Domuzu gören Kittlerumpit Hanımı çok mutlu olmuş. Kirasını kurtardığı için o kadar rahatlamış ve o kadar minnet duymuş ki yaşlı kadın izin verecek olsa onun yeşil elbisesinin eteklerinden öpmek istemiş, ama kadın buna izin vermemiş.
“Hayır, hayır olmaz,” demiş yaşlı kadın, sesi her zamankinden daha sert bir şekilde. “Hiç lafı dolandırmayalım da yaptığımız pazarlıktan bahsedelim. Ben üzerime düşeni yaptım ve domuzu iyileştirdim. Şimdi de sen benim istediğimi yapacaksın ve oğlunu vereceksin.”
Zavallı kadın acı bir şekilde haykırmış, çünkü şimdi, yeşil giyimli bu kadının aslında bir peri hem de Kötü Kalpli Peri olduğunu anlamış.
Dua etmek, yalvarmak ve merhamet dilenmek için artık çok geçmiş. Peri geri adım atmıyor, kararlı ve acımasız davranıyormuş.
“Ne istersem vereceğine söz verdin. Ben de senden oğlunu istiyorum ve istediğimi de alacağım,” demiş Peri. “Dolayısıyla gürültü patırtı yapmanın faydası yok. Ama sana tek bir şey söyleyebilirim, çünkü söyleyeceğim şeyin bir yardımı dokunmayacağını biliyorum. Periler Diyarı kanunlarına göre bu çocuğu üç günden önce alamam. Eğer o zamana kadar ismimi öğrenirsen onu senden almama izin yok. Fakat öğrenemeyeceğine eminim. Onun için üç gün sonra çocuğu almaya gelirim.”
Bunları söyledikten sonra ağılın arka tarafında kaybolmuş, zavallı anneyse yere düşüp bayılmış.
Dul kadın o gün ve ondan sonraki gün mutfakta ağlaya ağlaya oğluna sarılmaktan başka hiçbir şey yapmamış. Fakat Peri’nin geri döneceğini söylediği günden bir gün önce, biraz temiz hava alması gerektiğini düşünüp evin arkasındaki köknar ormanına doğru yürüyüşe çıkmış.
Bu ormanda eski bir taş ocağının bulunduğu bir çukur, çukurun dibinde de bir kuyu varmış. Kuyunun suyu her zaman tatlı ve temizmiş. Genç kadın bu taş ocağının yakınlarında yürürken bir çıkrık4 sesi ve birinin şarkı söylediğini duymuş. İlk başta sesin nereden geldiğini anlayamamış. Daha sonra aklına taş ocağı gelince, oğlunu bir ağacın dibine yatırmış ve dizlerinin üstünde çalıların arasından sessizce çukura doğru sürünüp bakınmaya başlamış.
İyice aşağıda, taş ocağının dibinde, kuyunun yanında Peri’yi otururken görünce gözlerine inanamamış. Peri’nin üzerinde yeşil cüppesi ve uzun fötr şapkası varmış. Küçük çıkrığı elinden geldiğince hızla çevirip bir şarkı söylüyormuş:
Küçük şeyler bilmekte fayda var,
Düşüncesiz Yabancı benim adım.
Dul kadın artık Peri’nin sırrını öğrenip oğlunu kurtardığından, sevinçten neredeyse çığlık atacakmış. Yine de kötü kalpli yaşlı kadın onu duyar da büyü yapar diye ses çıkarmaya cesaret edememiş.
Dolayısıyla çocuğunu bıraktığı yere doğru yavaşça sürünerek geri gitmiş. Sonra da çocuğu kollarına alıp ormanın içinden güle oynaya eve doğru koşmuş. Oğlunu öylesine mutlulukla havaya atıp tutuyormuş ki gören olsa onu deli sanırmış.
Aslında bu genç kadın çok neşeli biriymiş. Eğer evlendiği günden itibaren başı bu kadar derde girmeseymiş ve bu dertler onu erkenden yaşlandırıp ağırbaşlı biri yapmasaymış hâlâ da öyle olabilirmiş. Peri’ye onun adını öğrendiğini söylemeden önce onunla birkaç dakikalığına da olsa dalga geçmenin ne kadar eğlenceli olabileceğini düşünmeye başlamış.
Ertesi gün sözleştikleri zamanda kollarında oğluyla evden çıkıp yine aynı taşın üzerine oturmuş. Yaşlı kadının yukarı doğru çıktığını görünce düzgün duran şapkasını bozup yüzünü buruşturmuş ve sanki çok dertliymiş de için için ağlıyormuş gibi davranmaya başlamış.
Peri kadının haline dikkat bile etmemiş. Ama yanına yaklaşıp sert ve acımasız bir sesle, “Kittlerumpit’in hanımı, neden burada olduğumu biliyorsun zaten. Çocuğu bana ver,” demiş.
Kadın, bunun üzerine daha da büyük bir endişeye kapılmış gibi davranmış. Kötü kalpli kadının önünde dizlerinin üstüne çöküp merhamet dilemiş.
“Lütfen hanımefendi,” diye haykırmış. “Çocuğumu bana bağışlayın, onun yerine domuzu alabilirsiniz.”
“Benim geldiğim yerde domuz etine ihtiyacımız yok,” diye cevap vermiş Peri soğuk bir tavırla. “O yüzden çocuğu ver de gideyim. Daha fazla harcayacak vaktim yok.”
“Ah sevgili hanımım lütfen,” diye yalvarmış kadın. “Eğer domuzu almayacaksanız, zavallı oğlumu bağışlayın ve beni alın.”
Peri bir adım geri çekilmiş sanki şaşırmış gibi. “Delirdin mi sen kadın?” diye bağırmış kibirle. “Deli misin de böyle bir şey teklif ediyorsun? Şu dünyada kim senin gibi basit görünümlü, gözleri kıpkırmızı, pasaklı bir kadını alıp yanında götürür?”
Kittlerumpit’in hanımı güzel olmadığının farkındaymış elbette ama bu daha önce hiç canını sıkmamış. Fakat Peri’nin ses tonundaki bir şey onu öylesine kızdırmış ki kendini daha fazla tutamamış.
“Doğrusunu isterseniz, şunu bilecek kadar aklım var ki benim gibi biri sizin gibi kibirli bir prensesin yanına bile yaklaşamaz Sayın Düşüncesiz Yabancı!”
Eğer yerde barut gömülü olsaymış ve Peri’nin ayaklarının altında aniden patlasaymış, Kötü Kalpli Peri ancak bu kadar yukarılara zıplayabilirmiş.
Zıpladığı yerden aşağı indiğinde öylece arkasını dönmüş ve büyük bir öfke ve hayal kırıklığıyla eski bir kitapta da söylendiği üzere, cadılar tarafından kovalanan baykuş gibi yamaçtan aşağı koşarak inmeye başlamış.
Kızıl Gaddar
Bir zamanlar birbirinden pek de uzak olmayan iki kulübede yaşayan iki tane dul kadın varmış. Bu iki kadının ikisinin de birer inek ve birkaç tane de koyun yetiştirdikleri toprak parçaları varmış ve geçimlerini buradan sağlarlarmış.
Bu zavallı iki dul kadından birinin iki oğlu, diğerinin de bir tane oğlu varmış. Bu üç oğlan sürekli bir arada olduklarından zamanla çok iyi arkadaş olmuşlar.
Günün birinde iki tane oğlu olan kadının büyük oğlunun evden ayrılıp kendi düzenini kurması gereken zaman gelmiş çatmış. Evden ayrılmadan önceki akşam, annesi ona bir bidon alıp kuyuya gitmesini ve oradan biraz su getirmesini söylemiş. Böylece yanında götürmesi için ona bir kek yapacakmış.
“Ama sakın unutma,” demiş kadın. “Kekin büyüklüğü getireceğin suyun miktarına bağlı. Eğer çok su getirirsen kek büyük olacak; ne kadar az su getirirsen kek de o kadar küçük olacak. Küçük ya da büyük nasıl olursa olsun, sana verebileceğim tek şey bu.”
Oğlan, bidonu alıp kuyuya gitmiş ve suyla doldurup eve dönmüş. Ama bidonun dibinde bir delik olduğunu ve içindekinin aktığını fark etmemiş. Bu yüzden eve döndüğünde bidonun içinde geriye çok az su kalmış. Annesi de ona çok küçük bir kek pişirebilmiş.
Her ne kadar çok küçük olsa da annesi keki oğluna verirken ona iki seçenek sunmuş: Ya kekin yarısını ve annesinin hayır duasını alacak ya da kekin tamamını alıp annesinin bedduasını alacak. “Çünkü hem tüm keki hem de yanında hayır duası alamazsın,” demiş kadın.
Oğlan keke bakıp bir an duraksamış.