Bizanslılar arasında, herhangi bir günahkârın aniden bir “azize” veya “kahraman” oluvermesi pek de gayritabii bir hadise olarak görülmeyecekti! Bizans’ta, bu şekilde şöhret bulmuş ve kirli mazisi çarçabuk unutulmuş birçok ünlü kadın vardı.
Anivas bu yolda çizdiği programı hızla uygulamayı başarırsa, kısa zamanda sevgilisine kavuşacaktı.
İmparatorun Sarayında
Türk-Bizans ilişkileri gittikçe gerginleşiyordu.
Konstantin, Sultan Murat’ın karısı Prenses Mari ile evlenememesinden dolayı çok üzgündü.
Sultan Murat’ın vefatı üzerine dul kalan Prenses Mari; siyasete aklı eren, zeki ve Türkler tarafından çok saygı gören bir kadındı. Sultan Mehmed Edirne’de tahta geçince üvey validesi Mari’yi evlilik hususunda serbest bırakmışsa da, Sırbistan Prensinin kızı olan Mari, Türklerle Bizanslıların arasının açık olduğunu görerek İmparatorun evlenme teklifini reddetmişti.
Aradan epeyce zaman geçtiği hâlde, İmparatorun bu hadiseden duyduğu öfke ve üzüntü henüz geçmemişti.
Başvekil Lukas’a,
“Bu işi yapabilirdin!” diyerek daima söylenirdi.
Lukas Notaras, devlet siyasetini başlı başına idare etmek isteyen diktatör ruhlu bir adamdı. Prenses Mari’nin Bizans sarayına girmesini istemeyenlerden biri de kendisiydi. Prenses Mari, İmparator Konstantin’in karısı olacak olursa, Bizans’ın Sırplara ve Türklere karşı yeni ve uyumlu bir siyaset cephesi alması lazımdı. Halbuki Notaras’ın bu yeni cephelerde vaziyeti çok tehlikeli olacak, belki hayatı da tehlikeye düşecekti.
Notaras’ı Türklerden ziyade Sırplar sevmiyordu. Ve hiç şüphe yoktu ki, Prenses Mari de en çok Notaras’ı Bizans’ın tarafında gördüğü için İmparatorun teklifini reddetmişti.
Konstantin, bütün bu düşünceleri dikkate almakla beraber devlet işlerinde Notaras’a güveniyor, onu iş başından ayırmıyordu.
Bizans etrafında Türklerin tacize başladıkları dedikodusu gün geçtikçe artıyor ve başkent ahalisi arasında, bazen de isyan mahiyetini alan dedikodular ve hükümet aleyhtarlığı çoğalmaya başlıyordu.
Ara sıra sefahat âlemlerinden başlarını kaldıran Bizanslılar, surları etrafında Türklerin dolaştıkları haberini işitince saraya hücum ediyorlar, İmparatorun devlet işleriyle meşgul olmadığından, gece gündüz zevk ve sefahatle vakit geçirdiğinden şikâyet ediyorlar, başkent etrafındaki asayişsizliğe son verilmesini istiyorlardı.
Bir akşam Ayasofya’da, İmparatorun sarayındaki mühim bir toplantıda Anivas da hazır bulunuyordu.
Konstantin, asker toplamak ve Bizans etrafındaki köylerin güvenliğini destek birlikleriyle temin etmek niyetinde olduğunu söyledi.
Lukas Notaras, İmparatorun bu fikrine katılmamıştı. Diğer kumandanlar da bunun faydasız olacağını ileri sürmüşlerdi.
Mecliste son sözü söyleyen Notaras oldu:
“Yeniden asker toplamaya başlarsak, bu tedbirin, Sultan Mehmed’i aleyhimize tahrik etmekten başka bir faydası olmayacak. Ben bu işin dostane halledilmesi taraftarıyım.”
Esasen herkes Türklerle savaşmaktan korkuyordu. Notaras’ın bu teklifi, meclis üyeleri üzerinde iyi etki bırakmıştı.
İmparator,
“Ne yapalım?” diye sordu.
Notaras,
“Sultan Mehmed’e bir heyet gönderelim,” dedi. “Bu heyet üyeleri, Edirne’ye karılarıyla beraber gitsinler.”
İmparator ve meclis üyeleri bu teklifi oybirliğiyle kabul ederek beş kişilik bir heyet oluşturmaya karar vermişlerdi.
Edirne Yolunda
Ertesi gün erkenden, üstü kapalı beş araba Edirne yolunu takip ederek ilerliyordu.
Her arabada bir kadın, bir de erkek vardı. Heyet azasından evli olanlar karılarıyla, evli olmayanlar da buldukları kadınlarla ikişer ikişer arabalara binmişlerdi. Bekâr olanlar Konstantin’in teşrifatçısı Agripas ile genç bir asker idi. Bunlar da İmparatorun bilgisi altında birer kadın bulmuşlardı.
En arkadaki arabada soğuktan birbirine sokulmuş yakışıklı bir askerle genç bir kadın vardı.
Serin, sert bir rüzgâr esiyordu.
Edirne uzaktan görünmüştü.
Arabadaki asker yanındaki kadının boynuna sarıldı.
“Klio!”
“Ne var, Anivas?”
“Üşüdün mü?”
“Biraz.”
“Paltomu vereyim mi?”
“Ya sen?”
“Ben üşümüyorum.”
Genç asker, paltosunun pelerinini yanındaki kadının omuzlarına örttü.
“Hava gittikçe sertleşiyor.”
“Edirne’nin havası bizi fena karşıladı.”
“Kötüye yorma, Klio; siz kadınlar, daima, her şeyden bir anlam çıkarırsınız!”
“Seninle ilk tanıştığımız geceyi hatırlar mısın, Anivas? Pencerenin önünde sessizce otururken birdenbire müthiş bir fırtına çıkmıştı. O vakit ben sana, ‘Eyvah, bu çılgın rüzgâr bize fena bir haber getirdi!’ demiştim. Sense, ‘Şu kocakarı laflarına hâlâ inanıyor musun?’ diye sormuştun. Fakat biraz sonra başımıza neler geldiğini, nasıl basıldığımızı hatırlarsın, değil mi?”
“Rica ederim, Klio bırak artık şu mânâsız lafları! Bu kocakarı inançlarına esir olmaktan kurtulamayacaksın.”
Rüzgâr, arabanın tentesini koparırcasına kamçılıyordu.
Sultan Mehmed’e giden heyete girmeyi başaran Ani-vas, geleceği için bu seyahatten çok şey ümit ediyordu.
Heyetin Edirne’den muzaffer olarak döndüğü günü düşündükçe, arabanın içinde sevincinden ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilmiyordu.
“İşte! Edirne’nin minareleri göründü, Klio! Yarım saat sonra şehrin kapısına varacağız.”
“Rüzgârdan korkuyorum.”
“Korkma!”
“Korkuyorum dedim ya! Vahşi rüzgâr içime bir korku saldı. Eğer suratlarımız asık, önümüze bakarak dönersek, artık beni Bizans’ta yaşatmazlar, Anivas! Halbuki sen bir askersin. Sana bir şey yapmazlar!”
“Niçin böyle fena şeyler düşünüyorsun?”
“Düşünmez olur muyum? İmparatorun böyle şeylere ne kadar önem veren bir adam olduğunu unuttun galiba?”
“Bundan sonra aramıza hiç kimse giremez, Klio! Mademki senin benimle gelmene izin verdiler, artık sen benimsin. Benim olacaksın!”
Klio güldü.
“Peki. Zaten seninim, çok daha senin olacağım. Fakat zaferle dönemezsek, Bizans’ta bana ‘uğursuz kız!’ demelerine mani olabilecek misin?”
“Söz veriyorum.”
“Nasıl?”
“Nasıl