın çevresinde üç kez döndü, sonra haçı atın boynuna astı. Bir anda at ortadan kayboldu. Onun yerine Petruşa’nın babası gelmişti. Baba oğul sarılıp ağlaştılar. Sonra Peter, babasını evine götürdü. Yaşlı adam üç gün boyunca tek kelime etmedi, dilsiz gibiydi. Bundan sonra mutluluk ve refah içinde yaşadılar. İhtiyar adam içkiyi bıraktı ve son nefesine kadar tek damla dahi içki içmedi.
Rus köylüsü, mizah konusunda asla geri kalmaz. Skazkalar bu gerçeği gösteren pek çok kanıt sunmaktadır.
Ama bu mizah anlayışını tam olarak yansıtan hikâyeleri bulmak çok kolay değil. Çok yönlü Rus masallarının konularını oluşturan fıkralar genelde tüm Avrupa’da yaygındır. Birçok ülkenin masalları konusunda da benzer şeyler söylenebilir. Hikâyenin alt katmanlarında bilinmeyen bir fıkra bulmak zordur. Yalnızca bir ülkenin halk masallarını okumuş biri, o ülke sakinlerine aslında hak etmedikleri bir komedi orijinalliği atfedebilir. Bu yüzden kendi ülkesinin masallarını bilen ama diğer ülkelerin masallarını incelememiş bir Rus, skazkaların çok sayıda “komik fıkra”yla dolu olduğunu söyleyebilir. Esasen bunların Rus hikâyelerindeki payı çok azdır. Gerçekte bu fıkralar, Fransa ya da Almanya’daki üzüm bağları arasında ya da Yunanistan dağları, Norveç fiyortları veya Britanya yahut Argyleshire sahillerinde yaşayan zeki köylülerin repertuarındandır. Yüzyıllardır bunlar, Kahire ve İsfahan’da kök salmış, Hindistan’ın kavurucu güneşi altında bütün gün çalışıp didinmiş yorgun köylünün kalbine akşam serinliğinde neşe vermiştir.
Söz konusu fıkra, onlara özgü bir özellikle ilgiliyse, o zaman sadece bu halk arasında biliniyor olması muhtemeldir. Fakat Rus fıkralarının çoğu, tüm dünyada bilinen konular etrafında dönmektedir ve erkeğin iflah olmaz aptallığı, kadının değişmeyen inatçılığı gibi genel konulara değinir. Bu konuları işlerken çok az yeni özellik sunar. Bu tür bir hikâyenin çok uzak diyarlara yayılmasına karşın, çok az değişmesi de oldukça ilginçtir. Mesela, tüm dünyada popüler olan kadın aleyhtarı bazı hikâyeleri düşünelim. Rusya’nın merkezden uzak bölgelerinde, İngiliz mizah külliyatında uzun zamandır var olan iğneleyici sözlerin aynısını bulmak mümkündür. Mesela, bir ipin makasla mı yoksa bıçakla mı kesildiğini tartışan karı kocanın hikâyesi vardır. Hikâye, makas diye direten kadının, bıçakta ısrar eden kocası tarafından nehre atılıp ölmesiyle sonuçlanır. Fakat kadın, ölüm anında dahi parmaklarını su üzerinde oynatarak eliyle makas işareti yapar. Bu hikâyenin Astrahan bölgesinde anlatılan Rus versiyonunda tartışmanın sebebi adamın sakalıdır. Adam, sakalını tıraş ettiğini, kadınsa kestiğini söyler. Sonunda adam, karısını derin bir gölete fırlatıp “tıraş ettin” demesini ister. Kadın, imkânı yok bu sözleri söylemez ama bunun yerine elini su üzerinde kaldırıp