Hazine
Uzun zaman önce bir krallıkta, yoksulluk içinde yaşayan ihtiyar bir karı koca vardı. Bir zaman sonra yaşlı kadıncağız öldü. Kış mevsimiydi, şiddetli soğuk ve don vardı. Yaşlı adamcağız, arkadaşları ve komşularına giderek karısına mezar kazmak için yardımlarını istedi. Fakat adamcağızın içinde bulunduğu yoksulluktan haberdar olan yakınları yardım isteğini reddetti. Bunun üzerine ihtiyar adam papaza gitti (ama o köyde son derece acımasız ve vicdansız bir papaz vardı) ve dedi ki:
“Muhterem Peder, lütfen yaşlı bir kadını defnetmeme yardım edin.”
“Peki, cenaze töreni için paran var mı bakalım? Eğer varsa önceden ödemen gerek!”
“Sizden bir şey saklamanın faydası yok. Cebimde tek kopek5 yok. Ama biraz bekleyebilirseniz, bir miktar kazanıp borcumu faiziyle öderim. Sözüm söz!”
Papaz ihtiyarı dinlemedi bile.
“Paran yoksa sakın buraya geleyim deme,” dedi.
Ne yapacağını düşünüp duruyordu yaşlı adam. “Mezarlığa gidip elimden geldiğince güzel bir mezar kazacağım ve yaşlı karımı kendim defnedeceğim.” Bunun üzerine eline bir kazma kürek alıp mezarlığın yolunu tuttu. Var gücüyle kazdı durdu. Sonunda küreği alev gibi parlayan altın paralarla dolu metal bir küpe vurdu. Yaşlı adam çok sevindi. “Ey Tanrım, sana şükürler olsun! Artık karımı âdetlere göre defnedebileceğim, içim rahat edecek.”
Bu sevinçli olaydan sonra mezar kazmayı bırakmıştı. Altın dolu küpü alıp evine götürdü. Eh, paranın nelere kadir olduğunu hepimiz biliyoruz. Her şey tereyağından kıl çeker gibi kolay oldu! Göz açıp kapayıncaya kadar mezarı kazıp tabutu hazırlayacak insanlar bulunuverdi. Yaşlı adam, gelinini alışverişe yollayarak türlü türlü yiyecek ve içecekler almasını istedi. Cenaze yemeğinde kuş sütü bile eksik olmamalıydı. Kendisi ise eline aldığı bir altınla beraber topallayarak Papaz’ın yanına gitti. Kapıya vardığı an Papaz, adamcağızın üzerine atladı.
“Paran yoksa buraya bir daha gelme demedim mi sana, hödük herif? Utanmadan karşıma dikilmişsin yine.”
“Kızmayın, batyuşka6,” dedi yaşlı adam yalvarırcasına. “İşte size bir altın. İhtiyar karımı gömmeme yardım ederseniz, bu iyiliğinizi hiç unutmam.”
Papaz parayı alınca yaşlı adamı nasıl misafir edeceğini, nereye oturtacağını, hangi sözlerle gönlünü alacağını şaşırdı. “Ah, benim eski dostum! Hiç üzülme, ne gerekiyorsa yaparız,” dedi.
Yaşlı adam selam verip eve döndü. Papaz ve karısıysa adamcağız hakkında konuşmaya başladılar. “Ayı herif. Fakirlikten ağzı kokuyor ama bize bir altın veriyor. Çok ölü gömmüşlüğüm var, hepsi de birbirinden cibilliyetsizdi, lakin böylesi bir adama ömrümde rastlamadım.”
Papaz, maiyetiyle beraber işe koyulup yaşlı kadını usulünce defnetti. Cenazeden sonra ihtiyar adam, mevta anısına verdiği yemeğe çağırdı Papaz’ı. Sonra adamın evine girdiler, masaya oturdular. Her türden et ve bol bol yiyecek içecek vardı masada. Papaz sofraya oturur oturmaz üç kişilik yemeği mideye indirdi, ama hâlâ açgözlülükle başkalarının yediğini süzüyordu. Diğer misafirler yemeklerini bitirip evlerine gitmek üzere ayrıldı. Ardından papaz da masadan kalktı. Yaşlı adam papazı yolcu etmek istedi. Bahçeye çıktıklarında yalnız kalmalarından istifade eden papaz, hemen adamı sorguya çekmeye başladı: “Bak, dostum! Bana her şeyi itiraf et de ruhunda tek bir günahın dahi izi kalmasın. Benim huzurumdayken Tanrı’nın huzurunda sayılırsın! Birden böylesi bir refaha nasıl erdin? Yoksul köylünün tekiydin, bir de şimdiki zenginliğine bak! Bütün bu varlık, bu zenginlik nereden geldi? İtiraf et dostum. Kimin canına kıydın? Kimin malını yağmaladın?”
“Neden bahsediyorsunuz, batyuşka? Size doğruyu anlatayım. Ne hırsızlık, ne yağma ne de cinayet. Kendiliğinden bir hazine geçti elime.”
Ardından başına gelenleri eksiksiz anlattı. Papaz, bütün bunları duyduğunda gözleri yuvalarından fırladı. Evine döndü ama gece gündüz aklında şöyle düşünceler vardı: “Şu sefil köylü böyle büyük bir hazineye konsun, ha! Olacak iş değil! Onu aldatıp altın küpünü elinden almanın bir yolu yok mu?” Papaz karısına da bundan bahsetti. Meseleyi konuşup tartıştılar.
“Bana bak hanım. Bizim bir keçimiz var, değil mi?” diye sordu.
“Evet.”
“Pekâlâ, o zaman. Gece oluncaya dek bekleyelim. Sonra da işe koyulalım.”
Gece geç saatlerde Papaz, keçiyi içeri getirip öldürdü. Sonra derisini soydu. Boynuzlarını, sakalını kopardı. Sonra keçinin derisinin içine girip karısına dedi ki:
“İğne iplik getir, hanım. Keçi derisini etrafıma iyice sar ki kayıp çıkmasın.”
Kadın, büyük bir iğneyle kalın bir ip getirip kocasının içine girdiği keçi derisini güzelce kapattı. Gecenin karanlığı iyice çökünce Papaz, yaşlı adamın evine gitti, pencerenin altına gizlendi ve oraya buraya vurmaya başladı. Sesleri duyan yaşlı adam birden yerinden zıpladı:
“Kim var orada?”
“Şeytan.”
“Mübarek yer burası!” diye bağırdı köylü ve haç çıkarıp dualar okumaya başladı.
“Bana bak ihtiyar,” dedi papaz, “istediğin kadar dua et, istavroz çıkar, yine de benden kaçamazsın. En iyisi altın küpünü bana ver, yoksa itaatsizliğinin bedelini fena ödersin. Talihsizliğine acıdım ve bir hazine bulmanı sağladım. Çünkü cenaze için paraya ihtiyacın olduğunu biliyordum. Ama sen ihtiyacın kadarıyla yetinmedin, bütün hazineyi yağmaladın.”
İhtiyar adam pencereden başını çıkarınca, keçinin boynuzlarıyla sakalını gördü. Artık şüphesi kalmamıştı, karşısındaki Şeytan’ın ta kendisiydi.
“Para falan umurumda değil, şu Şeytan’dan kurtulmalıyım,” diye düşündü yaşlı adam. “Daha önce parasız yaşıyordum, bundan sonra da öyle yaşamaya devam ederim.”
Bunun üzerine altın küpünü alıp dışarı çıkardı ve yere fırlattı. Ardından da kapıları çabucak sürgüledi.
Papaz, altın küpünü alıp eve koşturdu. Karısına dedi ki: “Gel, bak. Para artık bizim. Bu küpü gözden ırak bir yere koy. Sonra keskin bir bıçak alıp ipi kes de kimse görmeden evvel keçi derisinden çıkayım.”
Kadın eline bir bıçak alıp iple diktiği yerleri