İskoç masalları. Elizabeth W. Grierson. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Elizabeth W. Grierson
Издательство: Maya Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-8068-01-6
Скачать книгу
kadın, Thomas’ın yanına gelip onun aklından geçenleri anladığında hüzünlü bir ifadeyle kafasını sallamış.

      “Düşündüğünün aksine ben Meryem Ana değilim,” demiş kadın. “İnsanlar bana Kraliçe diye hitap eder fakat ben uzak bir ülkenin kraliçesiyim; Cennetin Kraliçesi değil, Periler Diyarı Kraliçesiyim.”

      Gerçekten de söyledikleri doğru gibi duruyormuş. Çünkü o andan itibaren sanki Thomas’a bir sihir yapmış ve ona ihtiyat, tedbir ve sağduyu gibi kavramları unutturmuş.

      Ölümlülerin perilerle bir arada olmasının tehlikeli olduğunu biliyormuş fakat kadının güzelliği karşısında öylesine mest olmuş ki bir öpücük alabilmek için ona âdeta yalvarmış. Bu tam da kadının istediği şeymiş, çünkü bir kere adamı öperse onu ele geçirebileceğini biliyormuş.

      Dudakları birbirine değdiği anda kadın korkunç bir şekilde değişmiş. Güzel pelerini ve ipekten eteği gitgide yok olmuş ve yerini tıpkı kül rengi gibi gri, uzun bir elbiseye bırakmış. Güzelliği de yavaş yavaş yok olmaya başlamış ve solgun bir yaşlı gibi görünür olmuş. Daha da kötüsü, o gür ve sarı saçları Thomas’ın gözlerinin önünde griye dönmüş. Kadın, zavallı adamın yüzündeki şaşkınlığı ve dehşeti görünce alay edercesine gülmeye başlamış.

      “Gördüğün üzere ilk bakıştaki gibi zarif değilim aslında,” demiş kadın. “Ama bunun pek bir önemi yok. Çünkü sen artık kendini bana verdin Thomas. Bundan böyle koskoca 7 yıl boyunca benim hizmetkârım olacaksın. Periler Kraliçesi’ni her kim öperse onunla birlikte Periler Diyarı’na gitmeli ve zamanı doluncaya kadar ona hizmet etmelidir.”

      Zavallı Thomas bunları duyduğu anda dizlerinin üstüne çöküp merhamet göstermesi için kadına yalvarmış. Yalvarmış yalvarmasına ama aradığı merhameti bulamamış. Periler Kraliçesi, yüzüne karşı sadece gülmüş ve alaca kır atını Thomas’ın durduğu yere doğru yöneltmiş.

      “Hayır, hayır,” diye cevap vermiş yalvarıp yakarmalarına. “Seni öpmemi sen istedin. Şimdiyse bunun bedelini ödemen gerek. O yüzden oyalanmayı bırak ve arkama otur. Çünkü gitme vaktim geldi.”

      Böylece Thomas içini çeke çeke ata binmiş. Thomas bindiği anda kadın atın dizginlerini eline almış ve gri at dörtnala koşmaya başlamış.

      Hiç durmaksızın ilerlemişler, rüzgârdan da hızlı gidiyorlarmış. Canlıları geride bırakıp büyük bir çöle ulaşıncaya dek ilerlemişler. Kuru, boş ve ıssız olan bu çöl, ufuk çizgisine kadar uzanıyormuş.

      En azından Thomas’ın yorgun gözlerine o an öyle görünmüş. Yanındaki tuhaf kişiyle beraber bu çölü geçmesi gerekip gerekmediğini düşünmüş. Eğer geçmesi gerekiyorsa da çölün diğer tarafına sağ salim ulaşma ihtimali var mı diye merak etmiş.

      O anda Periler Kraliçesi dizginleri çekip gri atı aniden durdurmuş.

      “Şimdi yere inmelisin Thomas,” demiş kadın, mutsuz esirine omuzlarının üzerinden bakarak. “Dizlerinin üstüne çök ve başını dizlerimin üzerine koy. Ben de sana ölümlülerin asla göremeyeceği gizli şeyler göstereyim.”

      Thomas attan inmiş, dizlerinin üstüne çökmüş ve başını Periler Kraliçesi’nin dizlerine yaslamış. Bir kez daha çöle doğru baktığında her şeyin değiştiğini görmüş. Çünkü çölün bir ucundan diğer ucuna giden üç tane yol varmış fakat Thomas biraz öncesinde bu yolların farkında değilmiş. Bu üç yolun her biri de birbirinden farklıymış.

      Yollardan ilki geniş, düz ve pürüzsüzmüş. Bu yol kumun üzerinde düz bir şekilde ilerliyormuş. Böylece o yolda kim giderse gitsin yolunu kaybetme ihtimali yokmuş.

      İkinci yol, ilkinden olabildiğince farklıymış. Dar, dolambaçlı ve uzunmuş. Ayrıca bir tarafı dikenli tellerle diğer tarafıysa dikenli bitkilerle kaplıymış. Bu bitkiler öyle yukarılara uzanıyormuş ve dalları öylesine vahşi ve karmaşıkmış ki o yolu tercih edenler yolculuklarını sürdürmekte zorluk çekermiş.

      Üçüncü yolunsa diğer ikisine benzer bir yanı yokmuş; muhteşemmiş. Eğreltiotu, funda ve altın sarısı süpürge otlarının içinden geçen bir bayır boyunca uzanıyormuş. Öyle güzel duruyormuş ki o yolu kullanmak iyi bir fikir gibi görünüyormuş.

      “Şimdi,” demiş Periler Kraliçesi. “Bu üç yolun nereye vardığını sana söyleyeceğim. Gördüğün üzere yollardan ilki geniş, düz ve rahat. Bu yüzden bu yolu seçecek birçok kişi olabilir. Güzel bir yol olmasına rağmen yolun sonu kötüdür. Bu yoldan gidenler sonsuza dek pişmanlık duyarlar.”

      “İkinciye yani dar yola gelecek olursak yolun tamamı diken ve çalılıklarla kaplı olduğundan nereye vardığını soracak insan pek yoktur. Ama eğer sorarlarsa birçoğu bu yola çıkmak için büyük heyecan duyabilir. Çünkü burası Doğruluk Yolu’dur. Geçmesi zor ve can sıkıcı olsa da bu yol olağanüstü bir şehre, Ulu Kral’ın şehrine çıkar.”

      Eğreltiotlarının içinden geçen ve bayır boyunca yükselen üçüncü yol, diğer bir deyişle muhteşem yolun nereye vardığını hiçbir ölümlü bilmez. Fakat ben biliyorum Thomas. Burası Elf Diyarı’na gider. Bizim seçeceğimiz yol işte budur.”

      “Şu diyeceklerimi sakın unutma Thomas: Eğer bir daha Ercildoune Kulesi’ni görmek istiyorsan yolculuğumuzun sonuna varana kadar konuşmalarına dikkat et ve benim dışımda kimseye tek kelime etme. Periler Diyarı’nda uluorta konuşan ölümlüler sonsuza kadar orada kalır.”

      Kadın bunları söyledikten sonra ona yine ata binmesini emretmiş ve birlikte yola devam etmişler. Eğreltiotlarıyla dolu yol ilk başta göründüğü kadar muhteşem değilmiş. Çok fazla ilerleyemeden yeryüzünden aşağı doğru inen bir dağ geçidine varmışlar. İçeride, onlara yol gösterecek bir ışık yokmuş, hava rutubetli ve yoğunmuş. Her yerden hızla akan su sesleri geliyormuş ki gri at suyun içine dalmış. Thomas ilk başta ayaklarında sonra da dizlerinde suyun soğukluğunu hissetmiş.

      Gün ışığından uzaklaştıklarından beri cesareti gitgide azalıyormuş. Ama o an kendini tamamen bırakmış. Çünkü yanındaki tuhaf kadınla birlikte bu yolculuğun sonunu sağ salim getiremeyeceklerinden eminmiş.

      Kendinden geçmiş gibi öne doğru yığılmış. Eğer Peri’nin kül rengi elbisesine sıkıca tutunuyor olmasaymış oturduğu yerden düşüp boğulabilirmiş.

      İyi ya da kötü her ne olduysa hepsi geçmiş ve sonunda karanlıktan aydınlığa doğru çıkmaya başlamışlar. Işık gittikçe artmaya başlamış, ta ki tamamen gün ışığına varıncaya dek.

      Bunun üzerine Thomas bir cesaretle kafasını kaldırmış. Bir de ne görsün; çok güzel bir meyve bahçesinden geçiyorlarmış. Bahçede bol bol elma, armut, hurma, incir ve ahududu yetişiyormuş. Dili damağı öyle kurumuş ve kendini o kadar baygın hissediyormuş ki kendine gelmek için biraz meyve koparmak istemiş.

      Birkaç tane meyve koparmak için elini uzatmış fakat kadın dönüp ona engel olmuş.

      “Burada yiyebileceğin kadar güvenli bir şey yok. Birazdan sana vereceğim elma hariç. Eğer başka bir şeye dokunacak olursan sonsuza kadar Periler Diyarı’nda kalmaya mecbur olursun.”

      Böylelikle zavallı Thomas elinden geldiğince kendini dizginlemeye çalışmış. Kırmızı elmalarla dolu küçük bir ağaca varana dek yavaşça ilerlemişler. Periler Kraliçesi eğilip bir tane elma koparmış ve Thomas’a uzatmış.

      “İşte sana bunu verebilirim,” demiş Periler Kraliçesi. “Hem de büyük bir memnuniyetle. Bunlara Dürüstlük Elmaları derler. Her kim bu elmalardan yerse bir ödülle