Karşılamaya gelen memurlar, Bizans heyetindeki üyelerin ayrı ayrı hatırlarını sordular.
Anivas, sevgilisinin kulağına eğildi.
“İltifat yerinde.”
“Bizi bu şekilde karşılayacaklarını hiç tahmin etmezdim.”
“Anlaşılıyor ki Türkler de Bizanslılarla dostluğun devamına taraftardırlar.”
“Hayal kırıklığına uğramayalım!”
“İhtimali yok! Eğer bizim için fena fikirleri olsa, on günlük yoldan gelen heyetimizi böyle mi karşılarlardı?”
Klio cevap vermedi.
Teşrifatçılarla beraber tatlı tatlı konuşarak saraya doğru yürümeye başladılar.
Heyet reisi Agripas, Konstantin’in en sadık ve güvenilir adamlarından biriydi. O da Anivas gibi olumlu görünüyor ve Padişah tarafından iyi niyetle kabul göreceklerini kuvvetle ümit ediyordu. Kendilerini karşılamaya gelen Yunus Bey, sarayda heyete rehberlik ediyordu. Evvela elçilerin hepsini ayrı ayrı odalara yerleştirdiler. Yunus Bey,
“Hünkâr tarafından dinlenmenizi sağlamakla görevliyim. Padişahımızın hepinize selamı vardır. Biraz dinleniniz. Bendeniz, hangi saatte huzura kabul buyrulacağınızı size haber veririm,” demişti.
Türk sarayında ayrı ayrı odalara yerleştiler. Klio, genç askerin boynuna sarıldı:
“Anivas! Ben rüzgâr hakkındaki fikir ve kanaatimi bu dakikadan itibaren değiştirdim.”
“Ben sana yolda da söylemiştim. İşte, dediğim çıktı.”
“Hakkın var, Anivas! Bize gösterilen saygı ve iltifata hiç diyecek yok.”
“Sultan Mehmed’in bize karşı fena bir fikir ve maksadı olsaydı, karşılamaya gelen adamlar muhakkak bizi geldiğimiz yere gönderirlerdi.”
“Sen geleceğin büyük bir diplomatı olacaksın! Artık sözlerine güveneceğim.”
Klio odayı incelemeye başladı. Odanın içinde eski bir Acem halısı ile örtülmüş uzunca bir sedirden başka göze çarpacak kıymetli eşya görünmüyordu.
“Anivas! Bu ne biçim saray?”
“Yavrum, sen Konstantin’in sarayına geldiğin zaman altın sedirler üzerinde oturmaya ve Horasan halıları üstünde gezmeye alışmışsın! Bu mütevazı sarayda ne görsen beğenemezsin.”
“Acaba bizi ne zaman çağıracaklar?”
“Kırk yıl burada kalmayacağız ya!”
“Bu gece Padişahın huzuruna çıkabilecek miyiz?”
“Zannederim.”
“Belki de yarın çağırır.”
“Sultan Mehmed’in çok sabırsız bir hükümdar olduğunu işitmiştim. Eğer doğru ise, sabaha kadar sabredemez!”
Sultan Mehmed‘in Huzurunda
Anivas çok iyi tahmin etmişti. O gece, saat alaturka iki buçuk sularında Yunus Bey elçileri huzuru hümayuna götürmüştü.
Bizans elçileri sevinç ve heyecan içinde Padişahın huzurunda diz çöküp oturdular.
Sultan Mehmed, güler yüzlü ve iltifatkâr görünüyordu. Heyete başkanlık eden Agripas, Padişaha Bizans İmparatoru Konstantin’in selamını ve ziyaretlerinin amacını arz etti:
“İki devlet arasındaki ilişkilerin dostane bir şekilde devamını arzu ediyoruz. Bu suretle iki millet ve hükümet arasındaki ticari ve sosyal münasebet, daha ciddi ve samimi bir gelişim devresine girmiş olur. Bu esas üzerinde müzakereyi kabul buyuracağınızdan emin olarak zatı şahanelerini ziyarete geldik. İmparator hazretleri beş senelik, samimi bir dostluk mukavelesi görüşüp düzenlemek emelindedir.”
Sultan Mehmed, Bizans elçilerini birer birer gözden geçirdikten sonra, Agripas’a hitaben,
“Teklifinizi memnuniyetle kabul ediyorum,” dedi. “Ben de, İmparator hazretleri gibi, dostane ilişkilerimizin devamı taraftarıyım.”
Bütün elçiler, karılarıyla beraber yerlere kadar eğildiler.
“Teşekkür ederiz.”
Anivassağ kolunu, yanında bulunan Klio’nun sol koluna sevinçle dokundurarak güldü. Padişah lafı değiştirmişti:
“Yollarda herhangi bir zorlukla karşılaştınız mı?” Heyet reisi Agripas cevap verdi:
“Hayır, Haşmetmeab! Bütün köylüler bize azami derecede misafirperverlik gösterdiler.”
“Başka bir şeye ihtiyacınız var mı?”
“Dostluk esaslarının takviyesinden başka bir arzumuz yoktur, Haşmetmeab!”
Padişah, Bizans elçilerinin yanlarında bulunan kadınları gözünün ucu ile inceleme fırsatını bulmuştu. Elçilerin karıları Bizans’ın en güzel kadınlarıydı. Bu kadınlardan ikisi, Sultan Mehmed‘in çok hoşuna gitmişti.
Hoşuna giden kadınlardan biri Agripas’ın karısı, diğeri de Anivas’ın sevgilisi Klio idi.
Padişah, dostluk anlaşması imzalanmasa bile, Bizans elçilerini birkaç gün olsun Edirne’de alıkoymak niyetindeydi. Ayağa kalktı.
“Haydi, bu gece istirahat ediniz. Yollarda yorulduğunuz hâlinizden belli. Yarın yine görüşürüz. Beş on gün memleketimizin misafiri olacaksınız!”
Elçiler ve karıları, yerlere kadar eğilerek saygılarını sundular ve huzuru hümayundan memnuniyetle ayrıldılar.
O gece elçiler sevinçlerinden sabaha kadar uyumadılar. Fakat Anivas ve Agripas, Padişahın kendilerine ve yanlarındaki kadınlara mânâlı bir bakışla baktığının farkına varmışlardı.
Genç asker, ertesi sabah Klio’yu odasında yalnız bırakarak arkadaşlarının yanına gitmişti.
Elçilerin rehberi olan Yunus Bey, Padişahın en çok güvendiği, zeki ve siyasete aklı eren bir adamdı.
Klio’nun yanına gelen Yunus Bey,
“Canınız sıkıldıysa, sizi biraz bahçeye çıkarayım. Edirne’nin üzümleri meşhurdur. Bağlarımızı gezer ve hava alırsınız,” dedi.
Klio itiraz etmeden, derhâl yerinden kalktı. İnce tülden sabahlığı ile Yunus Bey’i takip etti.
Bizans dilberi, çıplak denecek kadar açık fakat zarif bir kıyafetle, bağların arasında bir kelebek gibi dolaşmaya başlamıştı.
Yunus Bey genç kızın yanına sokuldu.
“Şuradaki sedirde biraz istirahat ederseniz, zannederim ki memnun olursunuz!”
“Üzüm yemek istiyorum. Mümkün mü?”
“Bağlarda yirmi beş türlü üzüm var. Müsaade ediniz de bahçıvanlar hepsinden birer parça toplasınlar.”
Klio, bağların arasında tesadüf ettiği bir sedirin üzerinde oturuyordu.
Bahçıvanlar sırtlarında ve kollarında taşıdıkları üzümleri, nasıl koparılmışsa öylece, Klio’nun önüne getirdiler.
Bizans dilberi bir kadeh de şarap istedi. Biraz daha açılıp saçıldı ve gelen üzümlerden bir salkım alıp yemeye başladı.
Yunus Bey, Bizans şivesiyle güzel Rumca konuşuyordu.
“Zannederim ki,” dedi, “üzümlerimizin Bizans’ta emsali yoktur.”
Klio gözlerini süzerek